Contract
TÜRK BOĞAZLARI’NDA UYGULANAN GEÇİŞ REJİMİ VE GÜNCEL SORUNLAR: XXXXXX XXXX BOĞAZLARI SÖZLEŞMESİ’NİN FESHİ HALİNDE ORTAYA ÇIKABİLECEK SORUNLARA VE KANAL İSTANBUL PROJESİ’NE İLİŞKİN TARTIŞMALAR |
Xxxxxx Xxxx 201145106 |
YÜKSEK LİSANS TEZİ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Danışman: Prof. Dr. Xxxxx Xxxx İstanbul T.C. Maltepe Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Haziran, 2022 |
TÜRK BOĞAZLARI’NDA UYGULANAN GEÇİŞ REJİMİ VE GÜNCEL SORUNLAR: XXXXXX XXXX BOĞAZLARI
SÖZLEŞMESİ’NİN FESHİ HALİNDE ORTAYA ÇIKABİLECEK SORUNLARA VE KANAL İSTANBUL PROJESİ’NE İLİŞKİN
TARTIŞMALAR
Xxxxxx Xxxx 201145106
ORCID: 0000-0002-9456-2498
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Danışman: Prof. Dr. Xxxxx Xxxx
İstanbul
T.C. Maltepe Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
Haziran, 2022
JÜRİ VE ENSTİTÜ ONAYI
Bu belge, Yükseköğretim Kurulu tarafından 19.01.2021 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” ile bildirilen 6689 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında gizlenmiştir.
ETİK İLKE VE KURALLARA UYUM BEYANI
Bu belge, Yükseköğretim Kurulu tarafından 19.01.2021 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” ile bildirilen 6689 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında gizlenmiştir.
TEŞEKKÜR
Büyük düşünür Xxxxxxxx (1694-1778) “en iyi, iyinin düşmanıdır” (Le mieux est l’ennemi du bien) demiştir. Ülkemizde son dönemde var olan ideolojik kamplaşmanın da tesiri ile birçok iyi şey, en iyi/mükemmel ile karşılaştırılmakta ve ne yazık ki hak ettiği değeri görememektedir.
Xxxxx Xxxxx Anlaşması ve Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi de bunlardan ikisidir. Bu sözleşmeler hakkında zamanın şartları ve mevcut güç dengeleri dikkate alınmadan yapılan değerlendirmeler ile birçok hatalı sonuca ulaşılmaktadır.
Oysa her iki Anlaşma da Türk diplomasi tarihinin yüz aklarıdır. Özellikle Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi, planlanması, uluslararası kamuoyunun dikkatine sunulması ve gerçekleşmesi ile bir deha ürünüdür.
O halde en büyük teşekkür bize bu anlaşmaları miras bırakan, başta Xxxxxxx Xxxxx Xxxxxxx olmak üzere, cumhuriyetin kurucu kadrolarınadır.
Bu çalışmayı yaparken yol gösterici olarak büyük katkı sunan Prof. Dr. Xxxxx Xxxx xxxxxx, her aşamada destek veren Dr. İnayet Burcu Akyürek hocama ve yolumu aydınlatan arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.
Ayrıca onlara ayırmam gereken zamanımın önemli bir kısmını bu çalışmaya ayırmama rağmen beni teşvik etmekten geri durmayan aileme ve dostlarıma da minnettarım.
Xxxxxx Xxxx Haziran, 2022
XX
TÜRK BOĞAZLARI’NDA UYGULANAN GEÇİŞ REJİMİ VE GÜNCEL SORUNLAR: XXXXXX XXXX BOĞAZLARI
SÖZLEŞMESİ’NİN FESHİ HALİNDE ORTAYA ÇIKABİLECEK SORUNLARA VE KANAL İSTANBUL PROJESİ’NE İLİŞKİN
TARTIŞMALAR
Xxxxxx Xxxx Yüksek Lisans Tezi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Danışman: Prof. Dr. Xxxxx Xxxx
Maltepe Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022
Türk Boğazları tarih boyunca stratejik ve jeopolitik olarak büyük bir öneme sahip olmuştur. Bu nedenle Boğazlar konusunda tarih boyunca büyük bir mücadele yaşanmıştır. Aynı zamanda Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin güvenliği açısından da büyük bir önemi haizdir. Boğazlar’da Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi ile kurulan rejim, Türkiye’nin ve Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin güvenliğini doğrudan etkilemektedir. Büyük diplomatik başarılar ile elde edilen bu rejimin yeterince iyi anlaşılması ve anlatılması gerekmektedir. Montrö ile kurulan denge düzeni sayesinde Boğazlar’dan geçiş rejimi 86 yıldır değişmemiştir. Ancak Türkiye’nin bu sözleşmenin feshini uzak olmayan bir ihtimal olarak değerlendirmesi ve buna hazırlıklı olması gerekmektedir. Zira Türkiye’nin yeniden 1936 şartlarına uygun bir zemin bulması ve benzer yeni bir anlaşma tesis edebilmesi yakın vadede çok mümkün görünmemektedir.
Anahtar Sözcükler: Montrö, Boğazlar, Uluslararası Seyrüsefer, Güvenlik, Kanal İstanbul, Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin Feshi, Karadeniz.
ABSTRACT
THE TRANSITIONAL REGIME APPLIED IN THE TURKISH STRAITS AND CURRENT PROBLEMS DISCUSSIONS ABOUT THE PROBLEMS THAT MAY OCCUR IN THE TERMINATION OF THE MONTRÖ TURKISH STRAITS CONTRACT AND THE CHANNEL ISTANBUL PROJECT
Xxxxxx Xxxx Master Thesis
Department of Political Science and International Relations MA in Political Science and International Relations Advisor: Prof. Dr. Xxxxx Xxxx
Maltepe University Graduate School, 2022
The Turkish Straits have been of great strategic and geopolitical importance throughout history. For this reason, there has been a great struggle over the Straits throughout history. At the same time, it is of great importance for the security of the states bordering the Black Sea. The regime established in the Straits with the Montreux Convention on the Turkish Straits directly affects the security of Turkey and the states bordering the Black Sea. This regime, which has been achieved with great diplomatic success, needs to be understood and explained well enough.Thanks to the balance system established with Montreux, the transit regime through the Straits has not changed for 86 years. However, Turkey should consider the termination of this agreement as a possibility and be prepared for it. Because it does not seem very possible for Turkey to find a suitable ground for 1936 conditions and to establish a similar new agreement in the near term.
Keywords: Montreux, Straits, International Navigation, Security, Kanal Istanbul, Termination of Montreux Convention on Turkish Straits, Black Sea.
İÇİNDEKİLER
ETİK İLKE VE KURALLARA UYUM BEYANI İİİ
BÖLÜM 1. OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE TÜRK BOĞAZLARI VE LOZAN BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ 7
BOĞAZ KAVRAMI, MİLLİ VE MİLLETLERARASI BOĞAZLAR 7
1.1.2. Uluslararası Boğazlar 9
1.3. Boğazlar’ın Stratejik Ve Jeopolitik Önemi 11
1.3.1. Boğazlar’da Türk Egemenliği 13
1.3.2. Türk Egemenliğinde Boğazlar’dan Geçiş Rejimi 13
1.3.2.1. Kayıtsız Egemenlik Dönemi (1453-1809) 13
1.3.2.2. 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması 14
1.3.2.3. 1798 İstanbul Antlaşması 14
1.3.2. İkili Antlaşmalarla Düzenleme Devresi (1809-1841) 15
1.3.2.1. Kale-İ Sultaniye (Çanakkale) Anlaşması 15
1.3.2.3. Hünkâr İskelesi Anlaşması 17
1.3.3. Çok Taraflı Anlaşmalarla Düzenlenme Dönemi 17
1.3.3.1. Londra Boğazlar Sözleşmesi 17
1.3.3.2. Paris Anlaşması Ve Paris Boğazlar Sözleşmesi 18
1.3.3.3. Karadeniz Hakkında Londra Anlaşması 19
1.4. Birinci Xxxxx Xxxxxx Dönemi 22
1.4.1. Birinci Xxxxx Xxxxxx’nda Boğazlar’ın Durumu 22
1.4.2. Mondros Ateşkes Anlaşması 24
1.5. Türkiye Döneminde Boğazlar 27
1.5.1. Lozan Boğazlar Sözleşmesi 27
1.5.1.1. Tarafların Görüşleri 29
1.5.1.1.1. İngiltere’nin Görüşü 29
1.5.1.1.2. Sovyetler Birliğinin Görüşü 30
1.5.1.1.3. Türkiye’nin Görüşü 31
1.5.1.2. Xxxxx Xxxxx Konferansında Boğazlarla İlgili Tartışmalar 32
1.5.1.3. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’yle Oluşturulan Yeni Rejim 36
1.5.1.3.1. Ticaret Gemileri Bakımından 37
1.5.1.3.1.1. Barış Zamanında 37
1.5.1.3.1.2. Savaş Zamanında 37
1.5.1.3.2.1. Barış Zamanında 38
1.5.1.3.2.2. Savaş Zamanında 39
1.5.1.3.3. Boğazların Silahsızlandırılması 39
1.5.1.3.4. Boğazlar Komisyonu’nun Kurulması 39
1.5.1.3.5. Boğazlar Rejiminin Teminatı 40
1.5. 2. Sevr Antlaşması İle Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin Karşılaştırılması41
BÖLÜM 2. XXXXXX XXXX BOĞAZLARI SÖZLEŞMESİ 43
2.1.1. Sözleşmeye Giden Yol 43
2.1.2. Dünya Barışının Yeniden Tehlikeye Girmesi 43
2.1.3. Türkiye’nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne Taraf Devletlere Gönderdiği Nota 46
2.1.4. Türkiye’nin Notasına Diğer Devletlerin Yaklaşımı 48
2.2. Xxxxxx Xxxxxxxxxx’nın Toplanması 49
2.3. Tarafların İleri Sürdüğü Görüşler 51
2.3.1. Türkiye’nin Görüşleri 51
2.3.2. Sovyetler Birliği’nin Görüşü 53
2.3.3. İngiltere’nin Görüşü 54
2.4. Montrö’de Kurulan Düzenin Esasları 54
2.4.1. Boğazlar’ın Yeniden Silahlandırılması 55
2.4.2. Boğazlar Komisyonu’nun Kaldırılması Ve Yetkilerinin Türkiye’ye Devri
2.4.3. Boğazlar’dan Geçiş Rejimi 58
2.4.3.1. Ticaret Gemilerinin Geçiş Rejimi 58
2.4.3.1.2.1. Türkiye’nin Savaşan Olmaması Halinde 60
2.4.3.1.2.2. Türkiye’nin Savaşan Olması Halinde 61
2.4.3.1.2.3. Türkiye’nin Kendisini Pek Yakın Bir Savaş Tehdidi Altında Hissetmesi Halinde 61
2.4.3.2. Savaş Gemilerinin Geçiş Rejimi 62
2.4.3.2.1.1. Boğazlardan Geçişe İlişkin Sınırlamalar 64
2.4.3.2.1.1.1. Formalitelere İlişkin Sınırlamalar 64
2.4.3.2.1.1.2. Gemilerin Sınıflarına İlişkin Sınırlamalar 64
2.4.3.2.1.1.3. Gemilerin Tonajlarına İlişkin Sınırlamalar 65
2.4.3.2.1.1.4. Gemilerin Sayılarına İlişkin Sınırlamalar 65
2.4.3.2.1.2. Nezaket Ziyaretleri 65
2.4.3.2.1. 3. Karadeniz’e Kıyıdaş Olan Devletlere Tanınan İstisnalar 65
2.4.3.2.1.4. Karadeniz’de Bulunmaya İlişkin Sınırlamalar 66
2.4.3.2.2.1. Türkiye Savaşan Değilse 67
2.4.3.2.2.2. Türkiye Savaşan İse 68
2.4.3.2.3. Türkiye’nin Kendisini Pek Yakın Bir Savaş Tehdidi Altında Hissetmesi Halinde 69
2.4.3.4. Sözleşme’nin Sona Erdirilmesi Yöntemi 73
2.4.3.5. Sözleşme’nin Değiştirilmesi Yöntemi 74
2.4.3.6. Sözleşme’nin Feshi Halinde Uygulanacak Yeni Rejim Nasıl Belirlenecektir 75
BÖLÜM 3. XXXXXX XXXX BOĞAZLARI SÖZLEŞMESİ’NİN İMZALANMASINDAN SONRAKİ DÖNEM 82
3.1. İKİNCİ XXXXX XXXXXX DÖNEMİ 82
3.2. Yalta Ve Potstam Konferansları’nda Türk Boğazlar’ı 86
3.2.1. Yalta Konferansı 86
3.2.2. Potsdam Konferansı 88
3.2.2.1. Abd Ve İngiltere Notaları 89
3.2.2.2. Sovyetler Birliği Notası Ve Türkiye’nin Cevabı 90
3.2.2.3. İkinci Sovyet Notası Ve Türkiye’nin Cevabı 92
3.3. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türk Boğazları’nda Yaşanan Sorunlar 95
3.3.1. Artan Deniz Trafiğinin Oluşturduğu Riskler 95
3.3.1.1. Kazak Ve Bakü-Hazar Petrollerinin Taşınması 96
3.3.1.2. Main-Tuna, Tuna-Ren İç Suyollarının Bağlanması 97
3.3.1.3. Dünya Ticaretinde Meydana Gelen Artış 97
3.3.2. Artan Deniz Trafiğinin Sonuçları 99
3.3.2.1. Can Güvenliğine İlişkin Riskler 99
3.3.2.2. Çevre Güvenliğine Yönelik Riskler 101
3.4. 1994 Boğazlar Tüzüğü 103
3.4.1. Yapılan Çalışmalar 103
3.4.2. Tüzüğün Yürürlüğe Girmesi 104
3.4.2.1. 1994 Boğazlar Tüzüğü’nün Getirdiği Kurallar 104
3.4.2.2. Tüzüğün Yürürlüğe Girmesi İle Birlikte Ortaya Çıkan Uluslararası Tartışmalar 107
3.4.2.2.1. Imo Onayına Sunulması Nedeniyle Yaşanan Tartışmalar 107
3.4.2.2.2. Yeni Tüzüğe Uluslararası Muhalefet 108
3.4.2.2.3. Türkiye’nin Muhaliflere Cevapları 109
3.4.2.2.3.1. Tüzüğün Montrö Sözleşmesi’ne Aykırı Olduğuna İlişkin
İtirazlara Cevaplar 109
3.4.2.2.3.2. Türkiye’nin Petrol Naklini Engellemeye Çalıştığı İtirazlarına Karşı Cevapları 111
3.5. 1998 Boğazlar Tüzüğü 112
3.6. Yeni Kanal Projeleri Ve Montrö Sözleşmesi’ne Olası Etkileri 114
3.6.1. Kanal İstanbul Projesi 114
3.6.1.1. Kanal İstanbul’un Hukuki Değerlendirmesi 116
3.6.1.2. Kanal İstanbul Projesi’nin Montrö Sözleşmesi Kapsamında Değerlendirilmesi 117
3.6.1.2.1. Savaş Gemileri Açısından 118
3.6.1.2.2. Ticaret Gemileri Açısından 119
3.6.1.2.3. Geçen Tankerlerin Kanala Yönlendirilmesi 119
SONUÇ 127
EKLER 136
KAYNAKÇA 153
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1. Dünya Konteyner Taşımaları Tablo 2. Xxxxx Xxxxx Ticareti (Milyon Ton) Tablo 3. İstanbul Boğazı Kaza Ayrıntıları Tablo 4. Yıllara göre kaza yüzdeleri
Tablo 5. İstanbul Boğazı’ndan Geçen Gemi Sayıları
Tablo 6. İstanbul ve Çanakkale Boğazları Tanker Trafiği
KISALTMALAR
ABD | : Amerika Birleşik Devletleri |
BMDHS | : Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi |
IMF | : International Money Fond (Uluslararası Para Fonu) |
IMO | : International Maritime Organization(Uluslararası Denizcilik Örgütü) |
km | : kilometre |
m. | : metre |
Mad | : Madde |
NATO Örgütü) | : North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik Antlaşması |
Osmanlı | : Osmanlı İmparatorluğu |
s. | : sayfa |
SSCB | : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği |
TBMM | : Türkiye Büyük Millet Meclisi |
UAD | : Uluslararası Adalet Divanı |
VTS | : Vessel Traffic System |
93 Harbi | : 1877-1878 Osmanlı-Xxx Xxxxxx |
USD | : Amerikan Doları |
LPG | : Likit petrol gazı |
TTA | : Taktik tekerlekli araç |
TCH | : Chemical (kimyasal) tanker |
ÖZGEÇMİŞ
Xxxxxx Xxxx
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Eğitim
Derece Yıl Üniversite, Enstitü, Anabilim/Anasanat Dalı
X.Xx. 2020 Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Ls. | 1996 | İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi |
Lise | 1994 | Kurtköy Lisesi |
İş/İstihdam Yıl | Görev | |
2001- | Avukat |
GİRİŞ
Türk Boğazları, dünyada deniz trafiğine açık boğazlar arasında siyasi, ekonomik ve stratejik açıdan en önemli boğazlardan ikisidir. Prof. Dr. Xxxxx Xxxxxx 1948 yılında yazdığı “Türk Boğazları” adlı yapıtında “Yıl geçmez ki, onun birçok günlerinde Boğazlar’a dair bir haber, bir demeç veya bir yazı bu basında yer almasın. Bununla beraber Boğazlar’ın gerçek durumunu ve Türkiye için önemini dünyanın gereği gibi kavrayabilmiş olduğunu sanmıyorum” demiştir. Aradan geçen 74 yıla rağmen aynı cümleleri bugün de kurmak mümkündür.
700 yıla yakın zamandır Türk egemenliğinde olan Çanakkale ve İstanbul Boğazları, tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de stratejik önemlerini korumaya devam etmektedir. Sahip olan devlete büyük avantajlar sağlayan bu eşsiz Boğazlar, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen her devirde uluslararası ilişkiler stratejisini doğrudan etkilemiştir.
Boğazlar, İstanbul’un fethinden 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar mutlak Türk egemenliğinde kalmıştır. Bu dönemde İmparatorluğun kadim kuralı olarak da bilinen “Boğazlar’ın yabancı gemilere kapalılığı” ilkesi uygulanmıştır. Her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu, yabancı devletlere tanıdığı kapitülasyonlar nedeniyle zaman içinde yabancı ticaret gemileri Boğazlar’dan geçebilmiş ise de, bu egemen bir devletin kendi yetkileri ile aldığı bir karar olduğu için mutlak egemenliği değiştirmemiştir.
Küçük Kaynarca Anlaşması ile kadim kural değişmeye başlamış ve Boğazlar’da yabancı ticaret ve savaş gemileri görünmeye başlamıştır. Boğazlar’da kadim kuralın zaman zaman yeniden uygulanacak olması, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden mutlak egemen olmasından değil yabancı güçlerin bu şekilde olmasını istemesinden kaynaklanmıştır.
İkili ve çok taraflı anlaşmalarla düzenlenen ve Osmanlı’nın yabancı güçler arasında bir denge rejimi kurmasının en önemli argümanı olan Boğazlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun süre ayakta kalmasının da en önemli sebebidir. Zira İngiltere, Rusya ve zaman zaman da Fransa Boğazlar’ı paylaşamamışlardır. Bu bölgeyi kendisi ele
geçiremeyecekse Osmanlı’da kalmasını istemiş ve başka bir güçlü devletin burayı ele geçirmesini engellemek istemişlerdir. Denilebilir ki Osmanlı’nın uzun yıllar başarı ile sürdürdüğü yabancı güçler arasında denge kurma politikasının hem anahtarı hem de amacı Boğazlar’dır.
Birinci Xxxxx Xxxxxx’na kadar bu şekilde devam eden süreç, İngiltere ve Rusya’nın büyük savaş öncesinde Osmanlı’yı paylaşmak konusunda anlaşması ile yeni bir döneme girmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta yenilmesi ile Boğazlar 1453’den beri ilk kez Osmanlı egemenliğinden çıkmıştır. Mondros ile başlayan ve Sevr ile devam eden karanlık günlerde Boğazlar, yabancı güçlerin kontrolü altındadır. Tarihi bir vesika olarak her Türk gencinin bilmesi gereken Xxxxxxx Xxxxx’x Samsun’a götürecek olan Bandırma vapurunun İstanbul’dan çıkışı İngiliz generalin imzaladığı bir vize ile olmuştur. Sevr her ne kadar onaylanmamışsa da, Sevr de öngörülen rejim Boğazlar’da bir süre fiilen uygulanmıştır. Türk Boğazları yabancı gemilerin sınırsız geçişine açılmıştır. Geçişleri uluslararası bir komisyon düzenlemiştir.
Her ne kadar Xxxxxxx Xxxxx Xxxxxxx liderliğinde başlatılan Xxxxxxxx Xxxxxx’nın kazanılması ile birlikte Boğazlar Bölgesi yeniden Türk egemenliğine girmiş ise de Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar’dan geçişi kontrol etme görevi Türk Hükûmetine verilmemiş yetkileri Sevr’e göre azaltılmış yeni bir uluslararası komisyona verilmiştir. Ayrıca Boğazlar bölgesinin askerden arındırılması hükme bağlanmıştır. Xxxxx Xxxxx Anlaşması’na ek olarak düzenlenen Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin Boğazlar konusunda Türkiye’yi tatmin etmeyecek şekilde düzenlenmesinin birçok sebebi vardır. Dünyanın en güçlü devletlerinin ısrarlı tavırları, Türkiye’nin uluslararası arenada yaşadığı yalnızlık, uzun süren savaş sonrası toplumun maddi ve manevi olarak çok yıpranmış olması ve masaya oturan tarafların önceliklerinin farkı olması gibi sebepler bu durumun nedenleri arasında sayılabilir.
Türkiye için kabul edilmesi çok zor olan bu durum, öncesi ve sonrası ile Cumhuriyet tarihinin en büyük diplomatik başarısı olan Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin yapılması ile değişmiştir. Türkiye, yaklaşan yeni Xxxxx Xxxxxx’nın ayak seslerini bütün dünyanın duymasını sağlamış ve Boğazlar’ın bu hali ile kalması halinde mütecaviz güçlerin burayı çok kolay geçeceğini büyük bir kararlılıkla dünya kamuoyuna anlatmıştır. Nitekim Türkiye, Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi ile sadece geçişi kontrol
etmeyi ve Boğazlar Bölgesi’ni askerileştirmeyi sağlamakla kalmamış, aynı zamanda kıyı devletine günümüzde en fazla yetki veren bir sözleşmeyi kotarmayı başarmıştır.
Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi aynı zamanda savaş gemileri için getirdiği düzenleme ile Karadeniz’i bir xxxxx xxxxxx haline getirmiştir. Nitekim sadece 20 yıl için yapılan ve süresi 1956 yılında dolan Sözleşme, getirmiş olduğu denge rejimi sayesinde 86 yıldır uygulanmaya devam etmektedir. Üstelik bu dönemde İkinci Xxxxx Xxxxxx ve Soğuk Savaş yaşanmıştır. Gücünün zirvesinde Boğazlar’a göz diken, açıkça Türkiye’den Boğazlar’da üs ve geçiş rejimini birlikte belirlemeyi isteyen Xxxxxx’xx arzuları da Türkiye’nin diplomatik başarısı ile engellenmiştir.
Türkiye, Xxxxxx’xx mütecaviz taleplerini batılı güçler ile yakınlaşarak dengelemeyi başarmıştır. Bu yakınlaşma Türkiye’nin Kuzey Atlantik Paktı (NATO) üyesi olmasına kadar devam etmiştir. Türk askeri ve siyasi hayatının en önemli kırılmalarından biri olan NATO üyeliği de Türkiye’nin Boğazlar’ı koruma refleksinin bir neticesinden başka bir şey değildir.
Türk Boğazları için özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yeni bir tehdit ortaya çıkmıştır: Ticaret gemileri. Bu gemiler, geçiş sayılarının artması ve yüklerinin tehlikeli olmaya başlaması ile Boğazlar’da can, mal ve çevre güvenliğini tehlikeye düşürmeye başlamıştır. Daha önce asker gücüyle ve diplomasi ile Boğazlar’ı egemenliği altında tutabilen Türkiye, trafik sorununu da bir şekilde çözmeyi başarmış ve riskleri en aza indirebilmiştir. Bunu da yeni bir Boğazlar Tüzüğü hazırlayarak başarmıştır. Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki mutlak egemenliğinin bir tecellisi olarak kabul edilmesi gereken Boğazlar Tüzüğü, Boğazlar’da meydana gelen kazaları büyük oranda azaltmıştır. Tüzük sayesinde Türkiye, Boğaz trafiğini kontrol altına almayı başarmıştır. Başta Rusya olmak üzere, Boğazlar’ı kullanan büyük güçlerin ve küresel şirketlerin baskıları ile tüzüğün kısmen değiştirilmiş bir hali 1998 yılında yeniden yapılmış ise de Türkiye’nin mutlak egemenliğine halel gelmemiştir.
Yakın zamanda ortaya atılan Kanal İstanbul projesi de, esasen İstanbul Boğazı’nın trafiğini azaltmayı amaçlamaktadır. Ancak böyle bir kanalın yapılması halinde Montrö ile kurulan rejimin tartışmaya açılması ihtimali vardır. Çünkü NATO güçlerinin Karadeniz’e girmesi Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi ile engellenmektedir. Ve batılı
devletler Karadeniz’e girecek bir gedik açmayı dört gözle beklemektedirler. Diğer taraftan Kanal İstanbul’un yapılması halinde Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin uygulanmasına ilişkin birtakım sorunların çıkma ihtimali de vardır. Tüm bu potansiyel sorunlar nedeniyle Türkiye’nin son derece dikkatli olması gerekmektedir.
Her ne kadar Kanal İstanbul projesini savunanlar İstanbul Boğazı’ndan geçen gemi sayısının yıllar içinde çok artacağını ve Boğaz trafiğinin bu yükü kaldıramayacağını iddia etmekteseler de yıllar içinde tespit edilen gemi geçiş sayıları bunun tersini söylemektedir. Gemi geçişleri azalmaktadır. Bu belli ölçüde gemi boylarının büyümesi ile alakalıdır. Ama bunda petrol boru hatlarının da etkisi vardır.
Yine Kanal İstanbul’un yapılması halinde Türkiye’nin gemi geçişlerinden büyük bir gelir elde edebileceği de bir tez olarak ileri sürülmektedir. Oysa hemen yanında ve daha kısa ve geniş bir doğal geçit varken gemilerin Kanal İstanbul’u tercih etmeleri pek öngörülebilir bir durum değildir. Kaldı ki, Boğazlar’ı kullanan gemilerin önemli bir kısmı, ücretli olduğu için kılavuz kaptan almayı bile tercih etmemektedir. Bu gemilerin yüksek geçiş ücreti ödemelerini beklemek pek mantıklı değildir.
Diğer taraftan daha fazla gelir elde etmek için bile olsa, bu kadar çok geminin İstanbul’dan geçmesinin ne kadar doğru olabileceği de başka bir tartışma konusudur. Zira geçen her gemi, taşıdığı yük ve bıraktığı atıklar dışında bile karbon salınımı ve kimyasal açıdan çevreye zarar vermeye devam etmektedir. Yani geçen her gemi Marmara Denizi ve Karadeniz’i biraz daha kirletmektedir. Bu da göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir sorundur.
Yine Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin olası feshi halinde Türk Boğazları’nda nasıl bir rejimin uygulanması gerektiği de Türkiye’nin her zaman üzerinde düşünmesi ve hazırlık yapması gereken konulardan biridir. Türkiye uzun yıllardır bu konuya hazırlık yapmakta ve mutlak egemenliğini vurgulayan adımları atmaktan geri durmamaktadır. Bundan sonraki süreçte de bu tarihi birikim perspektifinde hareket edilmesi bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır.
Zira uzun yıllardır Boğazlar konusunda büyük bir sorun yaşamayan Türkiye’de halk Boğazlar’ın önemini dikkatlerden kaçırmaktadır. Genç kuşaklara bu durum yeterince
iyi anlatılmamaktadır. Sözleşme’nin Türkiye’ye sağladığı avantajlar ve Boğazlar’ın önemi dar bir kesim tarafından bilinmekte ancak toplumun büyük bir kısmı bunlardan bihaber davranmaktadır. Toplumun önemli bir kısmı, suyun her iki kıyısına da sahip olmakla sanki Boğazlar’da kıyıdaş devletin bütün yetkileri haiz olduğunu/olması gerektiğini düşünmekte ve durumu buna göre değerlendirmektedir. Bu bakış açısı ile Boğazlar’dan geçen gemilerden ücret alınmaması büyük bir eksiklik olarak kabul edilmekte ve sanki bu Sözleşme’yi imzalayanların bu konuda basiretsiz davrandıklarını düşünmektedir.
Oysa gerçek bu değildir. Gerçek üstte de vurgulandığı üzere, uluslararası seyrüseferde kullanılan hiçbir boğazda Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi kadar kıyı devletine yetki veren bir sözleşme yoktur. Bu büyük ve mutlaka sahip çıkılması gereken bir diplomatik başarıdır.
Bu çalışma bu amaçla 3 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’ne kadar gelen süreçte Boğazlar’da ortaya çıkan sorunlar ve bunlara karşı Osmanlı İmparatorluğu’nun geliştirdiği stratejiler ortaya konmaya çalışılmıştır. Osmanlı’nın Boğazlar’a sahip olma ve sahip kalabilmeye devam etme dönemi olarak adlandırılan bu dönem, ikili ve çok taraflı anlaşmalar perspektifinde değerlendirilmeye çalışılmıştır. Türkiye’nin yeniden mutlak egemenliği sağladığı ancak geçiş rejimi konusunda istediği neticeleri ele alamadığı dönem de bu bölüm içindedir.
İkinci bölümde Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi incelenmeye çalışılmıştır. Sözleşme’nin yapılması için bir konferans toplama çalışmaları, toplanan konferansta ortaya çıkan metin detaylı bir şekilde incelenmeye çalışılmıştır. Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin getirdiği denge rejimi ve Sözleşme’nin değiştirilme ve sona erme halleri değerlendirilmiştir. Burada Sözleşme’nin sona ermesi halinde nasıl bir geçiş rejimin belirlenmesi gerektiği tartışılmaya çalışılmıştır.
