DERS NOTLARI
11-12.SINIF SEÇMELİ TARİH
1. TÜRKLERDE DEVLET TEŞKİLATI
A. İLK TÜRK DEVLETLERİNDE DEVLET TEŞKİLATI
1. İlk Türk Devletlerinde Devlet Anlayışı
Türklerde devlete il (el) adı verilirdi. İl aynı zamanda barış anlamında kullanılmıştır. Devleti yöneten hükümdar ülkeyi yönetme yetkisini Göktanrı’dan alır ve yaptığı tüm işlerden de Gök Tanrı’ya karşı sorumludur. Hükümdar töreye uymak zorundaydı. Türkler devleti baba, ülkeyi ana olarak kabul etmişlerdir. Eski Türk devletlerinde hükümdarın dünyaya hâkim olması anlayışı vardı. Buna Türk cihan hâkimiyeti denilirdi.
Türklerde devlet bağımsızlık(oksızlık), halk(millet), ülke
ve teşkilat olmak üzere dört unsurdan meydana gelmiştir.
a) Bağımsızlık: Bağımsızlık duygusun oluşmasında
Türklerin atlı göçebe bir hayat sürdürmesi etkili olmuştur. Orhun Kitabeleri’nde bağımsızlığın kaybedilmesi en büyük felaket olarak kabul edilmiştir. I. Kök Türk Devleti’nin
yıkılmasından sonra Çin esaretine giren Türkler bağımsızlık mücadelesi vermişlerdir. Kürşat ve arkadaşlarının mücadelesi buna örnektir.
b) Halk: Türk devletlerinde halk sınıflara ayrılmamıştır. Fertler özel hukuk, ekonomik ve sosyal hürriyet ile özel mülkiyet hakkına sahipti. Xxxxxx xxxx için vardır anlayışı benimsenmişti. Hükümdarın önemli görevlerinden biri de halkın huzur ve refahını sağlamaktı.
c) Ülke (yurt): Devletin sahip olduğu ve üzerinde halkın yaşadığı topraklardır. Ülke kutsal sayılmıştır.
ç) Teşkilatlanma: Eski Türklerde devlet boyların
birleşmesiyle oluşurdu. Her boy kendi beyinin başkanlığında sosyal, iktisadi ve idari bir teşkilata sahipti.
2. Türklerde Ordu
Türklerin tarih boyunca birçok büyük devlet kurmalarının temel etkenlerinden birisi güçlü ordulara sahip olmalarıdır. Bozkır göçebe hayatının zorlukları Türklerin mücadeleci ve disiplinli bir yapıya sahip olmalarına neden olmuştur.
Türk ordusunun genel özellikleri:
a) Türk ordusunda ücretli askerlik yoktur. Halk kadın- erkek ayırt edilmeksizin her an savaşa hazır durumda olduğu için Türk milleti için ordu-millet deyimi kullanılmıştır.
b) Sürekli ordunun bulunduğu Türk devletlerinde ordunun temeli atlı askerlere dayanır.
c) Türk ordusu onluk sisteme göre oluşturulmuştur. Buna göre ordu onluk(takım), yüzlük(bölük), binlik(tabur) ve on binlik(tümen) birliklerden oluşmuştur. Onluk
sisteme dayanan ilk düzenli orduyu Hun hükümdarı
Mete kurmuştur.
d) Ordunun başında savaşlara kağan gider, diğer hanedan üyeleri birliklere komuta ederlerdi.
e) Ordu; merkez, sağ ve sol olmak üzere üç sistemli bir yapıya sahiptir.
f) Türk ordusunun temel silahları ok, yay ve kılıçtır.
g) Savaşlarda Turan taktiği (hilal taktiği, kurt kapanı, sahte ricat) tekniği kullanılırdı.
h) İlk Türk devletlerinde Kağanı koruyan seçme muhafız birliklerine böri, keşifler yapan akıncı birliklerine de yelme denilirdi.