Üçüncü bölümde ise Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin imzalanmasından sonra ortaya çıkan sorunlar ve Türkiye’nin bu sorunları ne şekilde çözmeye gayret ettiği ortaya konmaya çalışılmıştır. İkinci Xxxxx Xxxxxx sırasında yaşanan sorunlar, sonrasında Sovyetler Birliği’nin talepleri ve Türkiye’nin bu mütecaviz talepleri püskürtme yöntemine dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Türkiye’nin NATO üyesi olmasına kadar
uzanan sürecin, büyük oranda Boğazlar’ı savunmak için geliştirilmiş bir strateji olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Daha sonra Boğaz trafiğinin artma nedenleri ve Türkiye’nin buna getirdiği çözümler incelenmiştir. Burada Türkiye’nin ortaya koyduğu 1994 Boğazlar Tüzüğü detaylı bir şekilde incelenmiş ve daha sonra 1998 Tüzüğü ile farkları ortaya konmaya çalışılmıştır. Yine Kanal İstanbul Projesi de Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi kapsamında değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Çalışmanın temel metinlerinden biri olan Sözleşme, metin içinde Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi olarak adlandırılmıştır. Burada Boğazlar’a ilişkin milli bir vurgu yapılmak istenmiştir. Diğer taraftan Sözleşme’nin önemi ve Sözleşme’yi ortaya çıkaran iradenin olağanüstü ileri görüşlülüğü dilimiz döndüğünce ifade edilerek takdir edilmeye çalışılmıştır.
BÖLÜM 1. OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE TÜRK BOĞAZLARI VE LOZAN BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ
Boğaz Kavramı, Milli ve Milletlerarası Boğazlar
1. Boğaz Kavramı
Yeryüzünde ismi nasıl belirlenirse belirlensin farklı deniz alanlarından oluşan tek bir Dünya denizi bulunmaktadır. İşte tek bir büyük Dünya denizini bağlayan dar suyolları boğazlardır (Karan, 2017, s. 424). Denizleri bağlayan bu suyollarının bir kısmı doğal bir kısmı ise yapaydır. Doğal olan suyollarına “boğaz”, yapay olanlara ise “kanal” denilmektedir. Başka bir tanıma göre de boğazlar; iki farklı deniz bölgesini birleştiren doğal ve dar suyollarıdır (Meray, 1960, s. 425). Bu birleştirme doğal olarak değil de insan gücüyle yapılır ise bu suyolu da “kanal” olarak tanımlanır.
“Boğaz”, iki kara arasından geçen ve farklı iki deniz alanına doğal seyrüsefer bağlantısı sağlayan dar suyoludur. Bu tanıma göre boğazdan bahsedebilmek için, iki kara arasında yer alan bir “suyolu” olmalı, bu suyolu iki deniz alanını, üzerinde “seyrüsefere imkân verebilecek şekilde” birbirine bağlamalı, bu bağlantı “doğal” ve suyolu da “dar” olmalıdır (Karan, 2017, s. 424).
Buna benzer şekilde boğaz kavramını, “boğaz iki kara arasında bulunan deniz parçasıdır (Akipek, 1964, s. 47)”, ya da “boğaz, iki deniz parçasını birleştiren, bir denizden diğerine geçmek için kullanılması zorunlu olan, iki kara parçası arasında kalarak darlaşan deniz yoludur (Çelik, 1982, s. 149)” veya “Boğazlar iki deniz parçasını birleştiren doğal ve dar suyollarıdır (Bilsel M. C., 1998, s. 299)” şeklinde tanımlayanlar olmuştur.
Boğaz ve kanalların önemleri uluslararası deniz trafiğinde kullanılıyor olup olmamasına göre değişmektedir. Çok taraflı anlaşmalara konu olan boğazlar, uluslararası deniz trafiğinde kullanılan boğazlardır. Bu boğazlar, hem ekonomik hem de stratejik önemi haizdir.
Aynı şekilde, boğazların genişliğinin, kıyı devletinin veya devletlerinin karasularından geniş olup olmamasına göre de önemi ve geçiş rejimi değişmektedir. Eğer boğazların genişliği, karasularının genişliğinden fazla ise, burada bir xxxx xxxxx alanı bulunmaktadır ve açık denizlerde her gemi sınırlama olmaksızın geçiş hakkına sahiptir. Ancak boğazların genişliği, kıyı devletinin veya devletlerinin karasularının genişliğinden az ise, burada ya Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (BMDHS) belirlediği geçiş rejimi ya da özel bir sözleşme ile belirlenmiş bir rejim varsa o uygulanacaktır.
Dünyada stratejik ve ekonomik önemi haiz 30 kadar boğaz bulunmaktadır. Akdeniz ile Atlantik Okyanusunu birbirine bağlayan Cebelitarık Boğazı, Pasifik Okyanusu ile Atlantik Okyanusunu bağlayan Magellan Boğazı, Baltık Denizi’ni Kuzey Denizi’ne bağlayan Sund ile Küçük Belt ve Büyük Belt Boğazları en meşhur olanlardır (Güngör, 1999).
Ancak dünyada “boğaz” veya “boğazlar” denilince ilk akla gelen Türk Boğazları’dır. Yine Boğazlar Meselesi denilince ilk akla gelen husus da Türk Boğazları’nın hukuki ve siyasi statüsüdür. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleşme noktasında yer xxxx Xxxx Boğazları, diğer boğazlardan farklı olarak iki xxxx xxxxxx bir iç deniz olan Marmara Denizi yoluyla birbirine bağlamaktadır.
Doğal suyolları olan boğazlar dışında, yapay (suni) suyolları olan kanallar da bulunmaktadır. Kanallar zaten önemli bir ihtiyacın giderilmesi için inşa edilmelerinden dolayı doğal olarak stratejik öneme sahiptirler. Bunlar arasında en önemlileri 1869 yılında Mısır’da yapılan Süveyş kanalı, 1896 yılında Almanya’da yapılan Xxxx Kanalı ve 1914 yılında Orta Amerika’da yapılan Panama Kanalı’dır.
Boğazlar üzerindeki güç mücadelesi kıyılara sahip olan devletler ile bu boğazları kullanmak isteyenler arasında gerçekleşmektedir. Kıyı devletleri genel olarak, boğazlara hâkim olmak, geçişleri kontrol etmek ve bundan ekonomik fayda elde etmek istemişlerdir. Buna karşılık, boğazları kullanan devletler veya gemi sahipleri ise buralardan en az kontrol ve en düşük maliyet ile en hızlı ve güvenli şekilde geçmek istemişlerdir. Nitekim bu mücadelelerin sonucunda, stratejik öneme sahip boğaz ve kanallardan geçişler genellikle bir uluslararası sözleşme ile düzenlenmiştir. Özel bir sözleşmesi bulunmayan boğazlarda önceleri teamül haline gelmiş kurallar daha sonra da
uluslararası sözleşmeler uygulanarak geçiş rejimi belirlenmiştir. Günümüzde özel sözleşmesi bulunmayan boğazlar Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine tabidir. Türkiye bu sözleşmenin tarafı olmadığı gibi istikrarlı bir şekilde itiraz eden devlet durumundadır.
1.1. Boğaz Türleri
1.1.1. Ulusal Boğazlar
Boğazlar genel olarak ikiye ayrılmaktadır: ulusal boğazlar ve uluslararası boğazlar. Bir boğazın ulusal ya da uluslararası olması onun coğrafi ve hukuksal özellikleri nedeniyledir. Eğer bir boğaz, tek bir devletin kıyıları arasında ise ve genişliği o devletin karasularının genişliğinin iki katından daha dar ise bir xxxx xxxxxx bir iç denize ya da kapalı bir denize bağlıyor ise o ulusal bir boğazdır (Pazarcı, 1999). Bu tür boğazlara verilebilecek en güzel örnek Karadeniz’i Azak Denizi’ne bağlayan Kerç Boğazı’nın dağılan Sovyetler Birliği dönemindeki durumudur.
Bu tür boğazlarda geçiş rejimi kıyı devleti tarafından belirlenir. Ancak bir boğaz, tümüyle ulusal boğaz özellikleri taşımasına rağmen, uluslararası bir anlaşmaya konu olmuşsa ve geçiş rejimi bir uluslararası anlaşma tarafından belirleniyorsa o halde o bir uluslararası boğazdır. Burada boğazın statüsünü değiştiren şey coğrafi koşullar değil, hukuki koşullardır.
1.1.2. Uluslararası Boğazlar
Uluslararası boğazlar ise, birden fazla devletin kıyıdaş olduğu, suları kıyıdaş devletlerin karasuları sınırlarında kalan boğazlardır. Yukarıda da belirtildiği gibi, eğer bir boğazın geçiş rejimi uluslararası sözleşmeler ile belirleniyorsa, coğrafi durumu ne olursa olsun bu boğazlar da uluslararası boğaz olarak kabul edilmektedir. Coğrafi ve hukuki durumun belirlenmesi İkinci Xxxxx Xxxxxx sonrasında Arnavutluk ve İngiltere arasında Korfu Boğazı’nda çıkan bir uyuşmazlık nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından verilen bir karar ile ortaya çıkmıştır (Vank, 1998). 9 Nisan 1949 tarihli “Korfu Boğazı Davası” olarak bilinen uyuşmazlıkta, Uluslararası Adalet Divanı, uluslararası
boğazı şu şekilde tarif etmiştir: “Açık denizin iki parçasını birleştiren ve uluslararası deniz ulaşımında kullanılmakta olan” boğazlar, uluslararası boğazlardır. Bu tanım daha sonra BMDHS’de de yer almış ve sözleşmenin 37. Maddesi uluslararası boğazları; “açık denizin veya bir münhasır ekonomik bölgenin bir bölümü ile açık denizin veya bir münhasır ekonomik bölgenin diğer bölümü arasında uluslararası seyrüsefer için kullanılan boğazlar” olarak tarif etmiş ve bu boğazlarda “transit geçiş rejiminin” uygulanacağını belirtmiştir (Vank, 1998).
Türk Boğazlar’ı, tek bir devletin kıyılarına hâkim olduğu, genişliği karasularının genişliğinden dar olan, bu nedenle coğrafi açıdan ulusal boğaz statüsünde bulunması gereken boğazlardır. Ama hukuki açıdan, uluslararası bir sözleşme ile düzenlenmiş olması ve iki xxxx xxxxxx birleştirmiş olması nedeniyle, uluslararası boğaz statüsündedir.
1.2. Türk Boğazları
1.2.1. İstanbul Boğazı
Çok eski zamanlarda bir akarsu vadisi olan İstanbul Boğazı, zamanla deniz suyu ile dolmak suretiyle bugünkü halini almıştır. Karadeniz Boğazı da denilmektedir. Karadeniz ile Marmara Denizi arasındadır ve bu iki denizi bağlamaktadır. Yani esasen bir iç deniz olan Marmara Denizi ile bir xxxx xxxxx olan Karadeniz’i bağlamaktadır. Coğrafi açıdan ulusal bir boğaz olarak adlandırılabilecekken, geçiş rejimi uluslararası bir sözleşme olan Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi ile düzenlendiği için “uluslararası boğaz” statüsündedir.
İstanbul Xxxxxx’xxx xxxxxxxx 00 xx’dir. Kuzey girişi Türkeli Feneri ile Anadolu Feneri’ni birleştiren hattan; güney girişi ise Kadıköy İnciburnu Feneri ile Ahırkapı Feneri’nin birleştiği hattan oluşur. Kuzey girişinin genişliği yaklaşık olarak 3350 metre, güney girişinin genişliği ise yaklaşık olarak 2850 metredir. En dar yeri Rumeli Hisarı ile Kandilli arasındadır ve yaklaşık 698 metredir. En geniş yeri ise Umuryeri ile Büyükdere arasındadır ve yaklaşık 3600 metredir (Yaycı, 2021, s. 23). Yüzey ve dip akıntısı, sisler ve 85 dereceyi bulan keskin dönüşleri ile gemiciler için dünyanın en zor geçiş noktalarından biridir (Yerel Deniz Trafigi Rehberi).
1.2.2. Marmara Denizi
Marmara Denizi bir iç denizdir, zira bütün kıyıları Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altındadır. Ancak Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi, Türk Boğazları’nı tarif ederken İstanbul ve Çanakkale Boğazı ile Marmara Denizi’ni de bir bütün olarak kabul etmiş ve düzenlemiştir. Bu haliyle Marmara Denizi uluslararası seyrüseferde kullanılan bir iç deniz statüsündedir. 11.500 km² büyüklüğündeki Marmara Denizi, doğudan batıya 275 km, kuzeyden güneye ise 75 km uzunluğundadır (Güngör, 1999).
1.2.3. Çanakkale Boğazı
Çanakkale Boğazı da tıpkı İstanbul Boğazı gibi bir akarsu yatağı iken suların yükselmesi ve deniz suyunun dolması ile bugünkü halini almış çok önemli bir boğazdır. Çanakkale Boğazı Truva Savaşı’na da konu olan, stratejik önemi en eski olan boğazdır. Tarihte İstanbul Boğazı’ndan daha önemli ve stratejik olmuştur. Yakın zamanda da, 1915’de, Birinci Xxxxx Xxxxxx sırasında, bu boğazı geçmek için verilen mücadele ve sonuçları neredeyse tarihin akışını değiştirmiştir.
İstanbul Boğazı’na göre daha az girintiye sahip olan Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ile Ege Denizi’ni birleştirmektedir. Tek başına düşünüldüğünde bir iç deniz ile xxxx xxxxxx birleştirmesi nedeniyle ulusal bir boğaz olarak adlandırmak mümkünken, Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi ile düzenlendiği için uluslararası bir boğaz niteliğindedir.
Çanakkale Boğazı’nın uzunluğu 37 mildir. Kuzey girişinin genişliği 5120 m, güney girişinin genişliği ise 4333 m’dir. En dar yeri 1250 m ile Çanakkale ile Kilitbahir arasında kalan kısım iken, en geniş yeri ise 7778 m ile İntepe limanı önleridir (Yaycı, 2021, s. 23; Ece N. J., 2011). Ortalama derinliği 65 m’dir.
1.3. Boğazlar’ın Stratejik ve Jeopolitik Önemi
İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’ndan oluşan Türk Boğazları, jeopolitik ve jeokültürel bakımdan bir köprü niteliğindedir. Sahip oldukları eşsiz konum nedeniyle de dünyanın en önemli suyollarından biridir. Sadece jeopolitik
bakımdan değil, askeri, stratejik, siyasi ve ekonomik bakımından da büyük bir öneme sahiptir. Asya ve Avrupa kıtalarını birleştiren Türk Boğazları, birçok ülkenin Afrika ile bağlantı kurmasını da sağlamaktadır. Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin dünya ile bağlantı sağladığı, önce Akdeniz’e sonrasında ise okyanuslara ulaşabildiği tek giriş-çıkış kapısı durumundadır. Bu yönüyle sadece Türkiye için değil Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin güvenliği açısından da kritik bir öneme sahiptir. Bu önemleri nedeniyle de tarihin hemen her döneminde, büyük devletlerin sahip olmak veya kontrol etmek istedikleri bir yer olmuştur. Dünyada bu kadar önemi haiz başka bir bölge bulmak pek mümkün değildir.
Uluslararası jeopolitik açısından bu kadar önemli olmasının yanında Karadeniz, Marmara ve Ege bölgeleri arasındaki bağlantıyı sağlaması ve ülke içinde hammadde, yarı mamul ve mamullerin ulaştırılması açısından Türkiye için de Boğazlar büyük önemi haizdir.
Askeri açıdan da çok önemli bir konumda olan Türk Boğazları, sahip olan askeri güce büyük avantajlar sağlamaktadır. Nitekim Birinci Xxxxx Xxxxxx sırasında dünyanın en güçlü orduları ve donanmaları Çanakkale Boğazı’nı geçememişlerdir. Böylesine önemli boğazlara sahip olmak, o boğazları savunmak konusunda kıyı devletini her zaman teyakkuzda bulunmaya sevk etmektedir. Buna karşılık, böylesine önemli bir geçite sahip olan devlet, diğer devletler için dostluğu ve muteber bir devlet olarak saygı duyulmasına da sebebiyet vermektedir.
Xxxxxxxx Xxxxxxxxx’xx “O dar Boğazları Rusya’ya bırakmaktansa Dünya’nın yarısını bırakmayı tercih ederim” (Yaycı, 2021, s. 13) ve Çar I. Xxxxxxxxx’xx “Coğrafya benim Boğazlar’a sahip olmamı emrediyor eğer Boğazlar başkasının elinde ise kendi evimin sahibi olmam olanaksızdır (Doğru, 2013, s. 134-135)” mealindeki sözleri Boğazlar’ın önemini ortaya koyan tarihi delillerdir.
Yakın zamanda yaşanan, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Soğuk Savaş ve hatta Sovyetler Birliği’nin dağılması gibi birçok önemli olaydan sonra Boğazlar’ın önemi daha da artmıştır. Kimi zaman askeri kimi zaman ekonomik önemi öne çıksa da Boğazlar öyle görünüyor ki tarih boyunca önemli kalmaya devam edecektir.
Günümüzde özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında bağımsızlıklarını kazanan devletlerin keşfettikleri petrol ve doğalgaz yataklarından çıkan ürünlerin Batı pazarlarına ulaştırmasında en uygun yolun deniz yolu olması, Boğazlar’ın önemini daha da artırmıştır. Diğer taraftan Tuna ve Ren nehirlerinin birleşmesi Avrupalı birçok devletin Karadeniz’e inebilmesine olanak vermiş bu durum Karadeniz’in ve Boğazlar’ın gemi trafiğini artırmıştır. Bütün bunlar önemli riskleri de beraberinde getirmiştir. Türkiye bu riskleri azaltmak için egemen devlet olarak önemli düzenlemeleri yürürlüğe koymuştur. Trafik geçiş düzeni kurmuş, geçişi güvenli kılmak için teknolojik birtakım desteklerle trafiği düzenlemiştir. Alternatif bir İstanbul kanalı da bu riskler ve başka sebeplerle gündeme gelmiştir.
Diğer taraftan Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, NATO’nun genişleme çalışmaları Karadeniz’e kıyıdaş birçok ülkeyi NATO üyesi haline getirmiştir. NATO ve Rusya’nın Karadeniz’e kıyıdaş olması, bu bölgede yaşanan gerginliklerde, askeri gemilerin Boğazlar’dan geçişine ilişkin sorun ve talepleri ortaya çıkarmıştır. Türkiye, şimdiye kadar Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’ni titizlikle uygulamak suretiyle bu türlü talepleri geçiştirmeyi ve Karadeniz’i gerginliklerden uzak tutmayı başarmıştır.
1.3.1. Boğazlar’da Türk Egemenliği
Boğazlar tarih boyunca Eski Yunanların, İranlıların, Makedonyalıların, Romalıların ve Bizanslıların egemenliğinde kalmıştır. Çanakkale Boğazı, 1354 yılında Osmanlı Padişahı Xxxxx Xxx’xx Xxxxxxxx’xx xxxxx (Xxxxxxxxxxx, 0000, s. 156) ile İstanbul Boğazı ise 1453 yılında Xxxxx Xxxxxx Xxxxxx’in İstanbul’u fethi ile tamamen Türk egemenliğine geçmiştir (Erkin, 1968, s. 19).
1.3.2. Türk Egemenliğinde Boğazlar’dan Geçiş Rejimi
1.3.2.1. Kayıtsız Egemenlik Dönemi (1453-1809)
Xxxxx Xxxxxx Xxxxxx’in İstanbul’u fethinden sonra Türk Boğazları Bölgesi olarak adlandırılan bölgenin tamamı yani Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı Türk egemenliğine girmiştir. İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu
Karadeniz’i bir Türk gölü haline getirmeye çalışmış ve 1459’da Amasra’nın, 1460’da Xxxxx’xx, 0000’xx Xxxxxxx’un, 1477’de Kırım’ın ve 1484’de Kili ve Xxxxxxxx’xx fethi ile Karadeniz bir Türk gölü haline gelmiştir (Tukin, 1947, s. 30). Bu durum 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması’na kadar devam etmiştir. Her ne kadar bu dönem içerisinde 1535 yılında Fransızlara, 1579 yılında İngilizlere ve 1612 yılında Hollandalılara kapitülasyonlar verilmek suretiyle, ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişine izin verilmiş ise de bu dönem “mutlak Türk egemenliği” dönemidir. Bu dönemde “Boğazlar’ın kapalılığı” temel ilke haline gelmiş ve Boğazlar tüm yabancı savaş gemilerine kesin olarak kapatılmıştır (Ökten, 2008, s. 16). Uzun yıllar devam eden bu kural “İmparatorluğun kadim kaidesi” halini almıştır. Bu dönemde tanınan kapitülasyonlar iradi olup, devletin ticaret merkezi olmak ve batılı devletlerle iyi ilişkileri devam ettirmek için izlediği stratejinin bir parçasıdır.
1.3.2.2. 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması
1774 yılında Rusya ile imzalanan bu anlaşma Karadeniz ve Boğazlar için bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığı arasında 1768 ile 1774 yılları arasında süren savaşı sona erdiren anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu, Rus ticaret gemilerine Karadeniz ve Akdeniz’de bulunma serbestisi vermiş ve Boğazlar’dan geçmelerine müsaade etmek zorunda kalmıştır. Bu anlaşma aynı zamanda Karadeniz'in bir Türk gölü olma vasfını da ortadan kaldırmıştır.
Küçük Kaynarca Anlaşması ile Rus ticaret gemilerine Boğazlar’dan serbestçe geçiş hakkı tanınmıştır. (Madde 11) Böylece Osmanlı İmparatorluğu, ilk kez bir uluslararası anlaşma ile yabancı bir devletin ticaret gemilerine Boğazlar’dan serbest geçiş hakkı tanımıştır (İnan, 1995, s. 8). Bu aynı zamanda kadim ilkenin (Boğazlar’ın yabancı devlet gemilerine kapalılığı) sonu olarak da kabul edilmektedir.
1.3.2.3. 1798 İstanbul Antlaşması
Küçük Kaynarca Anlaşması sonrasında Rusya, büyük bir güç haline gelmiş ve Avrupa’yı ele geçirmenin planlarını yapmaya başlamıştır. Aynı dönemde Fransa İmparatoru Xxxxxxxx da gözünü İstanbul’a dikmiştir. Xxxxxxxx bu dönemde yaptığı
askeri hamlelerle bütün Avrupa’yı tedirgin etmiş ve önlem almaya yönlendirmiştir. Osmanlı ve Rusya da bu sebeple bir yardım anlaşması imzalamışlardır. 1798 yılında sekiz yıl süreli olarak imzalanan İstanbul Antlaşması’nın gizli 2 ve 4. maddeleri gereğince Karadeniz, tüm yabancı savaş gemilerine kapatılmıştır. Bu kuralın ihlali ise savaş sebebi kabul edilmiş ve olası bir savaşın ortak yürütülmesi kararlaştırılmıştır. Yani olası bir savaş durumunda Xxx xxxxx gemilerinin Boğazlar’dan geçebilmesi hakkının tanınması hüküm altına alınmıştır (Belik, 1962, s. 8). Rusya ile yapılan 1805 tarihli İttifak Anlaşmasının gizli 1. maddesiyle bu hak teyit edilmiştir. Gizli 7. maddesi ile de Osmanlı’ya yabancı devletlerin savaş gemilerinin Boğazlar’ı geçmeme yükümlüğü getirilmiştir. Fakat bu yükümlülükler o devrin siyasi gelişmeleri nedeniyle uygulanamamıştır. Zira aynı dönemde Fransa ile yakınlaşma siyasetinin bir sonucu olarak Boğazlar, Rus gemilerine kapatılmıştır. Rusya bu durumu anlaşmanın ihlali kabul ederek savaş nedeni saymıştır. 1806 yılında bu nedenle Osmanlı’ya savaş açmıştır. Bu arada Fransa ile Rusya arasında yapılan 1808 Erfurt görüşmelerinde, Rusya’nın Boğazlar’ı istediği duyulunca Osmanlı İmparatorluğu İngiltere ile ittifak yapmak zorunda kalmıştır (Toluner S. , 1996, s. 150).
1.3.2. İkili Antlaşmalarla Düzenleme Devresi (1809-1841)
Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybetmesi ile Boğazlar konusunda mutlak Türk hâkimiyeti Kale-i Sultaniye Anlaşması ile ortadan kalkmıştır (Belik, 1962, s. 9). Bu dönemde Boğazlar’dan geçiş rejimi konusunda Osmanlı İmparatorluğu ikili anlaşmalar imzalamış ve bu durumu bir denge rejimi ile devam ettirmeye çalışmıştır (İnan, 1995, s. 9).
1.3.2.1. Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Anlaşması
Rusya ile Balkanlarda savaşa devam edebilmek için 5 Xxxx 1809 tarihinde İngiltere ile imzalanmıştır (Erim, 1953, s. 125). Bu anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu barış zamanında Boğazlar’ı hiçbir yabancı devletin savaş gemisine açmamayı taahhüt etmiştir. Bu anlaşma ile “kapalılık ilkesi” ilk kez bir “uluslararası yükümlülük” haline gelmiştir (Belik, 1962, s. 9). Bu anlaşma aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun Boğazlar’da mutlak egemenliğine son veren anlaşmadır. Bundan sonra Boğazlar’da geçiş
rejimi Osmanlı İmparatorluğu’nun taraf olduğu ikili anlaşmalarla düzenlenmeye başlanmıştır. Fransa ve Rusya’nın yakınlaşması ve yaptıkları görüşmelerde Rusların Boğazlar’la ilgili temennilerini ortaya koymasının anlaşılması üzerine, Osmanlı İmparatorluğu da İngiltere ile yakınlaşma stratejisi izlemiştir. Osmanlı İmparatorluğu bu sayede Rusya’ya karşı bir denge kurmayı ve Rusya’nın geri adım atmasını sağlamayı amaçlamıştır. Buna karşı İngiltere ise Rusya’ya karşı Boğazlar’ı kapatmak suretiyle Hindistan ticaret yollarını güvencede tutmayı amaçlamıştır.
Anlaşma Çanakkale’de imzalanmıştır. 12 maddelik anlaşmanın 11. maddesine göre, Boğazlar’dan savaş gemilerinin geçmesi yasaklanmıştır. İngiltere de bu kurala uymayı taahhüt etmiştir. Esasen İmparatorluğun kadim kuralını tekrar eden bu anlaşma, o tarihe kadar egemen bir devlet olarak Osmanlı’nın tek başına sürdürdüğü “Boğazlar’ın kapalılığı ilkesini” uluslararası bir yükümlülüğe dönüştürmüştür (Belik, 1962, s. 9; Xxxxxxx, 2003, s. 48). Ve “Boğazlar meselesi” uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Anlaşma aynı zamanda İngiltere ve Rusya arasında Boğazlar konusunda yaşanan rekabeti gün yüzüne çıkarmıştır.
1.3.2.2. Edirne Anlaşması
14 Eylül 1829 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında imzalanmıştır (Erim, 1943, s. 279-286). Rusya ve İngiltere’nin kışkırtması ile Xxxx’da başlayan isyan sonunda Londra Antlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığına karar verilmiştir. Londra Anlaşması sürecine Osmanlı İmparatorluğu itiraz etmiştir. Bu nedenle İngiltere, Rusya ve Fransa’dan oluşan müttefik kuvvetler, Navarin’de Osmanlı donanmasını yakmışlardır. Bir savaş yokken donanması yakıldığı için Osmanlı İmparatorluğu tazminat talep etmiş ve aynı zamanda Boğazlar’ı bütün gemilere kapatmıştır. Boğazlar’ın kapatılması üzerine Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında savaş çıkmıştır. Bu sırada Fransa ise Xxxx’yı işgal etmiş, Avrupa devletleri bağımsız Yunanistan devletini kurmuştur. Kurulan devleti Avrupa’nın seçtiği bir prensin yönetmesine ve Osmanlı İmparatorluğu’na vergi vermesine karar verilmiştir. Ancak Osmanlı İmparatorluğu bu kararları reddetmiştir. Fakat diğer taraftan da Rusya ile savaş halinde olması ve savaşı kaybediyor olması nedeniyle anlaşmaya mecbur kalmıştır. Bu anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu, barış halinde bulunduğu bütün devletlerin ticaret gemilerine Boğazlar’ı açmayı taahhüt etmiştir
(Toluner S. , 1996, s. 160). Bu anlaşma ile Boğazlar konusundaki kadim kuraldan büyük bir taviz verilmiş ve Boğazlar’ın barış zamanında bütün devletlerin ticaret gemilerine açıklığı ilkesi uluslararası bir taahhüt haline gelmiştir (İnan, 1995, s. 10).
1.3.2.3. Hünkâr İskelesi Anlaşması
Edirne Anlaşması ile Rusya Boğazlar’dan ticaret gemilerinin serbest geçişini sağlamış ve psikolojik üstünlük elde etmiştir. Bu dönemde, 1831 yılında, Mısır Valisi Xxxxxx Xxx Xxxx yeni bir isyan çıkararak Xxxxxx’xx xxxxx xxxxxxxx. Xxxx xxxxx Xxxxxx Xxx Xxxx’xxx xxxxxxxxxx Xxxxx’da Osmanlı ordularını yenip Kütahya önlerine kadar gelmiştir. Bunun üzerine Sultan II. Xxxxxx, batılı devletlerden yardım istemiş ancak bu talebe sadece Rusya olumlu cevap vermiştir (İnan, 1995, s. 11). Ancak Rus donanmasının yardım maksadı ile de olsa 12 bin asker ile İstanbul Boğazı’na gelmesi hem Osmanlı’yı hem de İngiltere ve Fransa’yı rahatsız etmiştir. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Xxxxxx Xxx Xxxx’ya baskı yaparak geri çekilmesini sağlamışlardır. Ancak II. Xxxxxx, Mısır tehlikesini bertaraf etmek için Rusya ile stratejik bir savunma anlaşması olan Hünkâr İskelesi Anlaşması’nı imzalamıştır. Anlaşma, 8 Temmuz 1833 tarihinde Rusya ile sekiz yıllık süre için yapılmıştır (Erim, 1953, s. 297-299). Bu anlaşma ile bir savunma ittifakı kurulmuştur. Buna göre taraflardan biri saldırıya uğrar ise diğeri ona kara ve deniz kuvvetleri ile yardımda bulunmayı taahhüt etmiştir. Anlaşmanın gizli maddesine göre ise Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na yapacağı yardıma karşılık, Rusya’nın yardım talep etmesi halinde Osmanlı İmparatorluğu da Çanakkale Boğazı’nı Rusya lehine bütün devletlerin savaş gemilerine kapatmayı taahhüt etmiştir (Toluner S. , 1996, s. 160). Bu anlaşma esasen Boğazlar’ın geçiş rejiminde bir değişiklik yapmamıştır; ancak bu anlaşma nedeniyle Boğazlar’ın hukuki statüsünün çok taraflı anlaşmalarla düzenlenmesinin önü açılmıştır.
1.3.3. Çok Taraflı Anlaşmalarla Düzenlenme Dönemi
1.3.3.1. Londra Boğazlar Sözleşmesi
Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu ile Mısır arasında yaşanan sorunlardan faydalanarak imzaladığı Hünkâr İskelesi Anlaşması başta İngiltere olmak üzere Avrupalı
Devletler tarafından endişe ile karşılanmıştır. Özellikle, Rusya’nın talep etmesi halinde Boğazlar’ın yabancı savaş gemilerine kapatılacak olması, bu endişenin en temel sebebidir. Diğer taraftan Rusya, Boğazlar’ı korumak bahanesi ile bölgeye yerleşmiş ve nüfuzunu artırmıştır. Bu genel durum karşısında Avrupa Devletleri harekete geçmişlerdir (Toluner S. , 1996, s. 160). Bu amaçla Avrupa Devletleri, yanlarına Rusya’yı da alarak, Osmanlı’ya bir nota vermişlerdir. Bu notada; Osmanlı'nın Xxxxxx Xxx Xxxx’ya taviz vermemesini ve Mısır için müdahale etmeye hazırlandıklarını beyan etmişlerdir. Bunun üzerine Londra Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır (Erim, 1953, s. 309). Sözleşme’ye göre Xxxxxx Xxx Xxxx tarafından bir saldırı olursa müttefik devletler Osmanlı Devleti’ni korumayı taahhüt etmişlerdir. Buna karşılık xxxxx xxxxxx Osmanlı İmparatorluğu, Boğazlar’ı hiçbir yabancı devletin savaş gemisine açmamayı taahhüt etmiştir. Savaş halinde ise geçişe karar verme yetkisi Osmanlı İmparatorluğu’na ait olacaktır. Ve nitekim Osmanlı İmparatorluğu, 1853-1856 Kırım savaşı sırasında bu yetkisini kullanmıştır.
Bu sözleşme, Boğazlar üzerinde imtiyazlı bir durumda olan ve onları ele geçirme hayali kuran Rusya’ya karşı İngiltere’nin kazandığı diplomatik bir başarıdır (İnan, 1995,
s. 14). Bu anlaşma ile geçiş rejimi uluslararası bir statü kazanmıştır. Her bir devletin ayrı bir sözleşme yaparak Boğazlar konusunda yeni bir hak elde etmesi engellenmiş, ticaret gemileri için ise barış zamanında geçiş serbestisi getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu anlaşma ile Boğazlar’daki geçişi tek taraflı olarak belirleme imkânı kalmamıştır. Buna karşılık Boğazlar’ı savunmak için özellikle İngiltere’nin desteğini almıştır. Rusya bu anlaşma ile Akdeniz’e inme imkânını kaybetmiş, diğer taraftan gemileri Karadeniz’e hapsolmuştur. Ticaret gemileri için açıklık, savaş gemileri için kapalılık rejimi getiren bu andlaşma (Özersay, 1999, s. 49), Birinci Xxxxx Xxxxxx’na kadar temel anlaşma olarak uygulanmıştır. Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devleti olarak kabul edildiği ilk anlaşmadır. Bu anlaşma aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü koruma politikası izleyen İngiltere’nin bu yolda attığı ilk önemli adımdır (Erkin, 1968, s. 29).
1.3.3.2. Paris Anlaşması ve Paris Boğazlar Sözleşmesi
1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile Karadeniz’e hapsolan Rusya, bu durumu değiştirmek için İngiltere ile ittifak kurmak ve bu surette Osmanlı’nın paylaşılmasını
istemiştir. İngiltere ise bu teklifi kabul etmemiş ve hatta tehlikeli bulmuştur. Bu teklifin kabul edilmemesi üzerine Rusya, Fransa’nın da iç karışıklık yaşadığı bir dönemde Osmanlı’nın Tuna eyaletini işgal etmiş ve Osmanlı egemenliğindeki Ortodoksları kışkırtmak suretiyle iç savaş çıkarmak istemiştir.
1853-56 yılları arasında gerçekleşen Kırım Savaşı’nda Batılı Devletlerin de desteği ile Osmanlı, Rusya’yı yenmiştir. Ancak bu galibiyet, Osmanlı’nın da çöküşünü hızlandıracak kadar büyük maliyetlere neden olmuştur. Rusya ise daha büyük kayıplar vermiş, kısa sürede onarılmayacak bir yara almıştır. Savaş sonunda her iki devlet de iflasın eşiğine gelmiştir.
Paris Sözleşmesi, Kırım Savaşının sonunda, 30 Mart 1856 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya, Fransa, İngiltere, Prusya, Rusya ve Sardunya arasında imzalanmıştır (Erim, 1953, s. 341-353). 1841 Londra Sözleşmesi ile getirilen düzen burada da tekrarlanmıştır. Ancak farklı olarak, Karadeniz’in tarafsızlaştırılması hükmü getirilmiştir (İnan, 1995, s. 15). Sözleşmenin 11. Maddesi ile Karadeniz, bütün devletlerin ticaret gemilerine açık, kıyıdaş devletler de dâhil olmak üzere bütün devletlerin savaş gemilerine ise yasak ve kapalı hale getirilmiştir. Savaş gemileri ile ilgili bu düzenleme Birinci Xxxxx Xxxxxx’na kadar Boğazlar’da geçerli geçiş rejimi olmuştur (Toluner S. , 1996, s. 161).
Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya’nın Karadeniz’de askeri tersane kurmaları yasaklanmıştır. Ancak kıyıları savunmak için hafif savaş gemisi bulundurulabilecektir. Osmanlı kıyıları tersane kurmaya çok elverişli olmadığı için bu hüküm özellikle Rusya’nın aleyhine olmuştur. Bu düzenleme ile Rusya’nın Karadeniz’de Osmanlı’yı tehdit etmesi önlenmek istenmiştir (İnan, 1995, s. 16).
1.3.3.3. Karadeniz Hakkında Londra Anlaşması
1841 yılında imzalanan Londra Boğazlar Sözleşmesi ile kurulan geçiş rejimin getirdiği düzen ve denge, 1856 Paris Sözleşmesi ile Rusya’nın aleyhine olacak şekilde değişmiştir (İnan, 1995, s. 16). Özellikle, Karadeniz’in tarafsız bir deniz haline getirilmesi ve bu denizde bulunan tersanelerin kapatılması, Rusya açısından katlanılması mümkün olmayan bir durum yaratmıştır. Her ne kadar Rusya aleyhine, Osmanlı, İngiltere ve
Fransa başarılı bir anlaşma ortaya koymuş ise de kurulan düzen sadece on beş yıl devam edebilmiştir. Zira stratejik olarak sadece bir tarafa yarar sağlayan, zafer mahsulü bir düzenden ileri gidememiştir (Erkin, 1968, s. 31).
Boğazlar ve Karadeniz’de içinde bulunduğu olumsuz koşulları değiştirmek isteyen Rusya, panslavist bir politika izlemeye ve Balkanlar’da yaşayan Slavları kışkırtmaya başlamıştır. Bu politika ile Rusya hem Slav halkları kendi öncülüğünde bağımsızlığa kavuşturarak nüfuz alanına almak hem de Paris Sözleşmesi ile içinde bulunduğu olumsuz koşulları değiştirmek istemiştir. Fransa-Avusturya ve Fransa-Prusya savaşları nedeniyle Avrupalı Devletlerin içinde bulunduğu durumdan da faydalanmak isteyen Rusya, Paris Sözleşmesi’ni feshettiğini açıklamıştır (Tukin, 1947, s. 289). Her ne kadar İngiltere bu duruma itiraz etmiş ise de Prusya lideri Xxxxxxxx’xx çabaları ile Londra’da yeni bir konferans toplanmasına karar verilmiştir.
Londra Sözleşmesi, 13 Mart 1871 yılında Osmanlı İmparatorluğu, Almanya, Avusturya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya arasında imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Karadeniz’in tarafsızlığı kaldırılmıştır. Osmanlı ve Rusya’nın, Karadeniz’de donanma bulundurma ve tersane kurma hakkı yeniden tanınmıştır. Ancak, xxxxx xxxxxx Boğazlar’ın ticaret gemilerine açıklığı, savaş gemilerine ise kapalılığı ilkesi devam etmiştir. Osmanlı Devleti’ne, xxxxx xxxxxx dost ve müttefik devletlerin savaş gemilerini Boğazlar’dan geçirmek konusunda muhtariyet tanınmıştır (Erim, 1953, s. 369-371).
1.3.3.4. Berlin Anlaşması
1871 Londra Antlaşması ile Rusya yeniden Boğazlar’ı kullanmaya ve Karadeniz’de savaş gemisi inşa etmeye başlamıştır. Yine bu dönemde Ruslar, Boğazlar konusunda istediğini elde etmek ve “hasta adam” Osmanlı’nın mirasından daha fazla pay almak için Panslavist politikalara da hız vermiştir. Oysa 1841 Londra Antlaşması’na giden yolda Rusya, diğer devletlere gönderdiği notada bir “Doğu Sorunu” çıkarmayı amaçlamadığını, sadece Boğazlar ve Karadeniz konusunda ortaya çıkan durumu kabul etmesinin mümkün olmadığını ortaya koymuştur (İnan, 1995, s. 18). Ancak gerçek Rus stratejisinde Boğazlar konusunda kazanılan her başarı, yeni bir adımın sıçrama taşıdır (Erkin, 1968, s. 33).
Rusya’nın niyetinin gerçekte bu olmadığı kısa sürede ortaya çıkmıştır. Nitekim 00 Xxxxxxx 0000’xx Xxxxx Xxxxxx’te başlayan isyan ateşi kısa süre içinde bütün Balkan topraklarını sarmıştır. Bunun sonucu olarak İstanbul’da 1876 yılında “Xxxxxxx Xxxxxxxxxx” toplanmış ve konferansa katılan büyük devletler Osmanlı’ya bu topraklardan vazgeçmeyi de içeren ağır bir reçete dayatmışlardır.
Bu durumu fırsat bilen Ruslar ise “93 Harbi” olarak bilinen savaşı başlatmış ve Karadeniz’i bir Rus denizi haline getirmek istemişlerdir. Nitekim bunda başarılı olmuş ve İstanbul önlerine kadar gelmeyi başarmış ve Osmanlı’yı, kendisi için çok ağır şartlar içeren, Ayestefanos Antlaşması’nı imzalamaya mecbur bırakmıştır.
Ayestefanos Antlaşması’nın 24. maddesine göre Boğazlar, gerek savaş gerekse barış döneminde Rus limanlarından gelen veya bu limanlara giden tarafsız devletlerin ticaret gemilerine açık olacaktır (Erim, 1953, s. 387-400). Sırbistan, Romanya ve Karadağ bağımsızlığını kazanmış, geniş bir toprak parçası üzerinde Bulgaristan Prensliği kurulmuştur. Osmanlı, bu andlaşma ile Balkanlarda, Arnavutluk dışında tüm topraklarını kaybetmiştir. Doğu Anadolu’da ise Kars, Ardahan ve Batum’u Rusya’ya bırakmak zorunda kalmıştır.
Rusya’nın Osmanlı topraklarından böylesine bir pay alması ve nüfuz alanını bu kadar fazla genişletmesi Batılı Devletlerin tepkisine neden olmuştur. Ayestefanos Anlaşması ise Rusya’ya özellikle Boğazlar konusunda sağladığı büyük avantajlar nedeniyle yürürlüğe girmemiştir (Özersay, 1999, s. 50). Batılı devletlerin baskısı ile toplanan Berlin Konferansı’nda Boğazlar konusunda Londra Andlaşması ile getirilen düzeni tekrar edecek olan Berlin Antlaşması imzalanmıştır (Erim, 1953, s. 403-424). Boğazlar’ın ticaret gemilerine açıklığı ve savaş gemilerine kapalılığı şeklinde özetlenebilecek bu düzen Birinci Xxxxx Xxxxxx’na, hatta sonrasında imzalanan Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne kadar devam etmiştir (İnan, 1995, s. 19).
1.4. Birinci Xxxxx Xxxxxx Dönemi
1.4.1. Birinci Xxxxx Xxxxxx’nda Boğazlar’ın Durumu
Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Xxxxx Xxxxxx’na giden süreçte, Trablusgarp ve Balkan savaşlarının yol açtığı ağır yaraları sarmaya çalışmakta ve ufukta görülen büyük savaş için çözümler üretmeye çalışmakta idi. Avrupa’nın iki bloka ayrıldığı ve savaş çanlarının çalmaya başladığı bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu da özellikle İtalya tehdidine karşı önlem almaya çalışmıştır. Bir yandan ordu ve donanma ıslah edilmeye çalışılmış, bir yandan da yeni ittifaklar geliştirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu dönemde, o tarihe kadar Osmanlı’nın başarı ile yürüttüğü denge politikasını yürütme imkânı kalmamıştır. Zira İngiltere ve Rusya, “hasta adam”ın ölüm fermanını imzalamışlar, Osmanlı’nın yıkılması ve sonrasındaki paylaşım planlarını yapmaya başlamışlardır. Nitekim Osmanlı’nın ittifak teklifini önce İngiltere sonrasında ise Rusya ile olan güvenlik anlaşması nedeniyle, Rusya’nın onaylamadığını ileri sürerek, Fransa reddetmiştir. Bu durumda Osmanlı’nın Avrupa’da Almanya’dan başka ittifak yapabileceği bir devlet kalmamıştır.
Aynı dönemde Ayxxxxxxxxx Xnlaşması ile neredeyse avucunun içine kadar gelen Boğazlar’ı elinden kaçıran Rusya, çıkacak büyük savaşta bu bölgeyi kesin olarak alabileceğini düşünmekte ve tüm planlarını bir genel harbe ve bu sırada Boğazlar’ın işgaline göre yapmakta idi. Zira ihracatının yüzde 90’ını Boğazlar yolu ile yapan ve askeri savunması açısından Boğazlar’a çok ihtiyacı olan Rusya, diplomatik yollarla bu bölgeye hâkim olacağına olan inancını kaybetmiştir (Erkin, 1968, s. 42).
Elbette tarihte hiçbir olay tek bir sebepten meydana gelmemiştir. Hele devletler arasındaki ilişkiler çok daha girift ve karmaşıktır. Birinci Xxxxx Xxxxxx gibi, tarihin o zamana kadar görmediği bir büyük felaketin de tek bir nedeni vardır diyemeyiz. Ama şunu kesinlikle ifade edebiliriz: Birinci Xxxxx Xxxxxx’nın çıkmasının en önemli nedenlerinden biri Rusya’nın Boğazlar’ı ele geçirme iştahıdır. Nitekim dönemin Rus Dışişleri Bakanı Saxxxxx 0 Aralık 1913 tarihinde Çar’a verdiği raporda Boğazlar için söyle demiştir: “Herhangi bir hükümetin ve örnek olarak Bulgaristan’ın İstanbul’a yürümesi ihtimali vardır. Böyle bir girişimin meydana gelmesinde Rusya’nın daha önce
hedeflerine pençesini atabilmesi için hazırlıkça acele olunmalıdır. Bununla beraber bir dünya harbi çıkmadan önce İstanbul ve Boğazlar sorununun bir adım ilerlemeyeceği de düşünülmelidir” (Karabekir, 2002, s. 45).
Nitekim Savaş başladıktan sonra Rusya, İstanbul şehrini ve Boğazı’nı, İzmit Körfezi’ne kadar olan Anadolu topraklarını, Marmara Denizi’ndeki adalar ile Çanakkale Boğazı’nın dışındaki İmroz ve Bozcaada’yı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nin batı kıyılarını talep etmiştir. Rusya’nın baskısı ile İngiltere ve Fransa bu talepleri kabul etmiştir (Tukin, 1947, s. 364-365).
Bu şartlarda başlayan savaşa Osmanlı İmparatorluğu, Fransız sahillerini bombalayan iki Alman savaş gemisi Goxxxx xe Breslau’nun kendisine sığınması ve donanmasına katılması, sonrasında ise bu gemilerin 29 Ekim 1914'de Rus gemilerine saldırması ile girmek zorunda kalmıştır. Savaşın başlaması ile Osmanlı İmparatorluğu, Boğazlar konusunda daha önce yapılan tüm anlaşmaları feshettiğini açıklamıştır (İnan, 1995, s. 20). Alman güçleri Xxxxxxxx’x xxxxxxxx xxxx Xxxxxxxx’x xx Xxxxxxxxx’ye gelmiştir. İtilaf Devletleri’nin Rusya ile bağının kesilmesi nedeniyle, İngiltere için Boğazlar’a saldırmak bir zorunluluk haline gelmiştir. O dönemde İngiltere, dünyanın en büyük devleti ve tartışmasız en büyük donanmasının sahibidir. İngiliz ve Fransız donanmaları önce denizden Çanakkale’ye saldırmış ama başarılı olamamışlardır. Daha sonra bu kez karadan teşebbüs etmişlerdir. Tarihin gördüğü en kanlı cephelerden biri olan Çanakkale’de, Türk askerinin çelikten iradesi Çanakkale’yi geçilmez yapmış ve dünyanın en büyük donanmaları ve orduları bu savaşta yenilmişlerdir. Çanakkale zaferi ile yardım götürülemeyen Rusya’da Bolşevik Devrimi olmuş ve Çarlık rejimi sona ermiştir. Rusya, 3 Mart 1918’de “Brest Litowsk Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekilmiş ve Boğazlar konusundaki taleplerinden vazgeçtiğini ilan etmiştir.
Artık Boğazlar’da rejimi belirleme gücü savaşın galipleri İngiltere ve ABD’ye geçmiştir. İngiltere, Boğazlar’ın uluslararası geçişe açık olmasını ve bir uluslararası komisyon tarafından yönetilmesini savunmuştur. ABD ise Başkan Xxxxxx’un Xxxxxx İlkeleri’nin 12. maddesinde dile getirdiği şekliyle “Çanakkale Boğazı devamlı surette açık tutulacak ve uluslararası garantiler altında bütün milletlerin gemileri ve ticaretleri için serbest bir geçiş teşkil edecektir” (Erkin, 1968, s. 52).
1.4.2. Mondros Ateşkes Anlaşması
Osmanlı İmparatorluğu, savaş sırasında kendisinden beklenilenden daha büyük başarılar göstermesine ve Çanakkale zaferi ile tarihin akışını büyük ölçüde değiştirmesine rağmen Birinci Xxxxx Xxxxxx’nı kaybetmiştir. 1918 yılında, Bulgaristan, Avusturya Macaristan ve sonra Almanya’nın barış istemeleri ile yalnız kalmış ve 5 Ekim 1918’de barış istemek zorunda kalmıştır.
Ateşkes görüşmelerinde Osmanlı İmparatorluğu’nu Xxxx (Orbay) Bey temsil etmiştir. Görüşmeler İngiliz zırhlısı Agememnon’da yapılmıştır. 25 maddeden oluşan çok ağır barış şartları, Yunanların Boğazlar’da bulunan istihkâmların işgaline katılmaması koşulu ile 30 Ekim 1918’de kabul edilmiştir. Anlaşmada, İngiltere’nin Boğazlar ile ilgili önerileri kabul edilmiş ve Türk Boğazları’nda yeni bir dönem başlamıştır.
Mondros Ateşkes Anlaşması’nın Boğazlar’a ilişkin düzenlemelerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
- Boğazlar tüm gemilerin geçişlerine açılacak, Boğazlar’da bulunan istihkâmlar İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir.
- Osmanlı İmparatorluğu’nun Boğazlar’da yaptığı tüm torpil tarlaları ve tüm güvenlik tedbirleri gösterilecek, bunların temizlenmesine de yardım edilecektir.
- Karadeniz’de bulunan tüm torpil tarlaları ve askeri tedbirlerin haritaları teslim edilecektir.
- İtilaf Devletleri, güvenliklerinin tehlikede olduğunu düşünmeleri halinde istedikleri noktayı işgal edebilecektir.
6 Kasım 1918’de Boğazlar’da bulunan Osmanlı askerleri çekilmeye başlamıştır. 7 Kasım 1918’de ise İtilaf Devletlerinin askerleri bölgeye yerleşmeye başlamıştır. 13 Kasım 1918’de 55 gemiden oluşan İtilaf Devletleri donanması İstanbul limanına demirlemiştir. Demirleyen gemiler arasında anlaşmaya aykırı olarak Yunan gemileri de yer almıştır.
Mondros Ateşkes Anlaşması ile İstanbul ve Boğazlar, mücadelesiz olarak İtilaf Devletleri’nin eline geçmiştir. Boğazlar’ın geçiş rejimi konusunda Anxxxxx’da bir madde
bulunmamaktadır. Ancak, Anlaşma büyük oranda Xxxxxx İlkeleri’nden esinlenerek hazırlandığı için sonrasında açıklık rejimin uygulanacak olması beklenen bir gelişmedir. Nitekim devam eden süreçte Boğazlar’da açıklık rejimi uygulanmıştır. Boğazlar’ın uluslararası statüsü ve yıllardan beri uygulanan “kapalılık rejimi yerine “açıklık” rejimin getirilmesi ile Mondros, Boğazlar konusunda tarihi dönüm noktalarından biridir (İnan, 1995, s. 21).
1.4.3. Sevr Anlaşması
İtilaf Devletleri, Mondros Mütarekesi ile fiilen uyguladıkları düzeni hukuki bir zemine oturtmak için Sevr Anlaşması’nı hazırlamışlardır. Birinci Xxxxx Xxxxxx’nın galipleri, Osmanlı topraklarını savaş öncesi yaptıkları planlara ve anlaşmalara bağlı olarak paylaşmışlardır. Ancak Boğazlar’ın paylaşılması konusunda anlaşmazlık çıkmıştır. Hiçbir devlet Boğazlar’ın, başka bir devlet tarafından kontrol edilmesini veya işgal edilmesini kabul etmemiştir (Erkin, 1968, s. 53). Yukarıda etraflıca değindiğimiz üzere Boğazlar’ın sahip olduğu büyük önem nedeniyle anlaşmazlık baş göstermiştir. İtilaf Devletleri’nin lideri durumundaki İngiltere, Boğazlar’ın, Panama Kanalı gibi ABD tarafından manda idaresi ile yönetilmesini teklif etmiştir. Diğer devletlerin ABD mandasını kabul etmemesi üzerine de Boğazlar’ın Milletler Cemiyeti tarafından yönetilmesi kararı verilmiştir (Kocabaş, 1994, s. 135).
Bu sırada Ulusal Xxxxxxxx Xxxxxx’nı başlatan Xxxxxxx Xxxxx’xx xönlendirmesi ile 28 Xxxx 1920’de Osmanlı Mebuslar Meclisi “Xxxxx-ı Millî” metnini yayınlamıştır.
Xxxxx-ı Millî’de Boğazlara ilişkin rejim şu şekilde ifade edilmiştir: "Makarrı hilafeti islamiye ve payitahtı saltanatı seniye ve merkezi hükümeti Osmaniye olan İstanbul şehri ile Marmara denizinin emniyeti, hertürlü halelden masun olmalıdır. Bu esas mahfuz kalmak şartile, Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının, ticaret ve münakalatı aleme küşadı hakkında bizimle sair bilumum alakadar devletlerin müttefikan verecekleri karar muteberdir”1 (Soysal, 1989, s. 15).
1 ”İslam Halifeliği’nin ve Yüce Saltanat’ın merkezi ve Osmanlı Hükümeti’nin başkenti olan İstanbul ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak tutulmalıdır. Bu ilke saklı kalmak şartı ile Akdeniz ve Karadeniz Boğazları’nın dünya ticaretine ve ulaşımına açılması konusunda bizimle birlikte öteki tüm Devletlerin oybirliği ile verecekleri karar geçerlidir”
Xxxxxxx Xxxxx, Boğazlar’ı bütün gemilere kapatmanın mümkün olmadığını, bunun (Karadeniz’e kıyıdaş olan ülkelerin başka bir giriş-çıkışlarının olmaması nedeniyle) hakkaniyete de uygun olmayacağını düşünmüş ve günün şartlarına göre gerçekçi bir hedef belirlemiştir. Atxxxxx’xx xemel stratejisi, Türkiye’nin güvenliğinin korunması şartıyla serbest geçişin kabul edilebileceği şeklindedir (Pazarcı, s. 853-854).
İtilaf Devletleri’nin Xxxxx-ı Milli’ye cevabı 16 Mart 0000’xx Xxxxxxxx’un işgal edilmesi ve Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması şeklinde olmuştur. Bu durum direnişin merkezinin Anadolu’ya kaymasına ve Xxxxxx’xx 00 Xxxxx 0000’xx Xxxxxxx Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açılmasına sebep olmuştur. Paris ve Londra Konferanslarında bir araya gelen İtilaf Devletleri Osmanlı İmparatorluğu ile yapacakları anlaşmaya son şeklini vermiş ve hazırlanan anlaşma Padişah’a sunulmuştur. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Anlaşması Paxxxxx xarafından imzalanmıştır. Osmanlı için her anlamıyla bir yıkım belgesi olan ve Türkleri Anadolu’nun ortasında küçük bir coğrafyaya hapseden bu anlaşma Boğazlar için de kabulü mümkün olmayan çok ağır şartlar taşımaktadır.
Sevr Anlaşması’nın 37 ila 61. maddeleri Boğazlar’la ilgilidir (Toluner S. , s. 162). Anlaşmaya göre Boğazlar’ın kontrolü geniş yetkilere sahip uluslararası bir komisyona verilecektir. Komisyon’un ayrı bir bayrağı ve bütçesi olacaktır. Osmanlı’nın Komisyon’da temsilcisi bulunmamaktadır.2 Boğazlar bütün devletlerin ticaret ve savaş gemilerine ve askeri uçaklara açık olacaktır (Toluner S. , 1996, s. 162). Boğaz’ın Avrupa tarafında, Çatalca’ya kadar olan kısım Yunanistan’ın kontrolüne bırakılacaktır. Anadolu kıyıları ise Türk egemenliğinde olacaktır. Bu durumda Boğazlar farklı ülkelerin kıyıdaş olduğu bir suyolu haline getirilmek istenmiştir (Pazarcı, s. 349). Bu kadar ağır şartlar içeren Sevr Anlaşması, Ankara Hükûmeti tarafından yok hükmünde kabul edilmiştir. Paxxxxx xarafından imzalanmasına rağmen meclis onayından geçmeyen Sevr Anlaşması hiçbir zaman yürürlüğe girememiştir (Toxxxxx X. , 1996, s. 162). Ancak anlaşma 1920-22 yılları arasında Ulusal Xxxxxxxx Xxxxxx döneminde fiilen uygulanmıştır.
2 Anlaşmanın 40 maddesine göre Komisyon üyeleri, ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya temsilcilerinden oluşacaktır.
1.5. Türkiye Döneminde Boğazlar
1.5.1. Lozan Boğazlar Sözleşmesi
Xxxxxxx Xxxxx xxderliğinde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), milletin istiklalini yine milletin azim ve kararlığının kurtaracağı düşüncesi ile Sevr’i reddetmiş ve Xxxxx-ı Milli’yi gerçekleştirmek için var gücü ile bir büyük bağımsızlık mücadelesi başlatmıştır (Uçarol, 1992, s. 182).
Bir yandan cephede yapılan savaşa komutanlık eden TBMM, diğer taraftan da diplomatik çalışmalarını yürütmüştür. Birinci İnönü zaferinden sonra Sovyetler Birliği ile imzalanan “Moskova Antlaşması” ile iki ülke arasında dostluk ve iş birliği hedeflenmiştir. Buna bağlı olarak, Karadeniz ve Boğazlar konusunda her iki devlet de ancak kıyıdaş ülkelerin katılacağı bir konferans yoluyla bu işin çözülmesi ve ortaya çıkacak sonucun Türkiye’nin ve başkent İstanbul’un güvenliğine zarar vermemesi gerektiği konusunda mutabık kalmışlardır (Gürün, 1991, s. 69-70). Anılan Anlaşmanın Boğazlar’a ilişkin 5. maddesi şöyledir: “Boğazların bilcümle akvamın münakalatı ticarisiyle küşadını ve bu hususta serbestii mürruru teminen tarafeyni müteakideyn Karadeniz ve Boğazların tabi olacağı nizamnamenin ihzarı katisini düveli sahiliye murahhaslarından mürekkep olarak bilahare teşekkül edecek bir konferansa tevdie muvafakat ederler. Şu kadar ki mezkûr konferanstan sadır olacak mukarreratın Türkiye’nin hâkimiyet-i mutlakasına ve Türkiye ile payitahtı olan İstanbul Şehrinin emniyetine bir güna halel iras etmemesi şarttır” (Pazarcı, 2021, s. 349). Benzer hükümler 00 Xxxx 0000’xx Xxxxxxx, Xxxxxxxxxx, Gürcistan ve Azerbaycan arasında imzalanan “Kars Anlaşması’nda da yer almıştır (Yılmaz V. , 1998, s. 192-194).
30 Ağustos 1922 tarihinde Büyük Taarruz’un zaferle sonuçlanmasıyla, Eylül ayı ortalarında Anadolu tamamen Yunan askerlerinden temizlenmiştir. Kazanılan zafer sonrası telaşa kapılan İtilaf Devletleri, ne olursa olsun Boğazlar’ı bırakmak istememiş ve bunun için gerekirse yeniden savaşmayı göze almışlardır (Atxxxxx, 1961, s. 677). Ancak İngiltere’nin takındığı tavır Fransa ve İtalya’yı rahatsız etmiş ve bu devletler askerlerini çekmeye başlamışlardır. Diğer taraftan Sovyetler Birliği de İngiltere’ye, Boğazlar konusunda tek geçerli anlaşmanın Moskova Anlaşması olduğunu hatırlatmış ve bu
anlaşmaya göre Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin katılacağı bir konferans toplanması gerektiğini ifade ederek, uyarmıştır. İngiliz kamuoyunda uzun süren savaşlar sonrasında oluşan psikolojik durum ve bozulan ekonomi yeni bir savaş fikrinden uzaklaşılmasına neden olmuş ve taraflar geri adım atmak suretiyle, anlaşma yolunu tercih etmişlerdir.
Bu gelişmeler nedeniyle Türkiye, İngiltere, Fransa ve İtalya temsilcilerinden oluşan bir heyet 0 Xxxx 0000’xx Xxxxxxx’da toplanmış ve bir ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Görüşmelerde Türkiye’yi Xxxxx Xxxx (İnönü) temsil etmiştir. Uzun ve çetin müzakereler sonunda Yunan kuvvetlerinin Meriç Nehri’nin batısına kadar çekilmesi kararlaştırılmış ve boşalan bu bölgeye 8000 askeri geçmeyen bir Türk kuvvetinin yerleşmesi kabul edilmiştir. Ancak, Türk kuvvetlerinin Çanakkale ve İzmit’te belirlenen hattı geçmesine izin verilmemiştir. Bu şekilde Boğazlar Bölgesi’ne Türk askerinin girmesine izin verilmemiştir. Türkiye ayrıca bölgede tahkimat yapmamayı ve topçu birliği bulundurmamayı da taahhüt etmiştir.
Taraflar bu koşullar altında barış anlaşması imzalamayı kabul etmiş ve 20 Kasım 1922’den 24 Temmuz 1923’e kadar süren uzun görüşmeler sonunda Lozan Xxxxx Xxxxxxxxxx ve Lozan Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Her ne kadar Fransa ayrı bir Boğazlar konferansı toplanmasını istemiş ise de İngiltere Lozan’da her iki konunun da görüşülerek karara bağlanmasını istemiştir (Pazarcı, 2021, s. 349).
Xxxxx Xxxxx Anlaşması, Birinci Xxxxx Xxxxxx’nın galipleri ile Xxxxxxxx Xxxxxx’nın galibi Türkiye arasında imzalanan ve bu yönüyle görüşmeler sırasında psikolojik olarak her iki tarafın da moral değerlerinin yüksek olduğu bir anlaşmadır. Taraflar bu yüzden sürekli olarak psikolojik üstünlüğü ellerinde tutmaya çalışmışlardır. Görüşmeler tarafların ortaya koyduğu tezlere göre şekillenmiştir. Tarafların her birinin öncelikleri ve hassasiyetleri farklıdır. İngiltere için anlaşmanın en önemli tarafı Musul meselesi ile birlikte Boğazlar’ın açık kalmasını sağlamaktır (İnönü, 1984, s. 73). Zira Çanakkale Savaşı’nda yaşadığı travmanın etkisi geçmiş değildir. Türkiye’nin önceliği ise yeni kurulmakta olan devletin egemen eşitliğini kabul ettirmek, kapitülasyonları ve yabancı devletlerin Türkiye’deki yargı yetkisini tümüyle ortadan kaldırmak, İstanbul ve Trakya’da kalan İngiliz ve Yunan kuvvetlerinin yeniden savaşa gerek kalmaksızın en kısa sürede çekilmelerini sağlamak olmuştur.
Lozan’da Boğazlar konusunda İngiltere, Sovyetler Birliği ve Türkiye üç farklı tezi savunmuşlardır. Bu arada Boğazlar’a ilişkin sözleşmenin Xxxxx Xxxxxxxxxx’nın ana metninde düzenlenmemiştir. Sözleşme’nin eki niteliğinde yeni bir Boğazlar Sözleşmesi şeklinde yapılmıştır. Bunun nedeni, ana metnin sadece savaşan devletler arasında imzalanan ve barışa ilişkin şartları düzenleyen bir metin olmasının istenmesidir. Buna karşılık Boğazlar ile ilgili sözleşmeye savaşta yer almayan devletlerin de katılmasını sağlanmak istenmiştir. Burada amaç Boğazlar konusunda sözleşmeye taraf olmayan devletleri de bağlayan objektif bir hukuk kuralı oluşturmak istenmesidir.
1.5.1.1. Tarafların Görüşleri
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin müzakerelerinde üç farklı görüşün ortaya çıktığı görülmüştür (Bilsel M. C., 1998, s. 348). Genel olarak İngiltere, Rusya ve Türkiye’nin görüşü olarak adlandırılabilecek bu görüşler aşağıdaki gibidir:
1.5.1.1.1. İngiltere’nin Görüşü
Tarih boyunca Boğazlar konusunda dikkatli bir politika izleyen İngiltere, Lozan müzakereleri sırasında da bu tutumunu sürdürmüştür. Boğazlar’da Türk egemenliğinin zayıflamaya başladığı ve uygulanacak geçiş rejimlerinin ikili ve uluslararası sözleşmeler ile belirlenmeye başladığı dönemlerde, İngiltere hemen her zaman sürecin belirleyici aktörlerinden biri olmuştur. İngiltere Osmanlı’nın egemenliğinin zayıfladığı dönemlerde Boğazlar’da olası bir Rus egemenliğine kesinlikle karşı çıkmış ve bu durumu dengelemek istemiştir. Bunda da çoğu kez başarılı olmuştur. İngiltere’nin Boğazlar politikası genellikle Rusya’nın durumuna ve kendi çıkarlarına göre belirlenmiştir. Kendi sömürgelerine giden yolların güvenliğini sağlamak ve en büyük rakiplerinden biri olarak gördüğü Rusya’nın Akdeniz’e inmesini engellemek için genellikle Boğazlar’ın askeri gemilere kapalılığı ilkesini savunmuştur. Buna karşılık Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle ticari ilişkileri olması ve bu bölgelerden hammadde temin ettiği için Boğazlar’ın ticaret gemilerine açık olmasını istemiştir.
İngiltere, Xxxxx xxxxx görüşmelerinde Boğazlar konusunda çok çetin bir mücadele vermiştir. Ancak bu görüşmeler sırasında geleneksel politikasından uzaklaşmış ve
Boğazlar’ın hem savaş hem de ticaret gemilerine açık olmasını istemiştir. Bu politika değişikliğinin temel sebebi İngiltere’nin Birinci Xxxxx Xxxxxx sonrasında gücünün zirvesinde olması ile açıklanabilir. Diğer taraftan rakibi SSCB ise Bolşevik devriminin yaşamış ve savaştan yıpranarak çıkmıştır. Ayrıca ekonomik açıdan oldukça sıkıntılı bir dönemden geçmektedir. SSCB bu dönemde askerî açıdan da zayıf bir durumda bulunmaktadır. Ayrıca İngiltere’nin Birinci Xxxxx Xxxxxx’nda Çanakkale cephesinde yaşadığı hezimet de Boğazlar politikası konusunda belirleyici faktörlerden biri olmuştur. İngiltere, her ne kadar Osmanlı ile kurduğu ilişkiler ile Boğazlar’ı istediği gibi kontrol edebilmiş ise de ihtiyaç duyduğunda burayı doğrudan zapt edebileceğini tahmin etmiştir. Fakat gücünün zirvesinde olduğu bir dönemde dünyanın en güçlü donanması ve ordusu ile bunu yapamamış ve Çanakkale cephesinde kaybetmiştir. Bundan dolayı Rusya’da çarlık rejimi yıkılmış ve Rusya savaştan çekilmek zorunda kalmış, Romanya’ya da talep ettiği desteği verememiştir. Tüm bunlar savaşın birkaç yıl daha uzamasına sebebiyet vermiştir. Bu da kendisi için büyük külfetlere neden olmuştur. “Çanakkale travması” olarak adlandırılabilecek bu durum İngiltere’nin Boğazlar’da açıklığı savunmasının temel nedenlerinden biridir.
Tüm bu nedenlerle İngiltere, Boğazlar’da Sevr rejiminin devam etmesini, Boğazlar’ın askerden arındırılmasını, uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesini ve askeri ve ticari tüm gemilerin serbestçe geçmesini temin etmeye çalışmıştır (İnan, 1995, s. 27). Bu sayede, güçlü donanması ile Karadeniz’e de hâkim olmayı ve Rusya’yı kontrol altında tutmayı hedeflemiştir (İnönü, 1984, s. 77).
1.5.1.1.2. Sovyetler Birliğinin Görüşü
Esasen Sovyetler Birliği’nin, Birinci Xxxxx Xxxxxx’ndan çekildiği için Lozan’daki görüşmelere katılma hakkı bulunmamaktaydı. Ancak Türkiye, İtilaf Devletleri karşısında yalnız kalmamak için öncesinde dostluk anlaşması imzaladığı Sovyetler Birliği’nin de görüşmelere katılmasını istemiştir. Sovyetler Birliği de Boğazlar konusunda söz sahibi olmak istediği için bu konuda istekli davranmıştır. Bu nedenlerle SSCB, yalnızca Boğazlar konusundaki görüşmelere katılmak üzere, Lozan’a davet edilmiştir.
İngiltere’nin aksine Sovyetler Birliği, tarih boyunca Boğazlar’ı doğrudan kontrol etmeyi ya da savaş ve ticaret gemilerine açık olmasını istemiştir. Bu sayede donanmasını
sıcak denizlere indirmeyi ve küresel bir güç olmayı arzulamıştır. Ancak Birinci Xxxxx Xxxxxx’nda yaşadığı ekonomik ve askeri sıkıntılar ve sonrasında gerçekleşen Bolşevik Devrimi’nin etkisi ile önceliğini ülke içinde istikrarı sağlamaya yöneltmiştir. Bu nedenle Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin görüşmeleri sırasında geleneksel Boğazlar politikasından farklı bir strateji izlemiştir.
Nitekim Sovyetler Birliği Konferans’tan önce tezini açıklamıştır: Boğazlar’ın Türk egemenliği altında kalmasını ve gerek savaş gerek de barış zamanında savaş gemilerine kapalı tutulması gerektiğini ifade etmiştir. Yani Sovyetler Birliği, Boğazlar’ın kapalılığı ilkesini savunmaktadır (İnan, 1995, s. 27).
Bunun temelinde en başta kendi güvenliğini sağlamak vardır. Bu arada Türkiye’nin egemenliğini kabul etmiş ve olası bir uluslararası komisyona karşı çıkmıştır. Bu şekilde Türkiye üzerinden bir kalkan oluşturmak istemiştir (Bilsel M. C., 1998, s. 348- 350). Savaş gemileri için kesin kapalılık fikrini savunan Sovyetler Birliği, ticaret gemileri açısından ise kesin açıklığı savunmuştur.
1.5.1.1.3. Türkiye’nin Görüşü
Türkiye Lozan’da, Boğazlar konusunda oldukça dikkatli bir politika izlemiştir. Özellikle İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin hassasiyetlerini iyi bildiği için bir denge kurulmasını beklemiş ve kendi fikrini özellikle en başta ifade etmek istememiştir. İngiltere’nin, Türkiye’nin fikrini öğrenmeye yönelik çabalarını, Xxxxx Xxxx xstaca savuşturmuş ve dikkatleri Sovyetler Birliği’nin tezine yöneltmek istemiştir. Türkiye’nin Lozan’da Boğazlar konusunda temel hedefi Boğazlar’da tam egemenliğini sağlamak olmuştur. Bu nedenle, Sevr’de kurulan sistemin kaldırılması ve askersizleştirmenin sona ermesi öncelikli hedef olarak belirlenmiştir. Gemilerin geçişi konusunda ise dengeli bir rejim önermiş, savaş gemilerinin belli sınırlamalar ile geçmesini, ticaret gemilerinin ise serbest geçişini istemiştir. Ancak geçiş rejiminin kendi güvenliğini tehlikeye düşürmemesi konusundaki hassasiyetinin altını her zeminde ortaya koymuş ve dikkat çekmiştir. Güvenlik konusunda en önemli nokta ise Türk askerlerinin Boğazlar bölgesine girebilmesi ve bölgeyi kontrol edebilmesidir (Bilsel M. C., 1998, s. 348-350).
Elbette Konferans’a katılan diğer devletler de Boğazlar konusunda fikirlerini söylemişlerdir. Ama özgün olarak yeni bir fikir ileri sürülmemiştir. Devletlerin görüşleri genel olarak bu üç görüşten birine katılmak veya karşı çıkmak şeklinde olmuştur. Esasen ticaret gemileri konusunda Konferans’a katılan tüm devletlerin fikir birliği içinde olduğunu söylemek mümkündür. Ancak savaş gemileri ve Boğazlar bölgesinin askersizleştirilmesi konusunda tam bir anlaşmazlık söz konusudur.
1.5.1.2. Xxxxx Xxxxx Konferansında Boğazlarla İlgili Tartışmalar
Boğazlar konusunda yukarıda bahsettiğimiz üç temel tez etrafında çetin tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye, Konferans’ta tezini hemen söylemek istememiştir. Hatta İngiltere’nin bu konuda Türkiye’yi eleştirmesine rağmen ısrarla diğer fikirleri görmek istemiş ve kendi tezini sona bırakmak istemiştir. İngiltere de Türkiye’yi beklemiş, o da kendi tezini erken ifade etmekten imtina etmiştir. Xxxxx Xxxxx xaşlangıçta Xxxxx-ı Milli’de Boğazlar konusunda alınan kararı okuyarak başlamıştır. İngiltere ise ilkesel konuşmaların çözüme katkı sunmayacağını ifade ederek Xxxxxxx’xx xxxxxxxxxxxxx (Xxxxxxx, 0000, s. 435).
Türkiye, Karadeniz’e kıyıdaş olan ve bu sebeple Konferans’a katılan Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’ın katılımından dolayı memnuniyetini ifade etmiştir. Bu şekilde İtilaf Devletleri karşısında yalnız kalmaktan da kurtulmuştur. Karadeniz’e kıyıdaş olmasına rağmen Romanya bu gruptan ayrılmış ve Boğazlar’ın kayıtsız şartsız açıklığı ilkesini savunmuştur. Buna gerekçe olarak da kendisinin Karadeniz’den tek çıkış yolunun Boğazlar olduğunu hatta bu nedenle Boğazlar’ın askerden de arındırılması gerektiğini ifade etmiştir (Özersay, 2003, s. 437). Daha sonra Bulgaristan da bu fikre katıldığını ifade etmiştir. Bu devletlerin İngiltere’nin etkisiyle böyle bir tavır değişikliğine gittiklerini söylemek kuvvetle muhtemeldir. Zira Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin de kendisi gibi düşünmesi İngiltere’nin tezini güçlendirecektir. İngiltere aynı zamanda Rusya, Ukrayna, Gürcistan ve Türkiye’ye karşı bir blok oluşturmak istemiştir. İngiltere, Rusya’yı Karadeniz’i bir Rus gölü haline getirmeye çalışmakla ve diğer ülkeleri de bu plana alet etmekle suçlarken, kendisi de aynı planı Romanya ve Bulgaristan üzerinden gerçekleştirmiştir. Türkiye ise Romanya’nın önerilerinin ulusal çıkarlarına uygun olmadığını ifade ederek reddetmiştir.
Temel olarak İngiliz tezini destekleyen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) de Boğazlar’ın kesin olarak açık olmasını ve askerden arındırılmasını istemiştir. Bu konuda hazırladıkları bir raporu da konferansa sunan ABD, iki sebepten Boğazlar’ın açıklığına vurgu yapmıştır: Birinci olarak Türkiye’nin tarih boyunca başka devletlerin etkisinde kaldığını ve bu nedenle Boğazlar’ın yönetiminin uluslararası bir komisyon tarafından yürütülmesini istemiştir. İkinci olarak da ticari hayatın gereklilikleri nedeniyle Boğazlar’ın mutlaka açık olması gerektiğini ifade ederek Rusların diğer denizlere geçebilmesine karşılık kendilerinin de Karadeniz’e kolayca geçebilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Tüm bu gelişmeler olurkex Xxxxx Xxxxx sürekli olarak Ankara’ya bilgi vermiş ve Boğazlar konusunun çözümün zorluğunu ifade etmiştir. İngiltere ısrarla Türkiye’nin önerisini duymak istemiş ama Xxxxx Xxxxx xürekli olarak bu durumu geçiştirmeyi başarmıştır. Bu kez Rus temsilcisi Xxxxxxx devreye girmiş ve İtilaf Devletleri’nin önerisini duymak istediğini ifade etmiştir. Hatta bu konuda “büyük devletler sanırım Boğazlar konusu ile artık ilgilenmiyor” diyerek tahrik edici bir beyanda da bulunmuştur.
İngiltere bunun üzerine tezini açıklamıştır. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere, Boğazlar’ın açık ve çevresinin askerden arındırılmış olmasını ve Boğazlar’ın bir uluslararası komisyon tarafından yönetilmesini savunmuştur. Yani Sevr rejiminin devamını dilemiştir. Türkiye, bu teze karşı çıkmıştır. Ayrıca Marmara Denizi’nin Boğazlar’la birlikte anılmamasını, zira buranın kendi savunması için stratejik önemi olduğunu beyan etmiştir. İngiltere’nin tezini duyduktan sonra Türkiye de kendi tezini ifade etmiştir.
Kısa bir aradan sonra Boğazlar konusundaki görüşmelere 8 Aralık 1922’de devam edilmiştir. Bu tarihte söz alan Xxxxx Xxxx, İngiltere ve onu destekleyen devletler tarafından ileri sürülen teklifleri değerlendirerek konuşmasına başlamıştır. Xxxxx Xxxx xicaret gemileri için herhangi bir çekinceleri olmadığını, savaş ve barış zamanında serbestçe Boğazlar’dan geçebileceklerini ifade etmiştir. Ancak savaş gemileri konusunda çekinceleri olduğunu, bu gemilerin birtakım sınırlamalar ile Karadeniz’e geçebilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Burada Türkiye’nin güvenliğine vurgu yaparak, kurulacak düzenin bu hassasiyet gözetilerek oluşturulması gerektiğini ifade etmiştir. Marmara’nın stratejik önemi nedeniyle “boğaz” kavramından çıkarılmasını, askersizleştirilecek
yerlerin ise daraltılması gerektiğini ifade etmiştir. Türk Heyeti bu değerlendirmelerin ışığında uygulanmasını istediği rejimi şu şekilde ifade etmiştir:
- Boğazlar, Marmara Denizi ve İstanbul için denizden ve karadan gelecek tehlikelere karşı garanti sağlanmalıdır.
- Karadeniz’de bulunacak ve Boğazlar’dan geçecek savaş gemileri birtakım sınırlamalara tabi olmalıdır.
- Ticaret gemileri için geçiş serbestisi uygulanmalıdır. Ancak Türkiye’nin savaş durumunda denetleme yapma yetkisi olmalıdır.
- Boğazlar teriminin içinden Marmara Denizi çıkarılmalıdır. Çünkü Boğazlar’ın olası bir silahtan arındırılma durumunda bu denize de aynı statünün uygulanması güvenlik zafiyetlerine sebebiyet verebilecektir.
- Askerden arınma değil, tahkimat azaltma gibi bir tedbir daha kabul edilebilirdir.
- Askerden arındırılmış bölge olacaksa da bu dar olmalıdır. İngiltere’nin teklif ettiği bölge çok geniştir.
- Boğazönü adaları (İmroz, Bozcaada, Semadirek) Türk egemenliğinde olmalıdır. Limni Adası’na ise özerklik verilmelidir.
- Gelibolu yarımadasının olası bir baskına uğramasına karşılık burada gerekli tedbirlerin alınmasına izin verilmelidir (Meray, 2020, s. 137).
Türk teklifinde ticaret gemileri için tanınan statü ve askersizleştirmenin kabul edilmesi ve uluslararası komisyona sıcak bakılması genel olarak olumlu karşılanmıştır. Boğazönü adaları konusunda bir uzlaşma sağlanamamıştır. Askerden arındırılacak bölgenin daraltılması fikri ise yeniden gözden geçirilebilir bulunmuştur (Meray, 2020, s. 173-174).
Türkiye’nin teklifini iletmesinden sonra İngiltere ve diğer devletler de tekliflerini gözden geçirmiş ve yeni tekliflerini içeren bir taslağı komisyona vermişlerdir. Yeni taslağa göre müttefikler, Boğazlar’dan geçiş yapacak savaş gemilerinin tonajını sınırlandırmayı, geçişe ilişkin düzenlemeler yapmayı kabul etmişlerdir. İmralı Adası’nı askerden arındırılacak bölge içinden çıkarmayı, askerden arındırılacak bölgeyi daraltmayı da kabul etmişlerdir. Aynı zamanda Türk askerlerinin askerden arındırılan bölgeden transit geçişine izin verilebileceğini de ifade etmişlerdir. Türkiye’nin askerden
arındırılacak bölgede, gözetleme ve haberleşme sistemleri kurabilmesinin mümkün olabileceği, Türk donanmasının Boğazlar bölgesinde gidip gelebileceği hatta zaman zaman demirleyebileceği de müttefik devletlerin tasarısında yer almıştır.
Türkiye bu tasarının bazı bölümlerine önceki teklifleri doğrultusunda itiraz etmiştir. Askerden arındırılacak yerlerde daha fazla yetki ve tedbir uygulamak istediğini belirterek çekince koymuştur. Diğer taraftan Marmara Denizi’nin Boğazlar terimine dâhil edilmemesinde ısrar etmiştir. Trakya sınırına, askerden arındırma nedeniyle, daha fazla güvenlik taahhüdü verilmesini istemiştir. Boğazönü adaları konusundaki hassasiyetini de yenilemiştir (Meray, 2020, s. 237-238). Sovyetler Birliği, Müttefik Devletler’in teklifine Türkiye’den daha fazla itiraz etmiştir. Bu teklifin kendisini silahlanmaya zorlayacağını, tasarının Karadeniz devletleri için bir risk oluşturduğunu ve Karadeniz’de barışı tehlikeye sokacağını iddia etmiştir.
Tarafların karşılıklı ve sert müzakereleri sonucunda İngiltere’nin tezi büyük oranda destek bulmuş ve Türkiye istemeyerek de olsa aşağıda detayları belirtilen bu anlaşmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Türkiye’nin Lozan görüşmeleri sırasında başlangıçta Sovyetler Birliği ile yakınken süreç içinde İngiltere ile yakınlaşması Türk- Sovyet ilişkilerinin bozulmasının temel nedenlerinden biri olmuştur. Bu yakınlıkta ideolojik nedenlerin de etkisi vardır (İnan, 1995, s. 29). Konferansta, Türkiye’nin İngiltere ile yakınlaşmasını İngiliz delegesi Xxxx Xxxxxx’xx zaferi olarak görenler olmuştur. Oysa Türkiye, takındığı bu yeni yaklaşım ile Sovyetler’e tabi olmaktan kurtulmuştur (Gönlübol C. S.-M., 1974, s. 56).
Türkiye’nin Lozan’da Boğazlar konusunda istediği neticeyi alamamasının birçok nedeni vardır. Bu nedenlerin başında TBMM’nin bir an önce Lozan’da Türkiye’nin tam egemenliğinin tanınmasını istemesi gelmektedir. Zira Türkiye’nin yeniden bir savaşı göze alacak durumu yoktur. Diğer taraftan, yeni devletin inşa edilmesi gerekmektedir. Bunun için de bir an önce, kurulacak devletin tanınması gerekmektedir.
Birinci Xxxxx Xxxxxx sonrasında dünyada xxxx xxxxx rüzgârları da bir diğer faktördür. Uluslararası kamuoyunda, yaşanan derin acılardan ders çıkarıldığı düşünülmüş ve savaş sonrasında silahlanmanın azalacağı konusunda büyük bir beklenti oluşmuştur. Milletler Cemiyeti’nin de bu amaçla kurulduğunu ve henüz çok yeni olduğunu
düşündüğümüzde bu tezin haklı tarafları vardır. Diğer bir açıdan ise Çanakkale travmasının etkisini atamayan müttefik devletler, Boğazlar konusunu bir kırmızı çizgi haline getirmişlerdir. Onlar için Boğazlar’ın açıklığı olmazsa olmazdır. Ayrıca müttefikler ve ABD karşısında, Türkiye ve Sovyetler Birliği yalnız kalmışlardır. Şunu da unutmamak gerekir: Türkiye, Xxxxxxxx Xxxxxx’nı donanması olmadan kazanmıştır. Büyük zafer karada kazanılmıştır yani bir kara zaferidir. Ege Denizi’ne dökülen Yunan askerlerini takip edecek veya ana kıtanın kıyılarının yakınındaki adaları düşmandan temizleyecek bir deniz kuvveti yoktur. Osmanlı’nın son döneminde savaşlarda kaybedilen daha sonra Haliç’te çürümeye terk edilen donanmanın son parçaları da Mondros Mütarekesi ile düşmana teslim edilmiştir. Bu şartlar altında, Türkiye, özellikle tam egemenliğinin tanınması ve kapitülasyonların kaldırılması konusunda istediklerini elde etmek için Boğazlar konusunda geri adım atmak zorunda kalmıştır.
Burada şunu da belirtmek gerekir: Lozan’da Boğazlar Sözleşmesi’nin ayrı düzenlenmesi, sözleşmeye taraf olmayan devletlerin de katılmasını sağlamak ve objektif bir hukuk yaratmak içindir. Aksi durumda sadece Birinci Xxxxx Xxxxxx’nın galip devletleri ile Türkiye arasında imzalanan bir sözleşme olarak kalacaktır. Bu ise Karadeniz’e kıyısı olan devletleri doğrudan ilgilendiren böylesine önemli bir anlaşmanın geçerliliğini tartışmaya açacaktır. Bu yüzden Xxxxx Xxxxx Sözleşmesi’nin 23. Maddesi ile “Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar rejimine ilişkin bugün yapılmış Sözleşme’de açıklandığı üzere, Çanakkale Boğazı’nda, Marmara Denizi’nde ve Karadeniz Boğazı’nda denizden ve havadan, gerek barış gerek savaş zamanlarında özgürce geçiş ve gidiş – geliş ilkesini kabul ve açıklama konusunda anlaşmışlardır. Bu Sözleşme, buradaki Yüksek Bağıtlı Taraflar için, işbu Andlaşma’da yazılmış olsa idi onun sahip olacağı güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır.” diyerek Boğazlar meselesi genel olarak hükme bağlanmış ama asıl konular ve detaylar ayrı bir sözleşme ile düzenlenmiştir.
1.5.1.3. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’yle Oluşturulan Yeni Rejim
Çetin tartışmalardan sonra Lozan Boğazlar Sözleşmesi Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Bulgaristan ve Yugoslavya (Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı) arasında imzalanmıştır (Soysal, 1989, s. 140-151). Sovyetler Birliği, başlangıçta Sözleşme’yi imzalamamıştır. Rusya, Ukrayna ve Gürcistan adına açıklamalar yapan
Xxxxxxx, bu sekliyle tasarıyı kabul edemeyeceklerini, buna rağmen tasarı onaylanırsa Boğazlar sorununun “açık kalacağını” bildirmiştir. Curzon ise Rusya’nın olumlu yanıt vermemesi halinde bölgede çıkabilecek olumsuz bir durumun sorumluluğunun Rus Hükümeti’nde olacağını açıklamıştır. Bütün bu gelişmeler sonrasında, Xxxxxxxxx’xx davet mektubu üzerine Rusya 14 Ağustos 1923’te antlaşmayı imzalamıştır (Özersay, 2003, s. 450).
Temel olarak bu sözleşme ile savaş ve barış zamanlarında; denizden ve karadan geçiş serbestisi öngörülmüştür (Toluner S. , 1996, s. 163). Kabul edilen geçiş rejimini şu şekilde açıklamak mümkündür:
1.5.1.3.1. Ticaret Gemileri Bakımından
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde ticaret gemilerinin tanımı yapılmamıştır. Bu konuda sadece 2’nci maddenin ekinde “ticaret gemileri deyimine hastane gemilerinin, yatların, balıkçı gemilerinin ve askeri nitelikte olmayan uçakların da dâhil olduğunu” belirten bir düzenleme yapmıştır (İnan, 1995, s. 31).
Lozan’da Boğazlar’dan geçiş rejimi, barış ve xxxxx xxxxxx kıstaslarına göre belirlenmiştir.
1.5.1.3.1.1. Barış Zamanında
Ticaret gemilerinin barış zamanlarında Boğazlar’dan (denizde ve havada) geçişi serbesttir. Burada geminin ülkesi ve yükünün bir önemi yoktur. Genel sağlıkla ilgili haller saklı kalmak kaydıyla geçiş gece veya gündüz yapılabilecektir. Kılavuzluk isteğe bağlı olacaktır. Fener ve römorkörlük resimleri ve doğrudan doğruya yapılan hizmetler için ücret alınabilecektir (Özersay, 1999, s. 54).
1.5.1.3.1.2. Savaş Zamanında
Savaş zamanına ilişkin düzenlemeler ise Türkiye’nin savaşa dâhil olup olmamasına göre düzenlenmiştir.
Türkiye’nin savaşan olmadığı savaş zamanında da geçişler, barış zamanındaki gibi olacaktır. Kılavuzluk hizmeti yine isteğe bağlıdır.
Türkiye’nin dâhil olduğu savaş durumunda ise savaşa tarafsız kalan devletlerin savaş gemileri ve savaş uçakları, düşman devlete savaş kaçağı, düşman birlikleri veya düşman uyruğundaki kişileri taşımamak koşuluyla Boğazlar’dan serbestçe geçebileceklerdir.
Düşman gemilerine karşı ise Türkiye, uluslararası hukukun öngördüğü tüm önlemleri almak hakkını haizdir. Bu hak serbest ulaşım hakkı nedeniyle hiçbir kısıntıya tabi tutulamaz. Türkiye, düşman gemilerinin geçişini önlemek için gerekli gördüğü her türlü önlemi alabilecektir. Ancak bu önlemler, tarafsız devletlere ait gemilerin geçişini engelleyecek nitelikte olmayacaktır (İnan, 1995, s. 32).
1.5.1.3.2. Savaş Gemileri
Sözleşme savaş gemileri tanımına, yardımcı gemiler, asker taşıma gemileri, uçak gemileri ve askeri uçakları dâhil etmiştir. Yabancı devletlere ait savaş gemileri arıza ve xxxxx xxxxx dışında, geçiş için öngörülen süreden daha fazla Boğazlar’da kalamayacaklardır.
1.5.1.3.2.1. Barış Zamanında
Savaş gemileri barış zamanında hiçbir merasim ve ücrete tabi olmadan gündüz ve gece Boğazlar’dan serbestçe geçebileceklerdir. Ancak Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin Karadeniz’e geçirebilecekleri savaş gemileri için tonajla ilgili birtakım kısıtlamalar getirilmiştir. Buna göre; Karadeniz’e kıyısı olmayan bir devlet, Karadeniz’e gitmek üzere Boğazlar’dan en fazla Karadeniz’de en büyük donanmaya sahip devletin, o sırada Karadeniz’de bulunan savaş gemilerinin tonajını aşmayacak bir kuvveti geçirebilir. Ancak Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletler her bir ağırlığı 10.000 tonilatoyu geçmeyen ve üç gemiden fazla olmayan bir kuvveti her zaman Boğazlar’dan geçirmek hakkını haizdir. Türkiye ile barış halinde bulunan devletlerin denizaltıları da su üstünden geçmek koşuluyla Boğazlar’dan geçebilecektir.
1.5.1.3.2.2. Savaş Zamanında
Türkiye’nin savaşan olmadığı bir savaş zamanında savaş gemileri Boğazlar’dan serbestçe geçebilecektir. Xxxx burada barış durumuna ilişkin rejim uygulanacaktır. Ancak bu hakka sahip savaşan devletlere ait savaş gemileri ve askeri uçakları, Boğazlar’dan geçerken, bir başka devlete ait gemileri yakalamaya kalkamazlar, denetleyemezler ve arayamazlar. Ayrıca geçiş sırasında herhangi bir düşmanca davranışta bulunamazlar.
Türkiye’nin savaşan olma durumunda ise, tarafsız devletlerin savaş gemileri ve uçakları, düşmana yardım etmemek, harp kaçağı ve düşman birliklerini ve uyruklarını taşımamak koşuluyla barış zamanındaki gibi Boğazlar’dan geçme hakkına sahiptir. Türkiye ise, düşman devletlerin savaş gemilerini geçirmemek için tedbir alabilir ama bu tedbirler tarafsız devletlerin savaş gemilerinin geçişine engel olmamalıdır.
1.5.1.3.3. Boğazların Silahsızlandırılması
Lozan’da, Boğazlar’ın kıyıları ve kıyılardan içeriye doğru 15-20 km’lik bir alan silahsızlandırılmasına karar verilmiştir. Aynı şekilde Marmara Denizi’nde İmralı dışındaki adaların da silahtan arındırılması kararlaştırılmıştır. Türkiye, İstanbul ve çevresinde bir tersane ve xxxxxx xxxxx üssü ile en fazla 12.000 kişilik bir askeri kuvvet bulundurma hakkına sahip kılınmıştır. Boğazönü adalarının da silahtan arındırılması hükme bağlanmıştır. Ancak Yunanistan ve Türkiye, askerden arındırılacak bölgelerde gözetleme yapabilme hakkına sahiptir (İnan, 1995, s. 37).
1.5.1.3.4. Boğazlar Komisyonu’nun Kurulması
Sözleşmenin 10. Maddesi bir Boğazlar Komisyonu kurulmasını öngörmektedir. Komisyon uluslararası bir niteliğe sahiptir ancak Sevr’de olduğu gibi geniş yetkilere sahip değildir.
Başkanlığını bir Türk temsilci yapacak olan komisyonun temel görevi savaş uçakları ve askeri gemilerin geçiş hükümlerine uyup uymadığını kontrol etmektir. Komisyon, Milletler Xxxxxxxx’xxx himayesi altında çalışacak ve her yıl düzenli rapor verecektir.
1.5.1.3.5. Boğazlar Rejiminin Teminatı
Boğazlar çevresinin ve Boğazönü Adaları’nın askerden arındırması ve İstanbul ve çevresinde bulunabilecek asker sayısının sınırlandırılması nedeniyle bu bölgede bir güvenlik açığı oluşmuştur. Ayrıca Türkiye ile savaşan devletler dışında tüm devletlerin savaş gemileri için de geçiş serbestisi vardır. Bu da riskli bir durumdur.
Boğazlar’dan geçiş rejimi ile ilgili hükümlere aykırı davranılması ya da bu bölgeye bir saldırıda bulunulması halinde ya da savaş veya savaş tehdidi nedeniyle Boğazlar’dan serbest geçiş rejiminin uygulanmasının tehlikeye düşmesi halinde Sözleşme’nin güvence hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiştir. Bu durumda Milletler Cemiyeti’nin vereceği her türlü tedbir kararını uygulamak üzere Fransa, İngiltere, İtalya ve Japonya ortak hareket ederek devreye girecek ve tehlikeyi önleyeceklerdir.
Bu güvencenin uygulanabilmesi için Milletler Cemiyeti’nin oy birliği ile karar alması gerekmektedir. Ancak bu kadar büyük bir örgütte herhangi bir kararın oy birliği ile karar alınması pek mümkün olmayacaktır. Bu yüzden bu seçeneğin gerçekleşmesi oldukça güçtür. Bu haliyle bu güvencenin Türkiye için yeterli bir teminat oluşturmadığı açıktır.
1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde Boğazlar’la ilgili yapılan düzenlemeyi özetleyecek olursak:
a. Ticaret ve savaş gemi ve uçakları ayrı rejimlere tabi tutulmuştur.
b. Boğazlar bölgesinin askersizleştirilmesi kabul edilmiştir.
c. Boğazlar rejimi, uluslararası bir komisyonun kontrolüne bırakılmıştır.
d. Geçiş rejimi uluslararası garanti altına alınmıştır (Belik, 1962, s. 14).
1.5.2. Sevr Antlaşması ile Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin Karşılaştırılması
Sevr, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybettiği bir savaştan sonra yapılan ve Osmanlı’nın yıkımını tescilleyen bir antlaşmadır. Buna karşılık Lozan, Türkiye’nin kazandığı bir savaştan sonra imzalanmıştır. Bu nedenle söz konusu sözleşmeler arasında Türkiye lehine büyük farklar bulunmaktadır (Yel, 2009, s. 52).
Boğazlar konusunda her iki antlaşma da Boğazlar Komisyonu’na yer vermekle birlikte, aralarında ciddi farklar bulunmaktadır. Sevr Antlaşması ile Boğazlar, tümüyle Türkiye’nin hâkimiyetinden çıkarılmakta ve İngiltere, Fransa, Sovyet Rusya, Japonya Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’dan teşkil edilecek olan bir Boğazlar Komisyonu’nun egemenliğine bırakılmaktadır. ABD de istemesi halinde Komisyon’a katılabilecektir. Sevr Antlaşması’na göre Boğazlar Komisyonu’nun kendine ait bayrağı, teşkilatı ve bütçesi olacaktır. Vergi toplayabilecektir. Boğazlar’ın trafiğini düzenleyebileceği için kendisine ait zabıta kuvveti kurabilecektir. Bu haliyle Komisyon adeta bir devlet içinde devlettir.
Diğer taraftan, Sevr Antlaşması ile Boğazlar Komisyonu’na bırakılan alan oldukça geniştir. Bu haliyle mini bir Bizans oluşturma çabası bulunmaktadır. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde yer alan Boğazlar Komisyonu’nun hâkimiyet alanı daha sınırlı, yetkileri de daha azdır. Ayrıca Xxxxx’x göre kurulan komisyonda Türkiye de yer almaktadır ve iki oy hakkına sahiptir. Komisyon Başkanlığı da Türkiye’ye verilmiştir. Lozan’da değişiklik yapılan bir husus da Türkiye’ye, İstanbul ve İzmit’te asker bulundurma izninin verilmesi ve Anadolu’ya asker geçirilmesine müsaade edilmesidir. Yine Xxxxx’x göre kurulan Boğazlar Komisyonu’nun bayrağı, vergi toplama yetkisi ve zabıta teşkilatı kurma yetkisi yoktur. Tek yetkisi, Boğazlar’da deniz trafiğinin düzenlenmesi, ortaya çıkacak problemlerin önlenmesi ve Milletler Cemiyeti’ne raporlanmasıdır. Boğazlar’ın askersizleştirilmesine karşılık Türkiye’ye İstanbul’da
12.000 ve Rumeli’de de ihtiyacı ölçüsünde asker bulundurma hakkı tanınmıştır. Ayrıca Yunanistan’a bırakılan Boğazönü adalarının da silahtan arındırılması kabul edilmiştir.
Lozan’da, Boğazlar konusunda Türkiye istediklerinin tümünü alamamıştır. Bunda İngiltere’nin diğer devletler ile iş birliği yaparak Türkiye’yi yalnız bırakması kadar
Türkiye’nin birtakım tavizler vererek daha elzem gördüğü konularda ilerleme sağlamak istemesi de etkili olmuştur. Türkiye bu anlaşma ile Batılı devletler tarafından tanınmış ve ulusal sınırları kabul edilmiştir. Diğer taraftan o günkü dünya konjonktüründe barışın önemsenmesi ve kurulan yeni sistemin sorunları çözeceğine olan inancın da bu durumda etkili olduğu söylenebilir. İleride görüleceği üzere Boğazlar’da ortaya çıkan bu olumsuz tablo, Türkiye’nin dünya diplomasi tarihine geçecek Xxxxxx Xxxxxxxxxx’ndaki başarısı ile telafi edilecektir.
BÖLÜM 2. XXXXXX XXXX BOĞAZLARI SÖZLEŞMESİ
2.1. HAZIRLIK AŞAMASI
2.1.1. Sözleşmeye Giden Yol
Lozan’da, Boğazlar konusunda ortaya çıkan ve tam egemenlik ile bağdaşmayan tablo Türkiye’yi derinden rahatsız etmiştir. Ancak zaman göstermiştir ki, o gün için Lozan’da Boğazlar konusunda verilen tavizlerin daha sonra düzeltilmesi fikri daha ilk andan itibaren Türk devlet adamlarının zihnini meşgul etmeye başlamıştır. Boğazlar gibi, dünyanın stratejik açıdan en önemli noktalarından birinde egemenlikten taviz vermek ve daha da önemlisi savunma zafiyeti oluşturmak kabul edilebilir bir durum değildir. Bu durumun oluşturduğu tehlikeyi fark eden devlet adamları, önce mevcut şartlarda Boğazlar’ın savunulması için gerekli planları hazırlamış, daha sonra uluslararası arenada ilmek ilmek işledikleri bir strateji ile bu durumu değiştirmeyi başarmışlardır. Bölgesel ittifaklarla başlayan proje, nihayet uluslararası bir konferansın toplanması ve bu konferansta ortaya koyulan başarılı strateji ile hedefine ulaşmıştır.
2.1.2. Dünya Barışının Yeniden Tehlikeye Girmesi
Yukarıda da değinildiği gibi, Lozan Boğazlar Sözleşmesi uzun sürecek bir barış ve işleyecek bir Milletler Cemiyeti sistemi öngörülerek hazırlanmış ve kabul edilmiştir (İnan, 1995, s. 42-43). Zira dünya, o tarihe kadar görülmemiş bir trajediye sahne olmuştur. Milyonlarca insan ölmüş çok daha fazlası sakat kalmıştır. Devletlerin kasaları tamamen boşalmış ve en zengin devletler bile bu süreçten büyük zararlar görerek çıkmışlardır.
Birinci Xxxxx Xxxxxx, esasen kazananların bile büyük yıkımlar yaşadığı bir savaştır. Savaş sonrasında kazanan grupta olmasına rağmen, İngiltere’nin dünya liderliği sarsılmış ve kısa süre içinde bu statüsünü ABD’ye kaptırmıştır. Bu büyük trajediye sebep olan devletlerin yöneticileri, ne yazık ki sürdürülebilir bir barış ortamı yaratmayı da başaramamışlardır. Mağlup devletlerle yapılan barış anlaşmalarında belirlenen koşullar, bu devletlerin altından kalkabileceği ağırlıkta değildir. 1815 Viyana Xxxxx Xxxxxxxxxx tecrübesine ve öngörüsüne sahip Avrupalı devletler bir asır sonra aynı basireti ve
öngörüyü gösterememişlerdir. Ve bunun neticesinde gerçek bir barış sağlanamamış ve mağlup devletler statükoyu değiştirmek için çok kısa bir süre içinde mücadeleye başlamışlardır. Statükoyu değiştirme çabalarına karşı koyacak olan devletlerin ise artık savaş istememesi ve zaten aşırı yıpranmış olmaları nedeniyle, yeni savaşın tohumları eski savaşın barış antlaşmaları ile atılmıştır.
Milletler Cemiyeti Misakı’nın 8. Maddesine göre, Milletler Cemiyeti’ne üye olan her devlet, uluslararası barışın korunması ve sürdürülmesi için askeri gücünü, ulusal güvenlik ve uluslararası yükümlülüklerinin gerektirdiği en asgari düzeye indirmeyi kabul ve taahhüt etmişlerdir3.
Bu dönemde silahların azaltılması ve silahsızlanmanın yayılması amacıyla Milletler Cemiyeti’nin çabaları ve bazı devletlerin gayretleri ile çeşitli konferanslar ve anlaşmalar yapılmıştır. Bu amaçla 1922’de Washington Antlaşması ve Londra Antlaşması, 1927 yılında Cenevre Konferansı, 1930 yılında Londra Antlaşması ve 1932- 1934 yıllarında Cenevre Büyük Konferansı toplanmıştır. Ancak bu antlaşmalar ve konferanslar yeterince olumlu sonuçlar doğurmamıştır.
Diğer taraftan Milletler Cemiyeti de kolektif güvenlik konusunda kendisinden beklenen adımları atamamış ve başarısız olmuştur. Nitekim 1931 yılında Japonya Mançurya’yı işgali karşısında Milletler Cemiyeti, Xxxxx’xx ön gördüğü hiçbir tedbiri alamamış ve öngörülen hiçbir yaptırımı Japonya’ya uygulayamamıştır.
Devam eden süreçte Japonya, Milletler Cemiyeti üyeliğinden ayrılmıştır. Japonya’nın Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ndeki garantör dört devletten biri olduğu düşünüldüğü zaman bunun Türkiye ve Boğazlar için ne kadar önemli olduğu açıktır.
3 Madde metni şu şekildedir:
“MADDE 8. 1. Cemiyet Üyeleri, barışın sürdürülmesi için, ulusal silâhların, ulusal güvenlikle ortak bir eylemin gerekli kıldığı uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesiyle bağdaşabilecek en düşük bir düzeye indirilmesi zorunluluğunu kabul ederler.”
Bu maddeye göre ülkelerin sahip olabilecekleri askeri kuvvet, ilgili devletin coğrafi konumu ve içinde bulunduğu özel koşullar dikkate alınarak Milletler Cemiyeti Meclisi tarafından belirlenecek ve devletlerin onayına sunulacaktır.”
Nitekim bu olaydan sonra 23 Mayıs 1933 tarihinde, Londra’da yapılan silahsızlanma girişiminde Türkiye, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin, silahsızlanma ile ilgili maddelerinin iptalini talep etmiştir. Ama bu talep, silahsızlanma ile doğrudan ilgili olmadığı için reddedilmiştir (İnan, 1995, s. 41).
Milletler Cemiyeti’nin Japonya konusunda takındığı pasif tutum ve çaresizliği, Avrupa’nın fırsat kollayan revizyonist (statükoya karşı çıkan) devletlerini harekete geçirmiştir. Bu dönemde Almanya’da iktidara gelen Xxxxxx, Almanya’yı Versailles anlaşmasının olumsuz koşullarından kurtarmak ve hatta Avrupa’nın kaderine hükmetmek amacındadır. Bu nedenle Almanya, 1934 yılında silahlanmaya başlamıştır. 1935 yılında Almanya, Versailles Anlaşması’na aykırı olarak zorunlu askerlik uygulamasını getirmiştir.
Bu sorunları konuşmak için Milletler Cemiyeti Konseyi olağanüstü toplanmıştır. 17 Nisan 1935 tarihinde yapılan toplantıda söz alan Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Xxxxxx Xxxxx Xxxx, Xxxxx Xxxxxxxx Sözleşmesi’nin silahsızlanma ile ilgili hükümlerinin ortaya çıkardığı mahzurları ve Türkiye’nin savunmasını nasıl zayıflattığını bir kez daha dünya gündemine taşımıştır. Her ne kadar bu öneriler Sovyetler Birliği tarafından desteklenmiş ise de İngiltere, Fransa ve İtalya; konunun Milletler Cemiyeti ile ilgili olmadığını ileri sürerek, Türk önerisini yine reddetmişlerdir (Başyurt, 1998, s. 56).
Türkiye devam eden süreçte taleplerini, Milletler Cemiyeti’nin 1935 yılının Eylül ayında yapılan toplantısında yine dile getirmiştir. Her ne kadar Türkiye’nin talepleri uluslararası camiada olumlu bir havanın oluşmasına sebebiyet vermiş ise de yine sonuç alınamamıştır (Akşin, 1991, s. 166). Uluslararası camianın bu konuda olumlu düşünmeye sevk eden temel neden, statükodan memnun olmayan devletlerin isteklerini güç kullanma yoluyla yerine getirme isteğine karşılık, Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun olarak taleplerini gerçekleştirmek istemesidir.
Ancak İtalya’nın Habeşistan’ı işgali ve Ege Adaları’nı silahlandırmaya başlaması fitili ateşleyen en önemli gelişme olmuştur. O zamana kadar hemen her zeminde mevcut şartlarda Boğazlar’ın korunamayacağını ve Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile kurulan sistemin işlemeyeceğini ileri süren Türkiye, tezlerine taraftar bulmaya başlamıştır. İtalya’nın ardından 1936 yılının Mart ayında Almanya’nın Ren bölgesini Versailes
Anlaşması’na aykırı olarak silahlandırmaya başlaması Avrupa’da yeniden savaş rüzgârlarının esmesine sebebiyet vermiştir.
Dünyada ortaya çıkan bu gelişmelerin yanında, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin getirdiği geçiş düzendeki eksiklikler de Sözleşme’nin değişmesi için önemli nedenlerden biri olmuştur. Örneğin, Sözleşme’de savaş ve barış hallerine göre getirilen birtakım düzenlemeler mevcut iken, Türkiye’nin kendisini yakın savaş tehdidi altında görmesi haline ilişkin bir düzenleme yoktur. Bu durumda Türkiye, savaş ilan edinceye kadar yaklaşan ve belki işgale ulaşan bir tehdit için önlem alamayacaktır. Yine Marmara’da tersane kurmanın yasak olması da alınacak önlemlerin etkili olmasına engel bir durumdur.
2.1.3. Türkiye’nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne Taraf Devletlere Gönderdiği Nota
Birinci Xxxxx Xxxxxx sonrasında Japonya, İtalya ve Almanya’nın davranışları ve ortaya çıkan yeni tablo, Lozan Boğazlar Sözleşmesi hükümleri ile Türkiye’nin hem kendi hem de Boğazlar’ın güvenliğini sağlayamayacağını net bir şekilde ortaya koymuştur (Erkin, 1968, s. 64).
Ortaya çıkan bu büyük tehditlere karşı, yukarıda da değindiğimiz gibi, Türkiye mevcut durumu güç kullanarak değil, uluslararası hukuka uygun olarak çözmek için üstün bir gayret göstermiştir. Bu konuda ısrarla ve sabırla barışı korumaya ve uluslararası hukuka uygun davranmaya gayret göstermiştir. Türkiye’nin bu iyi niyetli ve barışçıl tutumu, Boğazlar rejiminin değişmesindeki en önemli etkenlerden biri olmuştur.
Türkiye, 11 Nisan 1936 tarihinde, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne taraf olan devletlere bir nota göndermiştir4. Bu nota aynı gün Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne ve onun bilgisi dâhilinde Cemiyet üyelerine de gönderilmiştir (Erkin, 1968, s. 65; Xxxxxx, 1981, s. 280-286). Gönderilen notada, Sözleşme’nin günün koşullarına uygun olmadığını, büyük güvenlik riskleri oluşturduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
4 Notanın tam metni Ek-2’de yer almaktadır.
Türkiye tezlerini “rebus sic stantibus” (koşulların önemli ölçüde değişmesi) ilkesine dayandırmıştır5. Bu notada Türkiye’nin savunduğu tezleri temel olarak 4 başlık altında ifade etmek mümkündür (İnan, 1995, s. 45):
a) Lozan Boğazlar Sözleşmesi hazırlandığı dönemde, yani 1923’te, bulunulan ve öngörülen durum ile 1936 yılında bulunulan ve öngörülen durum çok farklıdır. Sözleşme yapılırken dünyaya barışın hâkim olacağı ve bu barışın uzun süreceği öngörülmüş iken kısa bir süre sonra büyük bir savaş tehdidi ortaya çıkmıştır.
b) Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin ortaya koyduğu garanti sistemi iflas etmiştir. Milletler Cemiyeti, karşılaştığı sorunlar karşısında çaresiz kalmıştır. Revizyonist devletlerin saldırgan tutumlarına karşı pasif kalınmıştır. ABD, kendi kıtasına çekilmiştir. Avrupa barışı bozulmuştur. Barışı garanti eden devletlerin kendi aralarında savaş tehdidi ortaya çıkmıştır.
c) Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde sadece savaş ve barış hali düzenlenmiştir. Savaş tehdidinin ortaya çıkması halinde uygulanacak bir hüküm bulunmamaktadır. Bu ise ani saldırılara karşı Türkiye’yi çaresiz bırakmaktadır. Bu haliyle Sözleşme’de çok önemli bir boşluk bulunmaktadır.
d) Türkiye, kurulduğu günden itibaren barışçıl bir tutum izlemiş ve uluslararası hukuka uygun davranmıştır. Sözleşmeler ile yüklendiği edimleri harfiyen yerine getirmiştir. Böylesine barışçıl bir devletin, güvenliğinin sağlanması için gerekli önlemleri alması elzemdir. Zira bu durum bölge barışı için de gereklidir. Kendisinin ve bölgesinin
5 Rebus sic stantibus ilkesi, sözleşmeler hukukunda bir sözleşmesinin değiştirilmesi veya sona erdirilmesine olanak sağlayan bir ilkedir. Bu ilkeye göre, bir sözleşmenin yapıldığı sırada sözleşen devletlerin, sözleşme ile bağlanmalarını gerektiren ana nedenlerde meydana gelen ve önceden öngörülmesi mümkün olmayan birtakım değişiklikler ortaya çıkmış ise, sözleşen taraflar bu değişiklikleri ve ortaya çıkardığı olumsuz durumu ortaya koyarak sözleşmenin değiştirilmesini ve/ya iptal edilmesini “haklı olarak” isteyebilirler. Bunun için elbette sözleşen tarafların bu değişiklik nedeniyle radikal birtakım olumsuzluklar ile karşılaşması gerekmektedir.
Bu ilkeye iki tane istisna getirilmiştir:
1- Sınırları düzenleyen sözleşmeler için bu ilkeden faydalanılamaz.
2- Eğer sözleşen koşulların değişmesine, kendi edimlerini yerine getirmemek suretiyle neden olan bir devlet var ise, bu devlet de bu ilkeden faydalanamaz. Böyle bir durumun ortaya çıkması halinde, öğretide egemen olan görüşe göre ilgili devlet barışçıl yollardan meseleyi çözmek veya yeniden bir anlaşma yapmaya çalışmak zorundadır (Xxxxxxx, 2021, s. 206).
barışı için hassasiyet gösteren ve bunu hukuka uygun bir şekilde talep eden bir devletin, bu konuları uluslararası bir konferansta dile getirme ve dinlenme hakkı vardır.
Uluslararası ortamda ortaya çıkan konjonktür, Türkiye Cumhuriyeti’nin başarıyla yürüttüğü diplomasi ile birleşince, Lozan’da ortaya çıkan tablonun değişmesi mümkün olmuştur. Türkiye’nin diplomatik yolları ustaca kullanması, uluslararası hukuka gösterdiği saygı ve Lozan Sözleşmesi’nin uygulanması sırasında gösterdiği hüsnüniyet muhataplarını etkilemiştir. Türkiye sorunu bir oldubitti ile çözmek istememiş, muhataplarına gördüğü tehlikeyi anlatarak, hukuk zemininde çözüm üretmeye çalışmıştır. Diğer taraftan sunmuş olduğu öneriler ile makul olmaya çalışmış, yaşadığı sorun ile ölçülü taleplerde bulunmuştur.
2.1.4. Türkiye’nin Notasına Diğer Devletlerin Yaklaşımı
Türkiye notayı Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin tarafı olan devletlere ve Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne göndermiştir.
İtalya, Birinci Xxxxx Xxxxxx sonrasında kurulan statükoyu değiştirmek isteyen ve bu statükoya en az bağlı olan devletlerden biri olmasına rağmen, Türkiye’nin sözleşmeyi değişiklik teklifine olumlu bakmamıştır. Buna gerekçe olarak da kendisinin Habeşistan’ı işgali sırasında Milletler Cemiyeti’nin aldığı zorlama tedbirlere Türkiye’nin katılmasını göstermiştir (İnan, 1995, s. 46).
Buna karşılık Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin müzakereleri sırasında da açıkça Türkiye’nin Boğazlar üzerinde mutlak egemenliğini savunan Sovyetler Birliği, Türkiye’nin notasına olumlu cevap vermiştir. Zira Boğazlar konusunda Sovyetler Birliği kendi menfaatleri ile Türkiye’nin menfaatlerinin ve güvenlik kaygılarının ortak olduğunu düşünmektedir.
Birinci Xxxxx Xxxxxx sonrasında ortaya çıkan mevcut duruma en fazla bağlı olan devletlerden biri olan Fransa da Sovyetler Birliği ile olan yakınlaşmasının bir sonucu olarak Türkiye’nin talebine olumlu cevap vermiştir. Romanya bu dönemde her ne kadar Türkiye ile Balkan Paktı’nın paydaşlarından biri ise de Birinci Xxxxx Xxxxxx sonrası
oluşan statükonun bozulmaması için Türkiye’nin teklifine olumlu yaklaşmamıştır. Türkiye daha sonra Romanya’nın çekincelerini gidermiştir.
Bulgaristan ise Türkiye’nin Boğazlarda mutlak egemenliğini istememekle birlikte, bu vesile ile kendisi açısından da Neuilly Sözleşmesi’nin değiştirilmesi için bir dayanak teşkil edebileceği düşüncesiyle Türkiye’nin notasına olumlu cevap vermiştir.
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin değişmesini istemeyen ve esasen Sözleşme’nin mimarı olan İngiltere ise, Almanya ve İtalya’nın saldırgan tutumlarına karşı Türkiye’yi yanına çekmek ve Akdeniz’de güvenebileceği bir müttefik kazanmak için Türkiye’nin teklifine olumlu yanıt vermiştir (Erkin, 1968, s. 68).
2.2. Xxxxxx Xxxxxxxxxx’nın Toplanması
Konferans, Türkiye’nin usta diplomasisi ile Avustralya, Büyük Britanya, Bulgaristan, Fransa, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın katılımı ile 22 Haziran 1936'da İsviçre'nin Montrö kentinde toplanmıştır. Almanya, Lozan’da taraf olmadığı için, Konferans’a davet edilmemiştir. İtalya ise davet edilmesine rağmen toplantının zamanlamasının uygun olmadığını ileri sürerek Konferans’a katılmamıştır. İtalya’ya göre mesele bir Akdeniz meselesidir. Bu durumda kendisi gibi büyük bir Akdeniz devleti olmadan bu konunun görüşülmesi mümkün değildir. Bu nedenle Xxxxxxxxx’xx Habeşistan meselesinin hallinden sonra toplanmasını istemiştir. Ayrıca Türkiye’nin konferansa davet için gönderdiği notada yazılı hususların gerçeği yansıtmadığını da beyan etmiştir.
O dönemde uluslararası toplantılar, genellikle Cenevre’de yapılmasına rağmen, bu defa İsviçre’nin küçük bir kasabası olan Montrö tercih edilmiştir. Daha önceki sözleşmeye ev sahipliği yapan Lozan şehri, Vorovski6’nin katledildiği yer olduğu için Ruslar tarafından kabul edilmemiştir. Japonya da o tarihte Milletler Cemiyeti’nden ayrılmış olduğu için Cenevre’de bulunmayı kabul etmemiştir. Bu nedenle sözleşmeye adını verecek olan Montrö kasabası seçilmiştir (Yel, 2009, s. 94).
6 1923 yılında Xxxxx’xx Bolşevik Devrimine karşı çıkan kişilerce öldürüldüğü iddia edilen Rus Diplomat.
Türk heyetine konferansta Dışişleri Bakanı Xxxxxx Xxxxx Xxxx başkanlık etmiştir. Ayrıca xxxxxxx, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Xxxxx Xxxxxxxxxxxxx, Xxxxx Xxxxxxxxxxx Xxxx Xxxxx, Londra Büyükelçisi Xxxxx Xxxxx, Genel Xxxxxx XX. Başkanı Korgeneral Xxxx Xxxxxx, Milletler Cemiyeti sürekli delegesi Sivas milletvekili Xxxxxxxxx Xxxxx bulunmuştur. Ayrıca Deniz Filosu Komutanı Binbaşı Xxxxx Xxxxxxxx, Hava Alay Komutanı Kurmay Yarbay Xxxxx Xxxxxx, Erkan-ı Harbiye temsilcisi Kurmay Albay Xxxxx Xxxxxxxx, Kurmay Binbaşı Xxxxx Xxxxx, Hava Binbaşı İhsan Orgun ile Matbuat Umum Müdürü Xxxxx Xxxxx Tör, sağlık temsilcisi Hıfzıssıhha Umum Müdürü Dr. Xxxx Xxxx, Dışişleri Bakanlığı Baş Hukuk Müşaviri Xxxx Xxxxxxxx da heyette yer almıştır (Soysal, 1989, s. 503; Meray, 2020, s. 16-17).
Xxxxxxx Türkiye kendisi için böylesine önemli bir konferansa son derece hazırlıklı gitmiştir. Tezlerini genel olarak kararlı ve etkili bir şekilde taraflara aktarmıştır. Konferans’ın toplanması talepleri ile uyumlu olacak şekilde hazırlanmış olan Türk tezleri son derece makul bulunmuştur. Türkiye, genel olarak ticaret gemileri için geçiş serbestisi isterken, harp gemileri için sınırlı bir geçiş serbestisini savunmuştur. Ancak Türkiye’nin en temel talebi, Boğazlar’ın güvenliğinin Türkiye’ye bırakılması ve askersizleştirmenin kaldırılması olmuştur. Yine Boğazlar Komisyonu’na verilen yetkilerin tamamının Türkiye’ye verilmesi istenmiştir.
Buna karşılık Sovyetler Birliği, Boğazlar’ın askerileştirilmesini kabul ediyor ancak Karadeniz’e kıyısı olan devletler dışında tüm devletler için kesin bir kapalılık rejimini savunuyordu. İngiltere ise Boğazlar Komisyonu’nun devam etmesi koşulu ile Boğazlar’a asker konulmasını kabul eden bir tez ortaya koymaktadır. Yine hem ticaret hem de savaş gemilerinin geçiş serbestisi konusunda Lozan’da benimsenen sistemin devam etmesini istemektedir.
Bu şartlar altında 22 Haziran 1936 tarihinde toplanan Konferans 20 Temmuz 1936 tarihinde 29 maddelik sözleşme ve bu sözleşmeye bağlı dört ek ve bir protokolün imzalanması ile sona ermiştir.
2.3. Tarafların İleri Sürdüğü Görüşler
Konferans doğal olarak, Türkiye tarafından hazırlanan sözleşme tasarısının okunması ve müzakeresi ile başlamıştır. Zaman içinde Karadeniz’de kıyısı olan devletler ile kıyıdaş olmayan devletler arasında görüş farkları ortaya çıkmaya başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin bayraktarlığını yaptığı görüş ile İngiltere’nin savunduğu görüşün birbirine büyük oranda zıt olduğu anlaşılmıştır. Türkiye’nin görüşü bu iki devletin ortalaması şeklinde olmuştur. Türkiye’nin sunduğu tasarı, her iki devleti de memnun edecek bir tasarıdır. Daha sonra Sözleşme’nin giriş bölümünde de ifade edildiği gibi, temel olarak Türkiye ve Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin güvenliğini amaçlayan sözleşme, büyük badireleri atlatarak bugüne gelmiş olmakla, amacına ulaşmış görünmektedir.
2.3.1. Türkiye’nin Görüşleri
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Türkiye, konferansın açılışında 23 Haziran 1936 tarihinde 13 maddelik bir tasarı sunarak görüşlerini ortaya koymuştur (Meray, 2020, s. 46). Türkiye’nin tasarısı altıncı oturumun başına dek temel alınmıştır. Görüşmeler sırasında Karadeniz’e kıyıdaş olan ülkeler ile kıyıdaş olmayan ülkeler arasında oluşan derin görüş aykırılıklarını gidermek için, Türkiye’nin sunmuş olduğu tasarının kısmen değiştirilmiş bir şekli İngiltere tarafından 4 Temmuz 1936’da sunulmuştur (İnan, 1995, s. 53). Bu tasarı büyük oranda kabul edilen tasarı olmuştur (Özersay, 1999, s. 63). İngiliz tasarısı, Türk tasarısından farklı olarak Boğazlar Komisyonu’nun devam etmesini öngörmektedir. Ayrıca İngiliz tasarısında Türkiye’nin pek yakın savaş tehlikesi durumuna ilişkin hükümler içermekle birlikte Milletler Cemiyeti’nin Türkiye’yi haksız bulması halinde Türkiye’nin tedbirleri kaldırması gerektiğini içeren hükümler bulunmaktadır (Özersay, 2003, s. 65).
Türkiye’nin tasarısında “Boğazlar’ın yeniden silahlandırılması” ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Zira Türkiye yeni bir konferans toplanmış ve yeni bir sözleşme imzalanacak olmakla, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin ortadan kalkacağını ve doğal olarak askersizleştirmeye ilişkin hükümlerin eski sözleşmenin mülga olması ile ortadan kalkacağını düşünmüş ve üzerinde herhangi pazarlık ve müzakere olmaması için
askerileştirme konusuna değinmemiştir. Türkiye aynı mantık ve strateji ile Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılması konusuna da tasarıda yer vermemiştir. Türkiye’ye göre Xxxxxxxxx’xx toplanma amacı temel olarak “Boğazlar’ın silahlandırılması” ve “Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılması”dır. Türkiye’nin bu şekilde doğru bir yol izlediği açıktır (İnan, 1995, s. 53).
Türk tasarısının getirdiği bir diğer yenilik ise Türkiye’nin kendisini savaş tehdidi altında hissetmesi durumunda uygulanacak olan bir geçiş rejimi öngörüyor olmasıdır. Böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde Türkiye, savaş rejiminin uygulanmasını ve gemilerin geçişine tamamen kendisinin karar vermesini istemiştir. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde yer alan sivil ve askeri uçakların Boğazlar üzerinde yapacakları serbest geçiş hakkını ortadan kaldırmak ve Boğazlar’ın üstünden uçak geçişini yasaklamak da Türk tasarısında yer alan önerilerdendir.
Ticaret gemilerinin geçişi konusunda Türkiye liberal bir görüş ortaya koymuş ve yalnızca savaş zamanında uygulanacak bazı sınırlamalar dışında ticaret gemilerinin geçişinin serbest olması esasını savunmuştur. Savaş gemileri konusunda ise Türkiye, Karadeniz’e kıyısı olan ve olmayan devletleri ayırmayan bir tasarı ortaya koymuştur. Xxxxx zamanında ve kendisinin savaşan olmadığı savaş zamanında denizaltılar ve tonaj sınırlamaları dışında, tüm savaş gemilerinin serbest geçiş hakkını savunmuştur. Türkiye’nin istediği bir diğer sınırlama ise Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletlerin bu denizde bulundurabilecekleri toplam gemi tonajı ve gemilerin kalış süresine ilişkindir. Türkiye’nin Montrö’de Türk Boğazlar’ı konusunda getirmek istediği rejimi şu şekilde özetlemek mümkündür:
1- Ticaret gemileri için büyük bir serbesti getirilmiştir. Ancak savaş zamanında bazı kısıtlamalar uygulanacaktır.
2- Savaş gemilerinin geçişi için bazı kısıtlamalar söz konusudur. Bu kısıtlamaların amacı Türkiye’nin ve Karadeniz’de kıyıdaş olan devletlerin güvenliğini sağlamak içindir.
3- Milletler Cemiyeti’nin geçiş serbestisi konusunda koyacağı kısıtlamalar dikkate alınacaktır. Esasen geçiş serbestisi hükümleri de Milletler Cemiyeti kurallarına uygun olarak tanzim edilmiştir.
4- Boğazlar Komisyonu kesinlikle kaldırılacaktır (Yel, 2009, s. 95).
Yukarıda da belirtildiği gibi askerden arındırılmış bölgenin statüsünün değiştirilmesi burada sayılmamıştır. Zira Türkiye’nin tezine göre Xxxxxx’xx bir konferans toplanmış ise bu durumda zaten amaç askerden arındırılmış bölgenin yeniden askerileştirilmesidir. Bu durum kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuçtur. O yüzden bu konuyu yeniden gündem veya tartışma konusu yapmak abesle iştigaldir.
Xxxxx Xxxxxxxxxxxxx bu durumu şu sözlerle ifade etmiştir: “Tasarının çeşitli kesimlerini ele almadan önce, bu tasarının yeniden silahlanma konusuna hiç değinmediğini belirtmeliyim. Böyle olunca, tasarının çeşitli bölümlerini incelerken bu konuya değinmeyeceğim. 1923 Sözleşmesi’nin askersizleştirme hükümlerinin kaldırılması yönünde bizi esinlendiren sebepler üzerinde durmam da şüphesiz gerekmemektedir. Bilindiği gibi, bu hükümlerin kaldırılmasının üstü örtülü olarak kabul edilmesi Xxxxxx Xxxxxxxxxx’nın toplanmasına imkân sağlamıştır.”
Xxxxx Xxxxxxxxxxxxx devam eden süreçte bu konuyu gündeme getirmeye çalışan ve konu hakkında soru soran devlet yetkililerine benzer şekilde cevap vermiştir: “Zaten proje metninin başına (23 Temmuz 1923 Sözleşmesi’nin yerine geçmek üzere) ifadesinin yazılmasıyla, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin artık yürürlükte olmadığı vurgulanmak istenmiştir. Bu şartlarda Türkiye, Boğazlar’ı tahkim etme hususunda serbest kalmış olmaktadır (Yel, 2009, s. 96).”
2.3.2. Sovyetler Birliği’nin Görüşü
Sovyetler Birliği, Türkiye gibi ticaret gemilerinin serbest geçmesi ilkesini benimsiyordu. Ancak savaş gemileri konusunda, Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin ayrıcalıklı olması gerektiğini savunuyordu. Bu amaçla Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin savaş gemilerini Boğazlar’dan serbestçe geçirmesini savunuyor, buna karşı Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemilerinin Karadeniz’e tonaj ve tür bakımından sınırlandırılarak girmesi gerektiğini savunuyordu. Askerden arındırılan bölgelerdeki statünün değişmesi ve Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılarak Boğazlar’da Türk egemenliğinin sağlanması konusunda da Türkiye ile benzer düşüncelere sahiptir (İnan, 1995, s. 52).
2.3.3. İngiltere’nin Görüşü
İngiltere, Montrö’de yapılan müzakerelerin ve ortaya çıkan nihai durumun en önemli aktörlerinden biridir. Nitekim 4 Temmuz 1936’da Türk tasarısının değiştirilmiş bir halini kendi tasarısı olarak sunmuş ve müzakere edilmesini sağlamıştır. Hatta İngiliz tasarısının görüşmelerde temel alınmasının Ankara’nın büyük tepkisini çektiği ve bundan dolayı Ankara’nın Türk Heyeti’ne tepki gösterdiği7 de ifade edilmektedir (Burgaç, 2021, s. 231-234).
İngiltere, askerden arındırılmış bölgelerin ortadan kaldırılması ve Boğazlar ve çevresinin silahlandırılmasını kabul etmektedir. Ancak Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılmasına ve yetkilerinin Türk Hükûmeti’ne devredilmesine karşı çıkıyordu. Ticaret gemileri konusunda diğer devletlerle benzer düşünüyordu. Buna karşılık bazı küçük sınırlamalar dışında savaş gemilerinin de Karadeniz’e serbestçe geçmesi gerektiğini düşünüyordu. Yakın savaş tehdidi konusunda Türkiye’nin görüşlerine katılmakla birlikte, bu konuda birtakım sınırlamalar ve denetimler olması gerektiğini düşünüyordu.
2.4. Montrö’de Kurulan Düzenin Esasları
Xxxxxx Xxxxxxxxxx’nda Türkiye büyük oranda istediklerini elde etmiştir. Çetin müzakereler sonunda taraflar dengeli bir geçiş rejiminde uzlaşmayı başarmışlardır. Türkiye, hem Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin olumsuzluklarından kurtulmuş hem de kendisini ve Karadeniz’i güvende tutacak bir sözleşmenin mimarı olmuştur.
7 O sırada Başvekil olan Xxxxx Xxxxx tarafından Heyet Başkanı Xxxxxx Xxxxx Xxxx’x şu şekilde bir telgraf çekilmiştir: “İngiliz Projesini Ajans’tan 7.7.1936 öğleye doğru aldık. Üç tane olduğu anlaşılan ekleri henüz görmedik. Kendi projemizi terk ederek İngiliz projesini müzakere mevzuu yapmak hatalı olmuştur. Mahzurlarını göreceğiz” diyor ve bu mahzurları şu şekilde sıralıyordu:
“I- Bu proje tamamen Rusların aleyhindedir. Buna hakkımız ve bir sebep yoktu. Esaslı maddeleri bizim aleyhimizdedir.
II- Muharip devletlerin (Boğazlardan) kayıtsız geçmesi bizi zorla harbe sürükler. Cemiyet-i Akvam taahhüdü teyid edildikten sonra muharip devlet hukuku iyi niyete yorulamaz.
III- İki Boğaz arasında 15.000 ton dedikten sonra, toplam donanmamızın yarısı kaydı fazladır, zararlıdır. Marmara’da kalıp Boğazları beklemek için donanma yapılamaz. ,
IV- Komisyon ebedi oluyor.
V- Yürürlüğe giriş herhangi bir devletin reddiyle menedilebiliyor.
VI- Sözleşmenin geleceği de geçiş serbestisi gibi manasının sınırı malum olmayan bir kayıtla bağlanıyor.
VII- Avrupa’dan Asya’ya ve iki deniz arasında tayyare ulaşımı için lüzumsuz bir prensip taahhüdü alınıyor.”
Sözleşme Türkiye, İngiltere, Fransa, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Sovyetler Birliği, Japonya arasında imzalanmıştır. Japonya 1952 yılında sözleşmeden çekilmiştir. İtalya ise katılma yoluyla sözleşmeye taraf olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu devam eden devlet olarak Sözleşme’nin tarafı olmuştur. Ukrayna ise Karadeniz’e kıyıdaş devlet olarak sözleşmeye katılmıştır. Günümüzde Sözleşme’nin tarafları, Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Rusya ve Ukrayna’dır.
2.4.1. Boğazlar’ın Yeniden Silahlandırılması
Türkiye’nin yeni bir Boğazlar Konferansı toplamak istemesindeki temel amacı, Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile kurulmuş bulunan ve Boğazlar’ı askerden arındıran sistemin kendisi için oluşturduğu tehlikedir. Konferans öncesi birçok uluslararası zeminde bu durum dile getirilmiş ve bu hükümlerin acilen değiştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Nitekim Xxxxxx Xxxxxxxxxx’nın başlaması ile Türkiye’nin çekincelerinin bütün devletler tarafından paylaşıldığı görülmüştür. Türkiye açısından Montrö ile getirilen en önemli yenilik, Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile silahtan ve askerden arındırılan bölgenin yeniden Türk kuvvetlerinin kontrolüne girmesinin önünde hiçbir engelin kalmamasıdır.
Yani Türkiye, Montrö ile Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin silahsızlanmaya ilişkin hükümlerini iptal etmiştir. Esasen bu konuda hiçbir madde bulunmamaktadır (Pazarcı, 2021, s. 357). Ancak sözleşmenin imzalandığı 20 Temmuz 1936 tarihinde yürürlüğe gireceği ifade edilen Ek Protokol ile Türkiye silahtan arındırılmış bölgeyi silahlandırma hakkını elde etmiştir. Esasen aslolan egemen devletin egemenlik sınırları içinde asker ve silahını istediği yere konuşlandırabilmesidir. Buna engel olan hükümlerin lağvolması ile Türkiye bu doğal hakkına kavuşmuştur.
Ek Protokol, yeniden silahlandırılabilecek bölgeyi Sözleşme’nin başlangıç bölümünde yer alan ve Boğazlar Bölgesi olarak adlandırılan bölge olarak açıkça ifade etmiştir. Ve bu bölgenin hemen ve yeniden silahlanmasını kabul etmiştir. Ancak Boğazönü Adaları’na herhangi bir şekilde değinmemiştir. Her ne kadar Yunanistan, Lozan’da silahtan arındırılacak bölge olarak tanımlanan Boğazlar’ın silahlandırılması ile kendisinin de aynı şekilde Boğazönü Adaları’nı silahlandırabileceğini ifade etmiş ise de bu konu Montrö’de hiç gündeme gelmemiştir. Bu konuda hiçbir görüşme yapılmamıştır.
Boğazlar’ın silahlandırılması konusunda Yunanistan dâhil hiçbir devlet bir ihtirazı kayıt koymamışlardır. Bu nedenle Boğazönü Adaları’nın silahsızlık statüsü halen devam etmektedir (Toluner S. , 1987).
Esasen Boğazönü Adalarının askersizleştirilmesi, Türkiye’nin bu adalar üzerinde Yunanistan’ın egemenliğini tanıması karşılığında bir milletlerarası anlaşma ile tesis edilmiştir.
Nitekim Lozan Xxxxx Xxxxxxxxxx’nın 12. Maddesi de bu durumu teyit etmektedir:
“Madde 12 — İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca
13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.”
Burada görüleceği üzere metinde “Yunan egemenliği” değil “Yunan egemenliğine ilişkin … karar doğrulanmıştır” denilmek suretiyle Xxxxx Xxxxxxxxxx, kendisinden önce imzalanan anlaşmalara atıf yapmıştır. Bu anlaşmalar ise Boğazönü Adaları’nı silahtan arındırmakta ve bu koşulla Türkiye adaların Yunanistan’a devrini kabul etmektedir. Dolayısıyla, Montrö’de Yunan adaları konusu gündeme bile gelmemiştir. Ancak gelseydi bile Yunan adalarının silahsızlanmasına ilişkin hükümler Lozan’da karara bağlanmış olmadığı ve Boğazlar’ın silahsızlanması ile bir alakası olmadığı için dikkate alınmaması gerekecektir (İnan, 1995, s. 55).
Esasen bu adaların silahsızlanmasına ilişkin hükümler sınır anlaşmaları ile getirilmiş olduğundan objektif hukuk kuralı niteliğindedir. Bu yüzden “rebus sic stantibus” ilkesine konu olamazlar. Bu durum ancak tarafların anlaşması ile ortadan kaldırılabilir (Toluner S. , 1987, s. 45).
2.4.2. Boğazlar Komisyonu’nun Kaldırılması ve Yetkilerinin Türkiye’ye Devri
Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile kurulmuş bulunan Boğazlar Komisyonu, Montrö Sözleşmesi’nin 24. Maddesi ile kaldırılmış ve yetkileri Türk Hükûmeti’ne devredilmiştir. Böylece Türkiye, Boğazlar’dan geçiş rejimini kontrol etmek ve düzenlemekle yani Montrö’de kurulan düzeni uygulamakla mükellef kılınmıştır.
“Madde 24- Boğazlar rejimine ilişkin 24 Temmuz 1923 tarihli Sözleme gereğince kurulmuş olan Uluslararası Komisyonun yetkileri Türk Hükümetine aktarılmıştır.
Türk Hükümeti, 11., 12., 14. ve 18. maddelerin uygulanmasına ilişkin istatistikleri toplamağı ve gerekli bilgileri vermeği yükümlenir.
Türk Hükümeti, işbu Sözleşmenin, savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişine ilişkin her hükmünün yürütülmesine göz kulak olacaktır. Türk Hükümeti, yabancı bir deniz kuvvetinin yakında Boğazlar’dan gereceği kendisine bildirilir bildirilmez, bu kuvvetin kuruluşunu, tonajını, Boğazlar’a giriş için öngörülen tarihi ve gerekirse, olası dönüş tarihini, Bağıtlı Yüksek Tarafların Ankara’daki temsilcilerine bildirecektir.
Türk Hükümeti, Boğazlar’da yabancı savaş gemilerinin gidiş-gelişini gösteren, ayrıca ticarete ve işbu Sözleşmede öngörülen deniz ve hava ulaşımına yararlı bütün bilgileri kapsayan yıllık bir raporu Milletler Cemiyeti Genel Sekreterine ve Bağıtlı Yüksek Taraflara sunacaktır.”
Ancak burada geçiş yapan gemilerin yanlış bilgi vermeleri nedeniyle Sözleşme’nin hatalı veya yanlış uygulanması halinde Türkiye bundan sorumlu tutulamayacaktır (Çelik, 1982, s. 58-59). Çünkü Türkiye’nin sorumluluğu, kendisine yapılan bildirimlere göre geçişi düzenlemekle ve geçen gemilere ilişkin bilgileri âkit tarafların Ankara’daki temsilcilerine bildirmekle sınırlıdır. Türkiye’nin, bildirimi yapan devletin verdiği bilgileri araştırma ve inceleme yetkisi yoktur.
2.4.3. Boğazlar’dan Geçiş Rejimi
Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerine yürürlüğe girmiştir. Her iki sözleşme arasında Türkiye lehine çok önemli farklar bulunmaktadır. Bunlardan biri Lozan’da Boğazlar’dan geçiş ile hem havadan hem de denizden geçiş kastedilmiş iken, Montrö’de sadece denizden geçiş düzenlenmiş ve havadan geçiş serbestisinin kaldırılmış olmasıdır (İnan, 1995, s. 56).
Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi, Boğazlar kavramının tanımını değiştirmemiştir. Yani tıpkı Lozan’da olduğu gibi Boğazlar ile kastedilen yerin Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı olduğu belirtilmiştir.
Sözleşme’nin birinci maddesi ile geçişin serbest olduğu hüküm altına alınmıştır. Ancak bu özgürlüğün Sözleşme’de yer alan maddeler çerçevesinde kullanılacağı belirtilmiştir. Sözleşme’nin ifade ettiği geçiş serbestisi bugün uluslararası suyollarında geçerli olan “transit geçiş” ve karasularında geçişte geçerli olan “zararsız geçiş”ten farklıdır. Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi nev’i şahsına münhasır (sui generis) bir geçiş rejimi ihdas etmiştir. Amacı geçiş serbestisinin yanında en az onun kadar önemli olan Türkiye’nin ve Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin güvenliğini sağlamaktır. Bunda büyük oranda başarılı olduğunu söylemek mümkündür.
Ayrıca Sözleşme, gemileri ticaret ve savaş gemileri olarak ayırmış ve her bir gemi türünün barış zamanında ve savaş zamanında ayrı ayrı düzenlemiştir. Savaş zamanına ilişkin düzenlemeleri ise Türkiye’nin savaşan olduğu ve Türkiye’nin savaşan olmadığı xxxxx xxxxxx olarak ayırmıştır. Ayrıca Lozan’dan faklı olarak Türkiye’nin kendisini savaş tehlikesi altında hissetmesi hali de gemi türlerinin geçişlerinde ayrıca düzenlenmiştir.
2.4.3.1. Ticaret Gemilerinin Geçiş Rejimi
Öncelikle belirtmek gerekir ki Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi, ticaret gemilerinin açık bir tanımını yapmamıştır. Bunun yerine savaş gemilerini tarif etmiş ve savaş gemisi tanımına uymayan tüm gemileri ticaret gemisi olarak kabul etmiştir (Özersay, 1999, s. 56). (Sözleşme madde 7)
2.4.3.1.1. Barış Zamanında
Sözleşmenin 2. Maddesi, barış zamanında ticaret gemilerinin, gece ve gündüz, bayrakları ve taşıdıkları yük ne olursa olsun serbestçe geçebileceklerini düzenlemiştir (Belik, 1962, s. 18). Bu özgürlükten yararlanırken hiçbir formaliteye tabi olmadıklarını da ayrıca belirtmiştir. Türkiye, kural olarak bu gemilerin yükünü kontrol edemeyecektir. Sağlık nedeniyle Sözleşme’nin 3. maddesinde sayılan durumlar bu kuralın istisnasıdır. Ancak bu sağlık denetiminin gemilerin seyrine zarar vermeyecek bir hızda yapılması gerektiği de ifade edilmiştir. Sözleşme, ticaret gemileri için kılavuzluk ve römorkörlüğün (yedekçilik) isteğe bağlı olduğunu ifade etmiştir.
Bu şekilde Boğazlar’dan uğraksız geçiş yapan gemilerden hizmet karşılığı olarak alınacak ücretten başka herhangi bir ücret alınamayacaktır. Ücret karşılığı yapılacak hizmetler ise sağlık denetimi, fener ve şamandıra hizmetleri ve kurtarma hizmetlerdir. Bu hizmetlerin bedeli geminin tonajına göre altın-xxxxx esasına göre belirlenmiştir.
Sözleşme’nin 1 Sayılı Ek’inde bu ücretlerin nasıl alınacağı belirtilmiştir.
Kılavuzluk ve yedekçilik ise ancak geminin talebi olursa ve bedeli Türkiye tarafından yayınlanan tarifeye göre belirlenen ücret mukabilinde verilebilecektir.
Geçiş sırasında alınacak vergi ve harçlar geminin Boğazlar’dan geçiş ve dönüşünü kapsamakta olup, altı aylık süreyi kapsayacaktır. Yani bir gemi altı ay içinde yapacağı dönüş için ayrıca bir ücret ödemeyecektir. Sürenin altı ayı geçmesi halinde yeniden ücret ödeyecektir (İnan, 1995, s. 56).
Türkiye’nin geçiş sırasında verilen hizmetler nedeniyle aldığı ücretleri bayrak farkı gözetmeden uygulaması da Sözleşme’nin gereklerinden biridir.
2.4.3.1.2. Savaş Zamanında
Ticaret gemilerinin savaş zamanında Boğazlar’dan geçişine ilişkin düzenlemeyi üç farkı duruma göre değerlendirmek gerekmektedir. Bu farklı durumlara ilişkin geçiş rejimleri Sözleşmenin 4,5 ve 6. Maddelerinde ayrı ayrı düzenlenmiştir.
2.4.3.1.2.1. Türkiye’nin Savaşan Olmaması Halinde
Savaş zamanında, Türkiye savaşan değil ise ticaret gemileri bayrak ve yükleri ne olursa olsun, barış zamanında öngörülen koşullara göre serbestçe geçebileceklerdir. Kılavuzluk ve römorkaj hizmetleri yine isteğe bağlı verilecektir (Özersay, 1999, s. 68). (Madde 4)
Sözleşme’de “tarafsız” terimi yerine “savaşan değil ise” tabirinin kullanılması bilinçli bir tercihtir. Zira “tarafsız” terimi “savaşan olmayan” terimine göre daha geniş bir anlama sahiptir ve yoruma açıktır. Sözleşme, bu şekilde dar bir anlamı ve anlaşılır olmayı tercih etmiştir.
Burada “xxxxx xxxxxx” kavramından ne anlaşılması gerektiğini de biraz açmak gerekmektedir. Bilindiği üzere Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2. Maddesine göre kuvvet kullanmak hatta kuvvet kullanma tehdidinde bulunmak yasaktır. Bu durumda devletler birbirine savaş ilan etmemektedirler. Dolayısıyla Sözleşme’nin savaş haline ilişkin hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı konusunda tereddütler oluşmaktadır. Nitekim 2022 yılında Rusya’nın, Ukrayna topraklarına uyguladığı askeri gücü, hem kendisi hem de Türkiye başlangıçta askeri operasyon olarak adlandırmışlardır.
Ancak daha sonra Türk Dışişleri Bakanlığı yaptığı değerlendirme sonrası bu durumun savaşa dönüştüğüne karar vermiş ve Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin “Türkiye’nin savaşan olmadığı savaş hali”ne ilişkin hükümlerinin şeffaf bir şekilde uygulanacağını ifade etmiştir. (xxxxx://xx.xxxxxxxx.xxx/0000/00/00/xxxxxxxxx-xxxxxxx- daki-durum-savasa-donustu-montro-hukumlerini-seffaf-sekilde-uygulayacag-)
Türkiye’nin yorumu doğrudur. Zira bir devlet (Rusya Federasyonu) başka bir devletin (Ukrayna) topraklarına düzenli birliklerini sokmak suretiyle, kendi stratejik amaçları doğrultusunda zor kullanarak bir fiili saldırı gerçekleştirmiştir. Burada hukuken olmasa bile fiilen bir savaş söz konusudur. BM Şartı hükümleri doğrultusunda Montrö hükümlerinin amaca uygun yorumunun bizi götüreceği sonuç budur.
Nitekim Türkiye’nin bu yorumuna diğer devletlerden itiraz gelmemiştir. Ve Türkiye, Xxxxxx’xxx “kendisinin savaşan olmadığı” savaş durumuna ilişkin hükümlerini uygulamıştır.
2.4.3.1.2.2. Türkiye’nin Savaşan Olması Halinde
Türkiye’nin savaşan olması halinde ticaret gemilerinin Boğazlar’dan geçişine ilişkin hükümler sözleşmenin 6. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; Boğazlar’dan geçiş hakkından, Türkiye ile savaş halinde olmayan devletlerin ticaret gemileri, Türkiye’nin düşmanlarına yardım etmemek koşulu ile yararlanabilirler. Buna karşı, Türkiye ile savaş halinde olan devletlerin gemileri Boğazlar’dan geçemez (Vank, 1998, s. 65).
Xxxxx zamanında geçiş yapabilecek gemilerin, Türkiye’nin düşmanlarına yardım etmemesi koşulu olduğu için, Türkiye bu gemilerin Boğazlar’dan geçişi sırasında denetim yapma hakkını haizdir (Toluner S. , 1996, s. 169). Bu hem sözleşmenin amaca uygun yorumundan hem de savaşan devletlere savaş hukukuna göre tanınmış bir hak olması nedeniyle böyledir.
Sözleşmeye göre geçiş yapan gemilerin gündüz geçmeleri ve kendileri için belirlenen rotayı takip etmeleri de zorunludur.
2.4.3.1.2.3. Türkiye’nin Kendisini Pek Yakın Bir Savaş Tehdidi Altında Hissetmesi Halinde
Yukarıda belirtildiği üzere, savaş ve barış halleri dışında Türkiye’nin kendisini yakın savaş tehdidi altında hissetmesi hali daha önce Boğazlar’dan geçişi düzenleyen sözleşmelerde yer almayan bir durumdur. Esasen bu durum uluslararası ulaşım için kullanılan hiçbir boğazda kıyı devletine tanınmayan bir yetkidir. Bu haliyle Montrö’nün ülkemiz lehine en büyük kazanımlarından biridir.
Böyle bir durumun vukû bulması halinde esasen henüz ortada bir savaş olmadığı için barış düzenine ilişkin hükümler uygulanacaktır (Toluner S. , 1996, s. 169). Ancak buna ilişkin birtakım kısıtlamalar bulunmaktadır. Sözleşmenin 6. Maddesine göre bu durumda tıpkı savaş halinde olduğu gibi gemiler gündüz ve belirlenen rotayı takip etmek koşulu ile serbestçe geçebileceklerdir. Türkiye bu halde kılavuzluk halini zorunlu tutma hakkını haizdir. Ancak bunu ücretsiz yapması gerekmektedir (İnan, 1995, s. 63).
Türkiye’nin bu rejimi uygulaması durumunda, Sözleşme’nin taraflarına ve Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne konu hakkında bir bildirimde bulunması gerekmektedir. Milletler Cemiyeti Konseyi üçte iki çoğunlukla Türkiye’nin aldığı önlemlerde haklı olmadığına karar verirse ve Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin taraflarının çoğunluğu da aynı görüşte olurlarsa, Türk Hükûmeti bu uygulamaları kaldırmak zorundadır.
2.4.3.2. Savaş Gemilerinin Geçiş Rejimi
Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin en önemli hükümleri savaş gemilerinin geçişine ilişkin olanlardır. Sözleşme’yi bir güvenlik ve denge sözleşmesi haline getiren ve çok uzun yıllardır ortadan kalkmasını engelleyen savaş gemileri için getirilen düzenlemelerdir.
Taraf devletler çok hassas bir denge gözeterek bu hükümleri ortaya koymuşlardır. Hem Türkiye’nin hem de Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin güvenliğini amaçladığını ortaya koyan Sözleşme (Belik, 1962, s. 20), savaş gemileri için yaptığı düzenleme ile bu amacına büyük oranda ulaşmış görünmektedir.
Sözleşme’nin 8-22. maddeleri (bu maddeler dâhil) yani toplam 15 maddesi savaş gemilerinin geçiş rejimine ayırmıştır. Sözleşmenin toplam 29 madde olduğu düşünüldüğünde yarısından çoğunun buna ilişkin olduğu görülmektedir. Bu durum dahi konunun ne kadar önemsendiğini ve ne kadar titizlikle düzenlendiğini ortaya koymaya yetmektedir.
Sözleşme savaş gemilerinin geçiş rejimini gemilerin türleri, nitelikleri ve tonajlarını gözeterek bir düzenlememiştir. Ve bunları Sözleşme’nin II sayılı ekinde ayrıntılı olarak düzenlemiştir (Xxxxxxx S. , 1996, s. 160). II sayılı Ek’te savaş gemileri, savaş hattı gemileri, uçak gemileri, hafif su üstü gemileri, denizaltılar, küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler olmak üzere altı sınıfa ayrılmıştır (İnan, 1995, s. 64). Gemilerinin tonajının hesaplanması için de türlerinin belirlenmesinde olduğu gibi 25 Mart 1936 tarihli Londra Deniz Kuvvetleri Anlaşması esas alınmıştır. Buna göre bir geminin ağırlığı, yapımı tamamlanmış ve denize açılmaya hazır halde iken yakıt ve yedek yakıt ihtiyacı hariç, geminin makinaları, tüm silah ve cephanesi, donatımı, bütün gemi
personeli, gemi personelinin kumanyası ve tatlı su ihtiyacı ve personelin savaş sırasında taşıyacağı her türlü araç ve gereç göz önünde bulundurularak hesaplanır. (Ek II paragraf A)
2.4.3.2.1. Barış Zamanında
Xxxxx zamanında savaş gemileri, Sözleşme’nin barışı ve güvenliği koruma amacı uyarınca, birtakım sınırlamalara bağlı olarak Boğazlar’dan geçebileceklerdir.
Öncelikle savaş gemilerinin geçişi için bir ön bildirim şartı getirilmiştir. Buna göre devletler savaş gemilerini Boğazlar’dan geçirmeden sekiz gün önce geminin, adını, tipini, sayısını, tonajını, gidecekleri yeri, gidiş ve dönüş tarihlerini Türkiye’ye bildirmek zorundadır. Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletler için bu bildirimin on beş gün önceden yapılması tercih edilmektedir (Belik, 1962, s. 21). Bildirim yapıldıktan sonra Türkiye, kendisine bildirilen bu gemilerin kuruluşunu, tonajını ve öngörülen geçiş tarihini Montrö Sözleşmesi’ne taraf olan devletlerin Ankara’da bulunan temsilcilerine bildirmekle yükümlüdür.
Barış zamanında, Karadeniz’e kıyısı olsun olmasın tüm devletlerin hafif su üstü gemileri8, küçük savaş gemileri9 ve yardımcı gemiler10 ön bildirim koşulunu yerine getirmiş ise, Boğazlar’a gündüz girmek şartıyla, Boğazlar’dan serbestçe geçebilirler (İnan, 1995, s. 65). Bu geçişler nedeniyle herhangi bir ücret ödeme yükümlülükleri de yoktur (Toluner S. , 1996, s. 170).
8 Hafif su üstü gemileri Sözleşme Ek-II’de şu şekilde tanımlanmıştır: Uçak gemileri, küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler dışında kalan ve 100 tondan ağır 10 bin tondan hafif olan ve 203 mm çapından büyük top taşımayan su üstü savaş gemileridir.
9 Küçük savaş gemileri Sözleşme Ek-II’de şu şekilde tanımlanmıştır: Yardımcı gemiler dışında kalan ve 100 tondan ağır 2 bin tondan hafif olan ve 155 mm çapından büyük top taşımayan, torpil atamayan ve 20 milden daha süratli gidemeyen su üstü savaş gemileridir.
10 Yardımcı gemiler Sözleşme Ek-II’de şu şekilde tanımlanmıştır: Donanmaya bağlı olup 100 tondan daha ağır olan, ancak genel deniz kuvvetleri ve asker taşıma hizmetinde kullanılmayan, savaş gemisi olarak kullanılmak için yapılmamış olan ve 155 mm çapında büyük çaplı topu almayan 76 mm’den büyük 8’den fazla topu olmayan torpil atmak amacıyla yapılmamış, zırhı olmayan, 28 milden fazla sürat yapamayan ve özel olarak uçakların inmesi veya kalkması için yapılmamış olan su üstü gemileridir.
Ön bildirim koşulunun istisnası, savaş gemilerinin yakıt ihtiyacı için geçiş yapan gemilerdir. Bu gemiler Boğazlar’dan bildirimsiz geçebilirler. Ayrıca bu gemiler, Karadeniz’de bulunabilecek gemilerin tonaj sınırlamasında da dikkate alınmayacaklardır.
Xxxxx zamanında hangi gemilerin geçebileceğini bu şekilde belirttikten sonra Sözleşme’nin bu gemilerin geçişine getirdiği sınırlamalara da dikkat çekmek gerekmektedir. Sözleşme geçişe ilişkin iki temel sınırlama getirmiştir. Bunlardan birincisi Boğazlar’dan geçiş sırasında uygulanacak sınırlamalar diğeri de Karadeniz’de bulunmaya ilişkin sınırlamalardır.
2.4.3.2.1.1. Boğazlardan Geçişe İlişkin Sınırlamalar
Savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişine ilişkin dört sınırlama bulunmaktadır.
2.4.3.2.1.1.1. Formalitelere İlişkin Sınırlamalar
Yukarıda da belirtildiği gibi savaş gemileri ancak ön bildirim yapmak koşulu ile Boğazlar’dan geçebilirler. Ön bildirim izin anlamına gelmemektedir, ihbar anlamına gelmektedir. Geçişten sekiz gün önce yapılması zorunludur. Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin gemileri için 15 gün önceden yapılması arzu edilmektedir. Yardımcı tankerler için ihbar mecburiyeti bulunmamaktadır. Gemiler hasar ve avarya istisna olmak üzere, geçiş için öngörülen süreden daha fazla Boxxxxxx’xx xxxxxxxxxx (Xxxxx, 0000, s. 21).
2.4.3.2.1.1.2. Gemilerin Sınıflarına İlişkin Sınırlamalar
Boğazlardan, barış zamanında yapılacak geçiş serbestisinden ancak, hafif su üstü gemileri, yardımcı gemiler ve küçük savaş gemileri yararlanabilir (Toluner S. , 1996, s. 170). Bunlar dışında kalan ve sözleşmede sayılan hattıharp11 gemileri, uçak gemileri12 ve
11 Sözleşmeye göre hattı harp gemileri, iki alt gruba ayrılır: Bunlardan ilki, uçak gemileri, yardımcı gemiler ya da hattı harp gemilerinin ikinci alt-grubuna giren gemiler dışında kalan ve taşırdığı su ağırlığı 10.000 tondan çok olan veya 203 mm. çapında büyük bir top taşıyan su üstü savaş gemileridir. İkincisi ise, uçak gemileri dışında, taşırdığı su ağırlığı 8.000 tondan çok olmayan ve 203 mm. çapından büyük bir top taşıyan su üstü savaş gemileridir (Ek-II-B/1).
12 Sözleşmeye göre uçak gemileri; taşırdığı su ağırlığı ne olursa olsun, özellikle uçak taşımak ve bunları denizde harekete geçirmek amacıyla yaptırılmış ya da donatılmış su üstü savaş gemileridir. Eğer bir gemi yukarıda belirtilen amaçlar için yaptırılmamışsa, bir gemide inme ya da havalanma güvertesinin bulunması onun uçak gemisi olmasını gerektirmez (Ek-II-B/2).
denizaltılar13 prensip olarak Boxxxxxx’xxx xxxxxxxxxxxxxxxxx (Xxxxx, 0000, s. 21). Nezaket ziyaretlerine ve Karadeniz’e sahildar olan devletlere ilişkin istisnalar vardır. Geçiş hakkına sahip gemilerin gündüz Boğazlar’a giriş yapması zorunludur.
2.4.3.2.1.1.3. Gemilerin Tonajlarına İlişkin Sınırlamalar
Boğazlar’dan geçiş sırasında aynı anda Boğazlar’da bulunabilecek yabancı gemilerin toplam tonajı 15.000’den fazla olamayacaktır. Hasar gördüğü için kalan gemiler tonaj hesabında dikkate alınmayacaktır (Belik, 1962, s. 22).
2.4.3.2.1.1.4. Gemilerin Sayılarına İlişkin Sınırlamalar
Geçiş sırasında Boğazlar’da aynı anda en fazla dokuz adet yabancı devlet gemisi bulunabilecektir. Hasar gördüğü için kalan gemiler sayı hesabında da dikkate alınmazlar (Belik, 1962, s. 22).
Görüldüğü gibi, Türkiye’nin güvenliği gözetilerek geçiş sırasında Boğazlar’da bulunacak gemilere önemli sınırlamalar getirilmiştir. Bu sınırlamaların iki istisnası vardır:
2.4.3.2.1.2. Nezaket Ziyaretleri
Türkiye Hükumetinin daveti nedeniyle, herhangi bir yabancı devlete ait savaş filosu, sayı ve tonaj sınırlamasına bağlı olmaksızın, Boğazlar’da bulunan limanları ziyaret edebilirler. Ancak bu gemiler geldikleri rotayı takip ederek geri döneceklerdir. Diğer taraftan bu gemiler serbest geçiş hakkını haiz ise başka bir rotayı da kullanarak geri dönebilirler.
2.4.3.2.1.3. Karadeniz’e Kıyıdaş Olan Devletlere Tanınan İstisnalar
Sınırlamaların, Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlere aynen uygulanması, onların deniz kuvvetlerinin tam olarak Karadeniz’e hapsolması sonucunu doğuracaktır. Bu
13 Sözleşmeye göre denizaltılar, deniz yüzeyi altından yüzmek üzere yapılmış tüm gemilerdir (Ek-II-B/4).
nedenle bu devletler lehine de bazı istisnalar getirilmiştir. Bunlardan biri bu devletlerin on beş bin tondan büyük olsa dahi hattıharp gemilerini teker teker ve en çok iki torpido refakatinde Boğazlar’dan geçirebilme olanakları vardır.
Diğer bir istisna ise Karadeniz’e kıyısı olan devletler, dışarıdan satın aldıkları veya yaptırdıkları denizaltıları, Türkiye’ye zamanında haber vermiş olmaları koşuluyla, Karadeniz’de bulunan limanlarına götürmek için Boğazlar’dan geçirebilirler. Karadeniz’de bulunan denizaltıları da, tamir ettirmek için Boğazlar’dan geçirebilirler. Bu denizaltılar teker teker, su üstünden ve gündüz geçmek koşulu ile bu hakkı kullanabilirler (İnan, 1995, s. 70).
2.4.3.2.1.4. Karadeniz’de Bulunmaya İlişkin Sınırlamalar
Boğazlar’dan geçişe ilişkin sınırlamalar daha çok Türkiye’nin güvenliği gözetilerek düzenlenmiştir. Buna karşı sözleşmenin amacı sadece Türkiye’nin güvenliği değil, Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin de güvenliğini sağlamaktır. O yüzden Karadeniz’de bulunmaya ilişkin de birtakım sınırlamalar getirilmiştir (Belik, 1962, s. 23).
Bu konuda birinci sınırlama, Karadeniz’e, bu denize kıyıdaş olmayan devletlerin hattı harp gemileri, uçak gemileri ve denizaltıları giremeyecektir.
Bir diğer sınırlama gemilerin ağırlıklarına ilişkindir. Buna göre Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin bu denizde bulundurabilecekleri savaş gemilerinin toplam tonajı 30 bin tonu aşmayacaktır. Ancak herhangi bir zamanda Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin savaş filolarının ev kuvvetlisi ( şu an için Rusya Federasyonu’dur) Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin imzalandığı tarihte en kuvvetli olan devletin savaş filosunu 10 bin ton aşarsa, bu durumda yabancı devletlerin bulundurabileceği tonaj da o nispette artacaktır. Ancak ne kadar artarsa artsın 45 bin tonu geçmeyecektir. Günümüzde uygulanması gereken tonaj sınırı 45 bindir. Yine sözleşmeye göre bir devlet toplam tonajın en fazla 2/3’ü kadar gemi bulundurabilecektir. Bu durumda, Karadeniz’de kıyısı olmayan bir devletin bu denizde bulundurabileceği savaş gemisinin tonajı 30 bin tonu geçemeyecektir (Belik, 1962, s. 24).
Üçüncü sınırlama ise zamana ilişkindir. Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletler, Karadeniz’de savaş gemilerini en fazla yirmi bir gün tutabilirler. Burada şunu vurgulamak gerekir: Türkiye’nin sorumluluğu Boğazlar’dan geçiş düzeni ile sınırlıdır. Yani Sözleşme hükümlerine uygun bir biçimde Karadeniz’e çıkan bir savaş gemisinin orada 21 günden fazla kalması halinde Türkiye’nin özel bir sorumluluğu yoktur (Aybay P. D., 2019, s. 2739).
Bu sınırlamalara, insani yardım14 amacıyla doğal afet veya siyasi çalkantı nedeniyle yardım gönderilmesi halinde sekiz bin tonu aşmayacak bir istisna getirilmiştir. Yani Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkeler sekiz bin tonluk insani yardım gemisini Karadeniz’e gönderebileceklerdir (Xxxxxxx S. , 1996, s. 175).
2.4.3.2.2. Savaş Zamanında
2.4.3.2.2.1. Türkiye Savaşan Değilse
Türkiye’nin savaşan olmadığı bir savaş zamanında, savaşan devletlere ait savaş gemileri hariç, diğer devletlere ait savaş gemileri, barış zamanındaki koşullar ile Boğazlar’dan geçiş serbestisinden yararlanacaklardır (Toluner S. , 1996, s. 175). Savaşan devletlere ait savaş gemilerinin ise Boğazlar’dan geçişi yasaklanmıştır.
Bu kurala da bazı istisnalar getirilmiştir: Bunlardan biri savaşan devletlerin, savaş gemileri, savaş başlamadan önce bağlı oldukları limandan ayrılmışlarsa, bağlı oldukları limana dönmek için Boğazlar’dan geçebilirler. Ancak bu gemiler Boğazlar’dan geçerken, savaş hukukunun savaşan devletlere tanıdığı yetkileri kullanamazlar. Yani geçiş sırasında diğer devletlere ait gemilere el koyma girişiminde bulunmazlar, bu gemileri denetleyemez veya herhangi başka düşmanca bir harekette bulunamazlar (Belik, 1962, s. 26).
Bir diğer istisna ise Milletler Cemiyeti’nin aldığı bir zorlama kararı nedeniyle, bu karara katılan devletlerin savaş gemileri Boğazlar’dan geçebileceklerdir. Böyle bir
14Konferansta bu deyimin kapsamı konusunda görüş birliğine varılamamıştır. İngiltere bu deyimi geniş yorumlayarak, yalnız doğal afetler nedeniyle değil, siyasi nedenlerle de, örneğin vatandaşlarının can ve mal güvenliğinin sağlanması ve korunması için gerekli olduğu durumlarda da bu hükmün uygulama alanı bulacağı görüşünü ileri sürmüştür. Romanya ve SSCB bu görüşe karşı çıkmıştır.
durumda cins ve tonaj istisnası dışında diplomatik ön bildirim kuralı da dikkate alınmayacaktır. Burada Milletler Cemiyeti’nin ortadan kalkmış olması nedeniyle bu istisnanın uygulanmayacağı ileri sürülebilecektir. Ancak hem sözleşmeye taraf olan ülkelerin tamamının Birleşmiş Milletler (BM) üyesi olması hem de halefiyet ilkesi ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin alacağı zorlama tedbirlerine uyulması gerekmektedir. Tüm bunlardan başka BM üyesi devletlerin BM Anlaşması’ndan doğan yükümlülükleri ile diğer sözleşmelerden doğan yükümlülüklerinin çatışması halinde BM Anlaşması’ndan doğan yükümlülüklerinin üstün olduğuna ilişkin (BM Anlaşması md 103) hüküm gereğince bu istisnanın uygulanabileceği konusunda güçlü bir eğilim vardır (Toluner S. , 1996, s. 176).
Yine aynı şekilde Milletler Cemiyeti Misakı çerçevesinde yapılan ve Türkiye’nin taraf olduğu bir yardım anlaşmasına göre saldırıya uğrayan bir devlete yardım etmek için, anlaşmaya taraf olan devletlere ait savaş gemileri Boğazlar’dan geçebilirler. Türkiye’nin halen taraf olduğu böyle bir yardım anlaşması olmadığı için bu istisnanın bugün için uygulanma imkânı kalmamıştır (Toluner S. , 1996, s. 176). Ancak Türkiye’nin taraf olduğu bir yardım anlaşmasının ortaya çıkması halinde bu istisnanın da yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. (İnan, 1995, s. 74)
2.4.3.2.2.2. Türkiye Savaşan İse
Türkiye’nin savaşan olması durumunda, yabancı devletlere ait gemilerin Türk Boğazları’ndan geçip geçmemesi konusunda karar verme yetkisi tamamen Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine aittir. Yani bu durumda Türkiye sınırsız bir takdir hakkını haizdir. İstediği devletin savaş gemisine geçiş hakkı verebilecekken, istemediği devletin savaş gemisine geçiş izni vermeyebilir (Erkin, 1968, s. 111).
Burada Türkiye tercih haklarını kullanırken tamamen politik düşüncelerle hareket edip, politik tercihlerine göre karar verebilecektir (İnan, 1995, s. 74).
2.4.3.2.3. Türkiye’nin Kendisini Pek Yakın Bir Savaş Tehdidi Altında Hissetmesi Halinde
Türkiye’nin kendisini pek yakın bir savaş tehdidi altında hissetmesi halinde “Türkiye’nin savaşan olduğu” duruma ilişkin hükümler uygulanacaktır. Başka bir ifadeyle böyle bir durumda yabancı devletlere ait savaş gemilerini Boğazlar’dan geçirip geçirmeme konusunda Türkiye, sınırsız bir tercih hakkına sahip olacaktır.
Hem Türk Boğazları’nda daha önce uygulanan rejimlerde hem de başka uluslararası suyollarında buna benzer bir hükmün yoktur. Bu hükmün, sahildar devlete geniş yetkiler tanıyor olması nedeniyle, uygulanmasına birtakım sınırlamalar getirilmiştir. Bu şekilde Türkiye’nin kendi güvenliğini öncelemesi ile diğer devletlerin uluslararası bir suyolundan geçişi konusunda bir denge kurulmaya çalışılmıştır.
Öncelikle Türkiye bu hakkı kullanmadan önce, Boğazlar’dan geçmiş olan yabancı devletlere ait savaş gemilerinin bağlı oldukları limanlara dönmeleri için izin verecektir. Ancak yapmış oldukları eylemler ile Türkiye’nin kendisini savaş tehlikesi altında hissetmesine sebebiyet veren devletlerin gemileri Boğazlar’dan geçemeyeceklerdir. Ancak Türkiye’nin izin vermesi halinde bu hakkı kullanabilmeleri mümkündür.
Türkiye’nin pek yakın bir savaş tehdidi nedeniyle Boğazlar’ı kapatabilmesinin birtakım prosedürleri vardır. Öncelikle, Türkiye’nin kendini pek yakın bir savaş tehdidi altında hissetmesine karar verme yetkisi Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ne aittir. Ancak bu kararın yerinde olup olmadığını denetleme yetkisi Milletler Cemiyeti ve Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’ne taraf olan devletlere aittir.
Türkiye, böyle bir yetkiyi kullanmaya karar verdiği zaman durumu hemen Sözleşme’ye taraf olan devletlere ve Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri’ne bildirmekle yükümlüdür. Bu durumda, Milletler Cemiyeti Konseyi 2/3 çoğunlukla ve Montrö’ye taraf olan devletler salt çoğunluk ile Türkiye’nin aldığı kararın yerinde olmadığına karar verir ise Türkiye aldığı tedbirleri kaldırmak zorundadır. Türkiye bu durumda tekrar barış zamanına ilişkin hükümleri uygulamak zorundadır. Belirtilen ikili denetim sisteminden birinde, aranan çoğunluk sağlanamazsa Türkiye tedbirleri uygulamaya devam edecektir.
Yukarıda belirtildiği gibi her ne kadar Milletler Cemiyeti artık yoksa da Sözleşme’nin bu maddesinde ona tanınan yetkinin Birleşmiş Milletler’e tanınması ve Türkiye’nin yapacağı bildirimin de Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne yapılıp yapılmaması gerektiği konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Xxxxx Xxxxxxx BM’ye bildirim yapılmaması gerektiğini savunurken (Xxxxxxx S. , 1996, s. 177) Xxxxxx Xxxx aksi görüştedir (İnan, 1995, s. 77). Xxxxxx Sözleşme bu konuda ikili bir denetim sistemi getirdiği için Birleşmiş Milletler’in yetkili olmadığı düşünülse bile âkit devletlerin denetim yetkisinin devam ettiği kuşkusuzdur.
2.4.3.2.4. Uçaklar
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne göre uçaklar da Boğazlar’dan serbest geçiş hakkını haizdir. Ancak Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi bu hakkı kaldırmıştır. Sadece sivil uçakların Türkiye’nin belirlediği güzergâhı kullanarak geçişine ilişkin hüküm getirmiştir. Askeri uçakların geçişini ise Türkiye’nin iznine bağlamıştır. Diğer taraftan Sözleşme her ne kadar uçak gemilerinin geçişini yasaklamış ise de herhangi bir istisna nedeniyle bir uçak gemisinin geçişi sırasında taşıdığı hava taşıtlarının Boğazlar’ı geçerken havalanmasını yasaklamıştır (Belik, 1962, s. 27).
2.4.3.3. Altın-Xxxxx Esası
Sözleşme’ye göre geçiş sırasında yapılan hizmetlerden alınacak ücretlerin altın- xxxxx esasına göre belirlendiğini yukarıda belirtmiştik. Böyle bir esasın belirlenmesinin amacı paranın değerini korumaktır. Ancak zaman içinde dünyada altın-xxxxx esası terk edildiği için hesaplamada bazı zorluklar yaşanmıştır. Bugün birçok bilim adamı, Türkiye’nin sözleşmenin yapıldığı zamanda öngörülenden daha az ücret aldığını düşünmektedir.
Altın-Xxxxx, Xxxxxxxx Xxxxxxxxx tarafından geliştirilmiş bir para esasıdır. 1805 yılında ortaya konulmuştur. Altın-Xxxxx esasına göre 900 ayarlık standart bir külçe altının 10/34 gramı, 1 Altın Xxxxx’tır. 900 ayarlık altının 10/34 gramı aynı zamanda 24 ayar altının 0,290323 gramına eşit gelmektedir (Çağa, 2011).
Altın-xxxxx esası uzun süre Milletler Cemiyeti, Dünya Posta Birliği gibi uluslararası kuruluşlar tarafından kullanılmıştır. Sözleşmenin imzalandığı 20 Temmuz 1936 tarihinde 2,5 Altın-Xxxxx 1 Türk Lirasına eşittir.
Günümüzde Altın-Xxxxx esasının parasal karşılığını tespit etmek için 24 ayar altının 0,29 gramının karşılığını bulmak gerekmektedir. Türkiye bu yöntemi kullanmamaktadır. Bunun yerine uzun süre Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından belirlenen 1 ons altının (ki bu 31,736662 gr altına denk gelmektedir) 42,2222 ABD Dolarına eşit olduğu ilkesine göre hareket ederek işlem yapmıştır. Uluslararası Para Fonu 1976 yılında bu ilişkiyi kaldırmıştır. Buna rağmen Türkiye Kasım 1982’ye kadar aynı şekilde uygulamaya devam etmiştir.
Sözleşme’de alınacak ücretlerin Altın-Xxxxx esasına göre belirlenmesinin temel amacı alınacak ücretlerinin değerinin düşmesinin önlenmesi, uzun süre geçerli bir ücret sisteminin tesis edilmek istenmesidir. Türkiye bu amaç doğrultusunda, 1982 yılında, aynı zamanda altın fiyatının dolara bağlı olduğu esasın kaldırılmış olmasını da göz önünde bulundurarak, altının ABD Doları karşısında serbest piyasa göre belirlenen fiyatını benimseyerek işlem yapmıştır.
Bu durum, geçişlerde alınan ücretleri, eski ücretlere göre çok fazla yükselttiği için Boğazlar’ı sık kullanan devletlerin büyük tepkisine yol açmıştır. 1982 yılında Boğazlar’dan 28 bin ticaret gemisi geçmiştir. Bunun yarısı Karadeniz’e kıyısı olan devletlere aittir. Özellikle Sovyetler Birliği, 7500 gemi ile önemli bir sayıya sahiptir. Bu nedenle başta Sovyetler Birliği olmak üzere birçok devlet tepki göstermiş ve alınan ücretlerin düşürülmesini istemiştir.
Tepkiler karşısında geri adım atmak zorunda kalan Türkiye, 1983 yılında aldığı karar ile Boğazlar’dan transit geçen gemilerden aldığı ücreti düşürmüş ve ton başına 0,8063 ABD Doları almaya başlamıştır. Bu bedel belirlenirken 1 ons altın 85,38 ABD Dolarına denk gelmektedir ve bu dikkate alınmıştır.
Geçiş sırasında alınan ücretleri önemli ölçüde düşüren bu fiyat politikasını diğer devletler memnuniyetle karşılamışlardır. Ancak Türkiye alması gerekenin oldukça
altında bir ücret aldığı için zarar etmektedir. Bu satırlar yazılır iken15 1 ons altın 1987 ABD Doları’dır. Eğer Türkiye altının dolar karşısındaki artışını dikkate alarak hesaplama yapmış olsa idi geçiş ücretleri 23 kattan fazla artmış olacak idi. Oysa şu anda 0,8063 ABD doları almaktadır. Yani sözleşmeye göre alınması gerekenin oldukça altındadır. Türkiye’nin bu konuyu öncelikleri arasına alarak kademeli bir şekilde geçişte yapılan hizmetlerden alınan ücretleri Sözleşme’nin amacına uygun şekilde revize etmesi gerekmektedir (Yaycı, 2021, s. 73-82).
Günümüzde geçiş sırasında sağlanan hizmetlerin karşılığı olan bedeller aşağıdaki tabloda yer almaktadır:
Tablo 1: Montrö Sözleşmesine Göre Günümüzde Alınan Fener ve Tahlisiye Ücretleri
FENER VE TAHLİSİYE ÜCRETLERİ TABLOSU | |||
YABANCI TİCARET GEMİLERİNE UYGULANAN | |||
FENERLER | |||
DÖVİZ | 800 N. TONA KADAR | 800 N. TONDAN FAZLASI | |
1-TRANSİT SEFERLER (GİDİŞ- DÖNÜŞ) | $ | 0,338646 | 0,169323 |
2-ÇANAKKALE BOĞAZI (GİRİŞ) | $ | 0,216 | 0,108 |
3-ÇANAKKALE BOĞAZI (ÇIKIŞ) | $ | 0,216 | 0,108 |
4-İSTANBUL BOĞAZI (GİRİŞ) | $ | 0,216 | 0,108 |
4-İSTANBUL BOĞAZI (ÇIKIŞ) | $ | 0,216 | 0,108 |
6-LİMAN VE İSKELELERE (GİRİŞ) | $ | 0,192 | 0,096 |
7-LİMAN VE İSKELELERDEN (ÇIKIŞ) | $ | 0,192 | 0,096 |
TAHLİSİYE ÜCRETLERİ |
15 Mart, 2022
DÖVİZ | BEHER TON İÇİN | |
1-TRANSİT SEFERLER (GİDİŞ- DÖNÜŞ) | $ | 0,08063 |
2-İSTANBUL BOĞAZI (GİRİŞ) | $ | 0,108 |
3-İSTANBUL BOĞAZI (ÇIKIŞ) | $ | 0,108 |
Kaynak: Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü
2.4.3.4. Sözleşme’nin Sona Erdirilmesi Yöntemi
Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi 20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanmıştır. Ancak Sözleşme’nin yürürlüğe girmesi için aralarında Türkiye’nin de bulunduğu altıncı onay belgesinin depoziter devlet olan Fransa’ya teslimi gerekmektedir. Bu da 9 Kasım 1936’da gerçekleşmiştir (İnan, 1995, s. 79). Türkiye, ek protokol hükümlerine dayanarak, sözleşmenin imza tarihinden itibaren Boğazlar’ı silahlandırmaya başlamıştır. Diğer yetkilerini de 15 Ağustos 1936 tarihinden 9 Kasım 1936 tarihine kadar geçici olarak uygulamaya başlamıştır.
Sözleşmenin süresi, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yirmi yıl olarak belirlenmiştir. (Madde 28/1) Ancak geçiş serbestisine ilişkin hüküm süresizdir. (madde 28/2) Bu madde ile sözleşmenin amacı doğrultusunda geçiş serbestisine önem atfedildiği vurgulanmak istenmiştir. Esasen kendisi belirli süreli olan bir sözleşmenin herhangi maddesinin süresiz olarak belirlenmesi mantığa ve Viyana Sözleşmeler Hukuku Anlaşması’na aykırıdır. Burada ifade edilen hususu, yeni bir sözleşme yapılmadan Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin ortadan kalkması halinde yeni sözleşme yapılıncaya kadar geçiş serbestinin devam etmesi ve bu arada yeni bir sözleşme yapılır ise bu hükmün dikkate alınmasının sağlanması şeklinde yorumlamak doğru olacaktır (Pazarcı, 1986, s. 866). Burada uluslararası hukukta teamül kuralı haline gelmiş serbest geçiş rejimine bir vurgu yapılmak istendiği de açıktır.
Yirmi yıllık sürenin dolmasından iki yıl önce herhangi bir âkit tarafın Sözleşme’yi sona erdirme iradesini ortaya koyması halinde Sözleşme sona erecektir. Ancak hiçbir âkit devlet bu hakkı kullanmamıştır. Bu nedenle Sözleşme yirmi yılı doldurmasına rağmen devam etmiştir. Esasen 20 yılın dolmasından sonra da herhangi bir akit devletin iki yıl
önceden ihbar etmek koşulu ile Sözleşme’yi feshetmesi mümkündür. Ancak seksen altı yıldır bu hakkı kullanan bir devlet olmamıştır (Demir, 2018, s. 338). Elbette bu kadar uzun süre sözleşmenin ayakta kalmasının en önemli nedeni gerçekten hem Türkiye’nin hem Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin hem de bu Boğazlar’ı kullanan diğer devletlerin hak ve menfaatlerini çok iyi bir şekilde dengelemiş olmasındandır.
Sözleşme’yi sona erdirmek isteyen akit devlet bu talebini depoziter devlet olduğu için Fransız Hükûmeti’ne bildirecektir (Toluner S. , 2007). Sonrasında Sözleşme bütün devletler için bildirim tarihinden itibaren 2 yıl geçmekle sona erecektir. Fransız Hükûmeti bu sona erdirme talebini diğer âkit taraflara bildirmekle yükümlüdür. Sözleşme’nin bu şekilde sona erdirilmesi halinde âkit devletler Sözleşme’nin 28/4. Maddesine göre yeni bir sözleşme için bir konferans toplamakla yükümlüdür.
2.4.3.5. Sözleşme’nin Değiştirilmesi Yöntemi
Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin kısmen değiştirilmesinin yöntemi de sözleşmede düzenlenmiştir. Böylece, kısmi birtakım değişikliklere ihtiyaç olması halinde Sözleşme’nin feshinin önüne geçilmesi, zaman içinde otaya çıkan sorunların çözülmesi ve yine değişen şartlar karşısında dinamik bir Sözleşme oluşturulmak istenmiştir. Sözleşme’nin yürürlüğe girmesinden sonraki her beş yıllık dönem sonunda ve üç ay önceden haber vermek koşuluyla âkit devletler sözleşmenin değiştirilmesini isteyebilirler. Ancak değişiklik önergesini tek bir devletin vermesi yeterli değildir. Eğer değişiklik 14 ve 18. Maddelere ilişkin ise değişiklik isteyen devletin başka bir devlet tarafından desteklenmesi şarttır. Değişiklik 14 ve 18. Maddeler dışındaki maddelere müteallik ise bu durumda değişiklik isteyen devleti en az iki devletin desteklemesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere 14. Madde barış zamanında savaş gemilerinin geçişine ilişkin sayı ve tonajı düzenlemektedir. 18. Madde ise Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletlere ait gemilerin Karadeniz’de kalış sürelerini ve toplam tonajlarını düzenlemektedir.
Değişiklik yeter sayısı için de yine bu maddeler için kolaylık sağlanmıştır. Buna göre 14 ve 18. maddeler dışında kalan maddelerin değişikliği için oy birliği şartı aranırken bu maddelere ilişkin değişiklik için dörtte üç çoğunluk yeterli görülmüştür. Ama bu nitelikli çoğunluk içinde Türkiye’nin ve Karadeniz’de kıyısı olan devletin dörtte üçünün
olumlu oy kullanması şartı aranmaktadır. Görüldüğü üzere bu düzenleme ile tüm maddeler için Türkiye’ye veto hakkı tanınmıştır (Toluner S. , 1996, s. 180). Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin onay vermediği hiçbir değişiklik yapılamayacaktır.
Değişiklik için öncelikle diplomasi yolu tercih edilecektir. Bundan sonuç alınamaması halinde bir konferans toplanması öngörülmüştür.
2.4.3.6. Sözleşme’nin Feshi Halinde Uygulanacak Yeni Rejim Nasıl Belirlenecektir
Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi, Sözleşme’nin değiştirilmesine ilişkin olduğu gibi feshine ilişkin hükümleri de ihtiva etmektedir. Sözleşme’nin 28. maddesi fesih usulünü düzenlemiştir. Buna göre Sözleşme’nin süresi, yürürlüğe giriş tarihinden itibaren yirmi yıl olarak düzenlenmiştir. Ancak Sözleşmenin 1. maddesinde tanımlanan geçiş ve geliş-gidiş serbestliğinin süresi “süresiz” olarak belirlenmiştir. Ancak yirmi yıl sonunda sözleşme kendiliğinden sona ermeyecektir. Bu akit taraflardan en az birinin iradesi ile gerçekleşebilecektir. Esasen Sözleşme’nin feshine ilişkin getirilen düzenleme oldukça pratik bir düzenleme olup, bu kadar önemli bir Sözleşme’nin bu kadar kolay feshedilebilmesi ilginçtir. Bu nedenle Sözleşme’yi 86 yıldır ayakta tutan şey feshedilmesinin zorluğu değil, kurduğu barış ve denge düzenidir.
Bu arada ticaret gemileri için serbestlik rejiminin “süresiz” olacağını ortaya koyan hüküm, hukuk tekniği açısından sorunludur. Kendi süresi yirmi yıl olarak belirlenen ve değiştirilmesi ve feshi çok kolay olabilen bir sözleşmenin herhangi bir maddesinin sonsuza kadar yürürlükte kalması mümkün değildir. Bu konuda farklı görüşler olmakla birlikte bu hükmü, yeni bir geçiş rejimi belirleninceye kadar yürürlükte kalacak bir madde şeklinde değerlendirmek en doğru olanıdır.
Buna göre, âkit taraflardan biri, Sözleşme’nin feshini talep ederse 2 yıl içinde âkit tarafların katılacağı bir konferans toplanıp yeni geçiş rejimini belirlenecektir.
Sözleşmenin yapıldığı dönemde, uluslararası boğazlar için belirlenmiş veya teamül halini almış bir geçiş rejimi bulunmamaktadır. Ancak devam eden yıllarda BM tarafından hazırlanan 1958 yılında Cenevre Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi kabul
edilmiştir. Bu Sözleşme ile o ana kadar teamül kuralı olarak uygulanan ve uluslararası boğazlardan geçiş özgürlüğü olarak kabul edilen geçiş kuralı “zararsız geçiş” olarak düzenlenmiştir (Baykal, 2000). Karasularında da “zararsız geçiş” rejimi uygulanmakta olup, boğazlarda uygulanan zararsız geçiş rejiminde, karasuları rejiminden farklı olarak, kıyı devletinin ayrım gözetmeksizin geçişi askıya alma yetkisi (madde 16/3) uluslararası boğazlardan geçiş sırasında kıyı devletine tanınmamıştır (Pazarcı, 1999, s. 345). Türkiye, bu Sözleşme’yi imzalamamıştır.
1973 yılında BM tarafından yeni bir konferans toplanmış ve bu konferansın çalışmaları sonunda 1982 yılında Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) yürürlüğe girmiştir. BMDHS, karasularını 12 mile çıkarmıştır. Bu durumda birçok boğaz, daha önceden xxxx xxxxx alanında kalmakta iken, karasuları içinde kalmıştır. Bu durumda deniz ticaretinin egemen devletleri ve küresel şirketlerin baskısıyla, uluslararası boğazlarda “transit geçiş” rejimi yürürlüğe girmiştir. Zararsız geçiş rejimine oranla, gemilere daha fazla özgürlük tanıyan ve kıyı devletinin yetkilerini sınırlandıran bu geçiş rejimi temel kural olarak kabul edilmiştir16. Her ne kadar uluslararası sözleşmeler taraf olmayan devletleri bağlamaz ise de, uluslararası teamül haline gelmiş sözleşmeler için taraf olmamak yetmemekte ayrıca ısrarlı itiraz sergilemek gerekmektedir. Türkiye, özellikle karasuları ile ilgili hükümleri nedeniyle uluslararası teamül haline gelmiş olan BMDHS’ni imzalamamıştır. Ayrıca Sözleşme’ye “ısrarlı itirazcı” (persistent objector) konumundadır (Demir, 2018, s. 345).
BMDHS hükümleri, haklarında özel bir andlaşma olan uluslararası boğazlarda uygulanmamaktadır. Türk Boğazları hakkında, Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi imzalanmış olduğu için BMDHS’nin uygulama alanı dışındadır. Peki, Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin olası bir feshi veya ortadan kalkması durumunda, Türk Boğazları’nda BMDHS’de öngörülen “transit geçiş” rejimi mi uygulanacaktır?
Burada şu hususa vurgu yapmak da gerekmektedir. Her ne kadar Montrö’nün ticaret gemilerinin geçişini düzenleyen 2. maddesinin İngilizce çevirisinde “transit” kelimesi yazmakta ise de, bu kelime orijinal metne uygun değildir. Burada xxxxxxxxxx xx
00 0000 Xxxxxxx Sözleşmesine 86 devlet katılmışken, 1982 BMDHS’ne 149 devlet davet edilmiş, 138 devlet katılmıştır.
BMDHS’de öngörülen “transit geçiş rejimi” değildir. Zira Sözleşme’nin imzalandığı 1936 yılında “transit geçiş” kavramı deniz hukukunda yoktur ve uluslararası metinlerde geçmemektedir. Montrö’nün orijinal hali olan Fransızca metinde de böyle bir ifade yoktur. Sözleşmenin orijinal metninde geçen kelime “uğraksız geçiş” olarak adlandırılabilir.
Tekrar sorumuza dönecek olursak, Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin feshi halinde nasıl bir rejim uygulanacaktır? Burada elbette, birkaç alternatif ortaya çıkacaktır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
- Lozan Boğazlar rejimine geri dönülmesi
- Zararsız geçiş rejimi
- Transit geçiş rejimi
- Montrö’nün teamül olarak uygulanması
Bilindiği üzere Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerine yapılmış ve onu ortadan kaldırmış bir sözleşmedir. Ancak bu Sözleşme’nin feshedilmesi halinde Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne yeniden dönülmesi mümkün değildir (Yaycı, 2021, s. 107). Çünkü uluslararası hukukta temel kurallardan biri “sakıt olan şey avdet etmez” kuralıdır. Hiçbir sözleşme yerine getirilen sözleşmenin ortadan kalkması ile yeniden yürürlüğe girmez. Çünkü artık, bu sözleşme tarafların iradesi ile ortadan kaldırılmış ve tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır. Bu bakımdan Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin feshi halinde yeniden Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne dönülmesi mümkün değildir.
Bu bölgelerin Türkiye’nin karasuları içinde kalması nedeniyle BMDHS hükümleri gereğince “zararsız geçiş” rejimin uygulanmasını ileri sürenler de bulunmaktadır (Baykal, 1998, s. 262; Xxxxxxx, 1999, s. 43). Ancak Türkiye, BMDHS’ne istikrarlı bir şekilde itiraz etmektedir ve Sözleşme’yi imzalamamıştır. Diğer taraftan, Boğazlar ve Marmara Türkiye’nin karasuları değil içsularıdır. Ayrıca her ne kadar transit geçiş rejimine göre zararsız geçiş rejiminde kıyı devletinin yetkisi daha fazla olmasına rağmen, Montrö ile getirilen rejim ile kıyaslandığında her iki rejim de Türkiye’nin aleyhinedir. Bu nedenle zararsız geçiş rejiminin kabul edilmesi de mümkün değildir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, zararsız geçiş rejimi, esas itibarıyla karasularından geçişi düzenlemektedir. Zararsız geçiş rejimi, istisnai bazı hâllerde uluslararası seyrüseferde kullanılan boğazlarda da uygulanabilir. BMDHS m. 45, uluslararası seyrüsefer için kullanılan boğazlardan m. 38/1 gereği transit geçiş rejiminin uygulama alanı dışında bırakılan boğazlar ile bir devletin karasularını açık denizin bir kısmına veya diğer bir devletin münhasır ekonomik bölgesine bağlayan boğazlara zararsız geçiş rejiminin uygulanacağını hüküm altına almaktadır. Bu boğazlarda zararsız geçiş hakkının kullanılması geçici bir süre için dahi durdurulamaz
Türk Boğazları, bu niteliklerde olmadığı için zararsız geçiş rejiminin uygulanacağı görüşü, BMDHS’yle dahi çelişmektedir. Ayrıca bu görüşte, Türk Boğazları’nın Türkiye’nin içsularının bir parçası olduğu gerçeği açıkça ihmal edilmektedir. Zararsız geçiş rejiminin uygulanabileceği görüşü, ilk bakışta makul gözükebilirse de Türkiye’nin Boğazlar’da geçişin zararsız olmasını isteme hakkı ile BMDHS’de düzenlenen zararsız geçiş rejiminin birbiriyle karıştırılmaması gerekir (Kurumahmut, 2006, s. 131). Sözleşme’nin feshi durumunda içsular rejimine kıyasla nispeten daha zayıf nitelikteki zararsız geçiş rejiminin uygulanacağının kabulü, Türkiye’nin bu zamana dek ileri sürdüğü görüş ve politikalara aykırı gözükmektedir. Zira mevcut geçiş rejiminde bile Türk Boğazları’nın Türkiye’nin içsularına dâhil olduğu hususunda esaslı bir tartışma bulunmamaktadır. Sözleşme’nin konferans çalışmalarında Türk Heyeti’nin Türk Boğazları’nın Türkiye’nin içsularına dâhil olduğu yönündeki görüşlerine karşı herhangi bir itiraz ileri sürülmemiştir.
Türk Boğazları’nın iki xxxx xxxxxx (Karadeniz ve Akdeniz) bağlayan uluslararası boğaz olduğu için burada “transit geçiş” rejiminin uygulanması gerektiğini fikri de gündeme gelebilecektir. Anlaşılacağı üzere transit geçiş rejimi, zararsız geçiş rejimine göre bir hayli serbestiler ihtiva etmekte, boğaz devletinin egemenliğini önemli ölçüde kısıtlamaktadır (Baykal, 1998, s. 262; Ece N. J., 2011, s. 54). Transit geçiş rejimi, boğaz devletleri ile boğazları kullanan devletler arasındaki dengeyi, boğazı kullanan devletler lehine bozmuştur. Bu yönüyle ileride birçok uluslararası uyuşmazlığa sebebiyet verebilir. BMDHS, transit geçiş hakkını kullanan gemilerin uymakla yükümlü oldukları konuları açık olarak belirtmesine rağmen geçiş hakkı sırasında bu yükümlülüklerini ihlal eden gemiler üzerinde boğaz devletinin yetkileri konusunda herhangi bir açıklama
getirmemektedir. Transit geçişe dair bölümde kıyı devletinin zararlı geçişi önlemek yetkisine benzer bir yetki öngörülmemiştir. Bu tür hükümlerin Sözleşme’de bulunmaması bilinçli bir boşluk olarak değerlendirilmektedir (Toluner S. , 1996, s. 146).
Doktrinde Montrö Sözleşmesi’nin feshedilmesi durumunda “transit geçiş” rejimin uygulanması gerektiğini savunan yazarlar bulunmaktadır (Bükülmez, 2007, s. 214; Elekdağ, 2017, s. 18). Özellikle kıyı devletinin yetkilerini çok fazla kısıtladığı için bu rejimin Türkiye tarafından kabul edilmesi mümkün değildir (Demir, 2018, s. 344). Öncelikle belirtilmelidir ki, Türkiye BMDHS’ne taraf olmadığı gibi, bu Sözleşme’ye karşı “ısrarlı itirazcı” (persistent objector) konumunu sürdürmektedir. Dolayısıyla, BMDHS’nin Türkiye için bir örf ve adet hukuku kuralı niteliği hâline geldiği söylenemez. Yine BMDHS’nin transit geçişe ilişkin hükümleri de bir örf ve adet hukuku kuralına dönüşmüş değildir (Xxxxxx, 1998, s. 261). Boğaz devletleri ile boğazı kullanan devletler arasındaki dengeyi boğazı kullanan devletler lehine bozan transit geçiş rejimi, birçok uyuşmazlığa da sebep olabilir. Transit geçiş hükümleri, Türkiye bakımından bağlayıcı olarak görülemez. Ayrıca, fesih durumunda transit geçiş rejiminin uygulanacağı görüşü, Boğazlar’ın Türkiye’nin içsuları mahiyetinde olduğunun göz ardı edildiği anlamına gelmektedir. Boğazlar, uluslararası seyrüseferde kullanılan suyolları olsalar dahi bu durum, onların Türkiye’nin bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmez. Esasen, Boğazlar’ın Türkiye’nin içsularına dâhil olduğu hususunda önemli bir tartışma bulunmamaktadır.
Türkiye burada, Marmara Denizi’nin sadece Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi çerçevesinde Boğazlar tanımının içine alındığını, esasen bir iç deniz olduğunu ve Sözleşme’nin ortadan kalkması halinde Marmara Denizi’nin boğaz değil bir iç deniz olarak kabul edilmesi gerektiği fikrini de ileri sürmek zorundadır. Esasen Xxxxxx Xxxxxxxxxx sırasında Türkiye, Marmara Denizi’nin statüsüne itiraz etmiştir. Bu durumda Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı, iki xxxx xxxxxx değil, bir xxxx xxxxx ile bir iç denizi bağlamaktadır. Bu nedenle BMDHS’nin transit geçiş rejiminin uygulanacağı boğazlar tanımının içine girmeyeceğini ifade etmesi gerekmektedir.
Türkiye açısından en doğru değerlendirme Boğazlar’ın ve Marmara Denizi’nin içsular rejimine tabi olduğunu ileri sürmek olacaktır. İçsular, devletin kara ülkesindeki yetkilerinin tamamını uygulayabildiği, tam ve mutlak egemenliği altında bulunan deniz alanlarıdır (Demir, 2018, s. 347) Diğer taraftan kara ülkesi için öngörülen bir uluslararası
hukuk sınırlaması varsa, bu sınırlama içsularda da uygulanır. Uluslararası hukuk, kıyı ile çok yakın bir ilişki içinde bulunan içsularda, kıyı devletinin çıkarlarına üstünlük tanımıştır (Karan, 2017, s. 438).
Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin feshedilmesi halinde Türkiye, Türk Boğazları’nda geçiş ve seyrüsefer serbestliği ilkesi geçerli kalmak koşuluyla, içsular rejimini uygulayabilir. Zira Türk Boğazları, Türkiye’nin içsularıdır. Bu konuda bir tartışma ve kuşku yoktur. Montrö’nün getirdiği düzen, Türkiye’nin içsularındaki yetkilerinin geçiş için sınırlanmasından başka bir şey değildir. Bu Boğazlar’ın uluslararası seyrüseferde kullanılması onların içsuların bir parçası olduğunu değiştirmez. Türkiye, uzun süredir nizasız uygulanan ve Sözleşme’ye taraf olmayan devletler tarafından da itirazsız kabul edilen Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi hükümlerini teamül kuralı olarak belirleme ve bu şekilde geçiş rejimini oluşturma konusunda mutlak yetki sahibidir. Zira Türkiye, hemen her platformda Boğazlar üzerindeki mutlak hâkimiyetini vurgulamıştır. Türkiye’nin mutlak egemenliğine zarar verecek her uygulamadan kaçınmış, İkinci Xxxxx Xxxxxx’ndan sonraki dönemde olduğu gibi, olası bir yeni rejim tekliflerini “mutlak egemenliğine zarar vermemesi” koşulu ile kabul edebileceğini ifade etmiştir. Aşağıdaki uygulamalar da Türkiye’nin mutlak egemenliğini ortaya koyan ve olası bir geçiş rejiminin Türkiye tarafından belirlenebileceğini ortaya koyan devlet uygulamalarına örnektir (Karan, 2017, s. 434):
1- Montrö müzakereleri sırasında, Türk Heyeti, bilhassa heyet başkanı Dışişleri Bakanı Xxxxxx Xxxxx Xxxx, Marmara Denizi’nin bir iç deniz olduğunu ısrarla vurgulamış ve buna diğer müzakereci devletler tarafından itiraz gelmemiştir.
2- BMDHS’nin Birinci Komisyon müzakereleri sırasında Türkiye, Marmara Denizi’nin iç deniz olduğunu vurgulamış ve bu sırada da herhangi bir itiraz ile karşılaşmamıştır.
3- 2692 Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’nun 1. maddesinde 18/6/2003 tarihinde yapılan 4902 sayılı kanun ile yapılan değişiklik ile Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’nın Türkiye’nin içsuları olduğu belirtilmiş ve uygulama da bu şekilde şekillendirilmiştir.
4- 2006 yılına kadar yürürlükte olan 1983 tarihli 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 22. maddesi de Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nı içsular olarak düzenlemekte idi.
5- Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde ve resmi açıklamalarında Türk Boğazları’nın içsular olduğu vurgulanmaktadır.
6- 1994 Tüzüğüne kadar yürürlükte kalan 1982 tarihli İstanbul Liman Tüzüğü ve öncesindeki 1965 İstanbul Liman Tüzüğü’nde ve 1982 Çanakkale Liman Yönetmeliği’nde, Boğazlar’ın bir bölümü liman sahasına dâhil edilerek içsular rejimi uygulanmıştır.
7- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne ait Vasoula ve Cape Xxxxxx gemilerinin geçişleri Türk yargı kararları ile 1977 ve 1991 yıllarında ertelenmiştir.
8- Boğazlar’dan geçiş yapan birçok gemi, donatanının borcu nedeniyle ihtiyati hacze maruz kalmıştır. Bu kararlarda Türk mahkemeleri, Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin kendi yetkilerini etkileyen bir hükmü bulunmadığını açıkça ifade etmişlerdir.
9- 1965 ve 1982 İstanbul Liman Tüzükleri, 1982 tarihli Çanakkale Liman Tüzüğü, 1994 Boğazlar ve Marmara Bölgesi Deniz Trafik Düzeni Hakkında Tüzük ve 1998 tarihli Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü, Türkiye’nin mutlak hâkimiyetinin bir yansıması olarak Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’ni tamamlayan ulusal hukuk kaynaklarıdır.
10- Türkiye’nin belli uzunluktaki gemilerin geçişini önlemeye yönelik olarak aldığı tedbirler ve yaptığı düzenlemeler de mutlak yetkisinden kaynaklanan bir durumdur.
11- Boğazlar’ın zaman zaman spor etkinlikleri nedeniyle geçişe kapatılması da Türkiye’nin burayı içsular olarak kabul etmesinin ve mutlak yetkisinin tezahürlerinden biridir (Karan, 2017, s. 435-436).
Tüm bu devlet uygulamaları, Marmara Denizi’nin ve İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın Türkiye’nin içsuları olduğunu ve Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin herhangi bir sebeple feshi durumunda âkit devletlerin yeni bir geçiş rejimi belirleyememesi durumunda Türkiye’nin münhasıran yeni geçiş rejimini belirleme hak ve yetkisine sahip olduğunun en önemli delilleri arasındadır (Karan, 2017, s. 437).
BÖLÜM 3. XXXXXX XXXX BOĞAZLARI SÖZLEŞMESİ’NİN İMZALANMASINDAN SONRAKİ DÖNEM
3.1. İkinci Xxxxx Xxxxxx Dönemi
Xxxxxxx, yaklaşmakta olan yeni bir xxxxx xxxxxx tehlikesini görmüş ve Lozan rejimi ile Boğazlar Bölgesi’ni ve Karadeniz’i savunmanın imkânsız olduğunu fark etmiştir. Bu öngörü ve endişelerini diplomatik yollarla dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. Esasen Lozan rejimin kendi içindeki aksaklıklar kadar sonrasında dünyada yaşanan gelişmeler de sistemi kadük hale getirmiştir. 1936 yılında imzalanan Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi, Xxxxxxx’xx öngörüsünün sonucudur. Nitekim Sözleşme’nin imzalanmasından kısa bir süre sonra İkinci Xxxxx Xxxxxx başlamıştır.
Bu halde, Sözleşme’nin imzalandığı 1936 yılından 1939 yılı sonbaharına kadar Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nin barış zamanına ilişkin hükümleri uygulanıyor iken, 1939 sonbaharından 23 Şubat 1945 tarihine kadar “Türkiye’nin savaşan olmadığı savaş rejimi” uygulanmıştır (İnan, 1995, s. 99).
Türkiye 23 Şubat 1945 tarihinde Almanya’ya savaş ilan etmiştir ve bu tarihten savaşın fiilen sona erdiği (Japonya’nın teslim olduğu 14 Ağustos 1945) tarihe kadar “Türkiye’nin savaşan olduğu savaş rejimi” uygulanmıştır.
İkinci Xxxxx Xxxxxx’na giden süreçte, devletlerin ittifaklar yapmak ve yardım anlaşmaları imzalamak suretiyle hazırlık yaptığını görmek mümkündür (İnan, 1995, s. 99). Zira Almanya ve İtalya’nın tavırları yeni bir dünya savaşının yaklaşmakta olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Türkiye de bu dönemde önce 12 Mayıs 1939 tarihinde İngiltere ile bir yardım anlaşması imzalamıştır. Daha sonra da Fransa ile önce Hatay sorununu çözmüş ve bu toprakları anavatana katmış ve aynı gün 23 Haziran 1939’da Paris’te bir yardım deklarasyonu imzalamıştır (Armaoğlu, 1995, s. 356).
Aynı tarihlerde 22 Mayıs 1939 tarihinde Almanya ile İtalya arasında, Çelik Pakt adı verilen, bir ittifak anlaşması imzalanmıştır. Kutuplar bu şekilde belirlenirken Sovyetler Birliği’nin ne tarafta yer alacağı merak konusu olmuştur. Bu dönemde Sovyetler Birliği ile İngiltere ve Fransa arasında da ittifak görüşmelerinin yapıldığını
belirtmek gerekir. Ancak bu görüşmeler İngiltere ve Fransa’nın hatalı tutumları nedeniyle akim kalmış ve sürpriz bir şekilde 23 Ağustos 1939 tarihinde Sovyetler Birliği ile Almanya arasında saldırmazlık anlaşması imzalanmıştır (Sander, 1984, s. 339-340). Almanya aynı zamanda Türkiye’nin kendi taraflarında yer alması ama en azından tarafsız kalması konusunda Sovyetler Birliği ile iş birliği yapmak ve bu konuda Sovyet-Türk iyi ilişkilerinden yararlanmak istemiştir. Bütün dünyayı sarsan bu gelişme karşısında Türkiye, iki kutup arasında bir tercih yapma zorunluluğu karşısında kalmıştır.
Türkiye, Sovyetler Birliği’nin, ittifaklar konusunda aldığı farklı tutumlar nedeniyle de büyük şaşkınlık yaşamıştır. Zira 1939 yılının Mayıs ayı başında Türkiye’yi ziyaret eden Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Yardımcısı Potemkin, Xxxxxx Xxxxxxxxx’xxx gelebilecek saldırılara karşı konulmasını savunmuş ve bu konuda Türkiye ile fikir teati etmiştir. Birkaç ay sonra ise SSCB ile Almanya ittifak anlaşması yapılmıştır. Potemkin, ziyareti sırasında ayrıca Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir yardım anlaşması imzalanması için Türkiye’nin nabzını yoklamak istemiştir. Nitekim daha sonra 4 Ağustos 1939’da Dışişleri Bakanı Xxxxx Xxxxxxxxx, remi bir ziyaret için Moskova’ya davet edilmiştir. Türkiye, bu davet üzerine, Sovyetler Birliği’ne bir yardım anlaşması taslağı sunmuştur (Xxxxxx, 1983, s. 73-74). Türkiye, Batı yanlısı olarak bilinen Xxxxxxxx’un Dışişleri Bakanlığı görevinden ayrılarak yerine Molotov’un gelmesine ve Almanya ile yapılan saldırmazlık anlaşmasına rağmen Sovyetler Birliği ile bir yardım anlaşması imzalayabileceğine inanarak hareket etmiştir.
Daha sonra 15 Eylül 1939’da Molotov, Xxxxx Xxxxxxxxx’xx yeniden Moskova’ya davet etmiştir. Türkiye de bir dostluk ve yardımlaşma anlaşması imzalayabilmek amacıyla bu daveti kabul etmiş ve Saraçoğlu 00 Xxxxx 0000’xx Xxxxxxx’ya gitmiştir. Ertesi gün Xxxxxxxxx ile Molotov arasında görüşmeler başlamıştır. Ancak ilk gün yapılan görüşmede Sovyetler Birliği yardım anlaşmasına hiç değinmemişlerdir (İnan, 1995, s. 101). İkinci toplantı 1 Ekim 1939 tarihinde yapılmıştır. Bu toplantıda ise Sovyetler Birliği adına Xxxxxx bulunmuştur. Xxxxxx, bu görüşmede, Xxxxxx Xxxx Boğazları Sözleşmesi’nde değişiklik taleplerini içeren bir metni Türk Heyeti’ne sunmuştur (Burçak, 1983, s. 84-90, 95-96, 99-101). Sovyetler Birliği lehine Boğazlar rejiminde değişiklik yapılmasını ve Türkiye’nin egemen haklarını Sovyetler Birliği ile paylaşmasını öngören teklif adeta yardım anlaşmasının ön şartı olarak sunulmuştur. Bu arada rüşvet olarak da Yunanistan
ve İtalya hâkimiyetinde olan Ege Adaları’nın Türkiye’ye verilmesi gerektiği ortaya konmuştur. Türk Heyeti teklife en başından ve kararlı bir şekilde olumsuz cevap vermiştir. Montrö ile ilgili taleplerin sadece Türkiye tarafından değerlendirilmeyeceğini, Sözleşme’nin diğer taraflarının da olduğu ve değişim usullerinin belli olduğu vurgulanmıştır.
Sovyetler Birliği’nin bu konudaki taleplerini şu şekilde özetlemek mümkündür (Erkin, 1968, s. 140-148):
1- Boğazların, Türkiye ve Sovyetler Birliği tarafından ortak savunulması,
2- Savaş gemilerinin, Boğazlar’dan geçiş kararını, savaş ve barış dönemi fark etmeksizin, Türkiye ve Sovyetler Birliği’nin birlikte alması,
3- İnsani amaçlarla Karadeniz’e geçiş yapacak olan gemiler için Sovyetler Birliği’nin olumlu görüşünü Milletler Cemiyeti’ne iletmesi şartı getirilmesi,
4- Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından alınacak zorlama kararına, Sovyetler Birliği’nin katılması halinde savaş gemilerinin Boğazlar’dan Karadeniz’e geçebilmesi,
5- Sovyetler Birliği’ne ait denizaltıların, Montrö’de belirlenen haller dışında da Boğazlar’dan geçebilmesi,
6- Ticaret gemilerinin askeri malzeme ve birlik taşıması halinde savaş gemisi olarak kabul edilmesi
7- Boğazlar ile ilgili olası bir rejim değişikliğine ilişkin görüşmelere ancak Türkiye ve Sovyetler Birliği’nin birlikte onay vermesi halinde katılabilmesinin sağlanması (İnan, 1995, s. 102).
Yukarıda belirtildiği gibi, Türkiye bu teklifi tereddütsüz reddetmiştir. Daha sonra Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında Xxxxxx’xx 00 Xxxx 0000 tarihinde üçlü bir ittifak anlaşması yapılmıştır. Bu anlaşma aynı zamanda Türkiye’nin Batılı devletler ile yaptığı ilk ittifak anlaşmasıdır. Her bir devletin farklı amaçlarla imzaladığı bu ittifak anlaşmasının temel amacı olası bir savaşın Balkanlar’a ve Akdeniz’e yayılmasını önlemektir (Burçak, 1983, s. 121).
İkinci Xxxxx Xxxxxx öncesindeki dönemde Türkiye’nin dış politikada en önemli müttefiki Sovyetler Birliği’dir. Bu nedenle Türkiye, İngiltere ve Fransa ile imzaladığı