3. Devlet Yönetimi
Türk devletlerinde merkezi yönetim kağan, ayukı ve kurultaydan oluşmaktaydı:
a) Kağan: Türk devletlerinde devletin başı ve hâkimiyetin temsilcisiydi. Hükümdar kutsal sayılır ve ona tanrı
tarafından bazı güçler verildiğine inanılırdı. Tanrı tarafından verilen bu güçler kut (siyasi iktidar; yönetme gücü), ülüg veya ülüş(iktisadi güç; hükümdarın ülkeyi zenginleştirmesi ve halka bu bolluğu adil şekilde üleştirme paylaştırma gücü) ve küç (savaş yeteneği) idi.
Kağan olabilmek için hükümdar ailesinden gelmek ve
erkek olmak şartı vardı. Töreye göre hükümdar iki şekilde
tespit edilirdi: Xxxxxxxx tarafından seçilirdi veya baş hatunun en büyük oğlu seçilirdi.
Hükümdar unvanları; xxx-xx xxxxx, yabgu, idikut ve il- teber.
Hükümdarlık sembolleri; otağ, taht, sancak, davul, sorguç, kemer, kılıç ve kamçı.
Hükümdarın görevleri; a. ülkeyi düşmanlardan korumak b. ülkede birlik be barışı sağlayıp boyları bir arada toplamak c. töre kurallarını uygulamak ç. halkı adaletli ve eşit yönetmek
d. halkı giydirip doyurmak, refah seviyesini artırmak e. ordunu başında sefere gitmek f. devlet görevlilerini atamak
x. xxxxxx ve barışa karar vermek h. elçileri göndermek ve kabul etmektir.
Xxxxxxx eşine xxxxx xxxxxxx. Hatunlar kendine has tahtına oturur, kurultay katılır, elçileri kabul eder, savaşa katılır ve hükümdar öldüğünde çocuklar küçük ise bir müddet devleti hatun yönetirdi.
Kağanın erkek çocuklarına tigin denirdi. Küçük yaştan itibaren ataman(inal-inanç) adı verilen öğretmenler gözetiminde şehirlere yönetici olurlardı.
Hunlar orta-doğu-batı olmak üzere üç kısma ayrılmış olup buna üçlü sistem denirdi. Ortayı hükümdar doğuyu veliaht
xxxxxxxx batıyı ise hanedan üyeleri yönetirdi. Göktürk ve
Uygurlarda ise ülke doğu-batı olarak ikili teşkilatla
yönetilirdi. Doğuda kağan batıda ise hanedan üyeleri vardı.
b) Hükümet: İlk Türk devletlerinde hükümete ayukı
denirdi. Başında aygucı veya üge adı verilen vezir vardı. Ayukı halk arasında sevilen ve hanedan üyesi olmayan kişilerden seçilirdi. Hükümet görevlileri; erkin(ilteber yüksek devlet memuru), buyruk(bakan), tudun(vergi memurları), tutuk(vali), bitikçi(kâtip), otacı(hekim), subaşı(ordu komutanı), agıcı (hazine görevlisi),
tamgacı(mühürdar).
c) Kurultay: İlk Türk devletlerinde devleti ilgilendiren konuların görüşülüp karar bağlandığı meclislere kurultay ya da toy denirdi. Kurultay üyelerine toygun denilmekte
olup kağan, hatun, vezirler, devlet memurları, boy beyleri, komutanlar ve halkın ileri gelenleri kurultaya
katılırdı. Hunlarda kurultay yılda üç defa toplanırdı. I. Kurultay; kışın toplanır ve dini konular görüşülür. II.
Kurultay; ilkbaharda toplanır ve kağana bağlılık
kurultayıdır. III. Kurultay; sonbaharda toplanır savaş ve sayım kurultayı da denir; halk ve hayvanlar sayılırdı. Ayrıca kağanı da genellikle kurultay tespit ederdi. Kurultayın
bulunması Türklerde demokratik bir devlet yapısı olduğunu gösterir. Ayrıca her boyun küçük kurultayları da vardı.
Kurultay sonrası toy denilen şenlikler tertip edilirdi.
B. TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE DEVLET TEŞKİLATI
1. Türk-İslam Devletlerinde Devlet Anlayışı
Orta Asya da kurulan ilk Müslüman Türk devleti
Karahanlılar, Türk-İslam devlet yapısının oluşumunda bir köprü vazifesi gördü İlk Türk devletlerindeki ülkenin töreye uygun ve adaletli yönetilmesi ve devletin halk için olduğu
anlayışları Türk-İslam devletlerinde de devam etti. Eski Türk devletlerindeki Türk cihan hâkimiyeti, cihad anlayışı ile birleşerek İslamiyet’in dünyaya hâkim olması şekline dönüştü. Emeviler döneminde halkın İslamlaştırılması ve Arapçanın yaygınlaştırılması politikaları uygulanmadı ve
halkın dini yaşayışlarına müdahale edilmedi.
Emevi ve Abbasiler dönemlerinde halife, İslam dünyasının devlet başkanı ve dini önderiydi. 1058 yılından itibaren Büyük Selçuklular İslam dünyasının koruyucusu
olmuşlardır. Xxxxxx halifesi siyasi otoritesini Selçuklu sultanı Xxxxxx Xxx’x devretmiştir. Buna göre, halife İslam dünyasının sadece dinî lideri hâline gelmiş ve görevi
sultanların saltanatlarını onaylama ve hilat ve unvan verme gibi sembolik işlerden ibaret oldu.
Türk-İslam devletlerinde din ve devlet işleri birbirinden ayrı tutulmuştur. Memluk Sultanı Xxxxxxx Xxxxxx hanedanından bir kişiyi Mısır’da halife ilan etmiş ve dini işleri halifeye
bırakmıştır. Yeni Delhi Sultanı Xxxxxxxx Xxxxx, devlet ve şeriatın ayrı ayrı şeyler olup birinin hükümdara, diğerinin kadı ve müftülere ait işler olduğunu söylemişti.
Türk-İslam devletlerinde hatunun devlet hayatından önemli yeri vardı. Xxxxxxxx’xx eşi Xxxxxx Xxxxx devlet idaresinde son derece etkiliydi.
2. Merkez teşkilatı
Türk-İslam devletlerinde merkezi yönetim hükümdar, saray ve hükümetten oluşurdu.
a. Hükümdar: İlk Türk devletlerindeki kut inancı,
İslamiyet’in kabulüyle İslami anlam kazanmış ve ‘Allahın takdiri ve nasibi’ olarak değişmiştir. Kut’un belli bir
hanedana verildiği anlayışı devam etmişti. Hanedanın erkek üyelerinin geçmesi usulü devam etmiştir. Ancak veraset usulünde belirli bir kural olmadığı için sık sık taht kavgaları yaşanmıştır. Tahta kimin çıkacağı konusunda devlet
adamları etkili olmuştur.
Türk- İslam devletlerinde hükümdar cesaret, kahramanlık, bilgelik ve fazilet gibi özelliklere sahipti. Ülkede huzur ve refahı sağlamak, devleti adaletle idare etmek, ülkenin
birliğini korumak, devleti emniyete alıp fetihler yapmak hükümdarın görevleri arasındaydı.
Geniş yetkilere sahip olan hükümdar saray, hükümet, ordu ve adalet kurumlarının başıydı. Xxxxxx, yürütme ve yargı yetkileri bulunuyordu. Sultanın bildirdiği emirler kanun hükmünde olup herkes itaat etmekle yükümlüydü. Orduya komuta etmek, vezir ve yüksek memurları atamak yetki ve görevleri arasındaydı. Divan-ı Mezalim’e başkanlık yapar ve halkın istek ve şikâyetlerinin doğrudan kendisine
ulaşmasını sağlardı.
Türk-İslam devletlerinde hükümdarlar; ilig, hakan, han, melik, emir ve sultan unvanlarını kullanmışlardır. Xxxxxxx Xxxxxx xxxxxx unvanını kullanan ilk Türk hükümdarıdır.
Türk-İslam devletlerinde hükümdarlık sembolleri, İlk Türk devletlerindeki sembollere ilave olarak hutbe, tıraz ve hilat eklendi.
Hutbe okutmak Cuma ve bayram namazlarında hükümdarın adı, unvan ve lakaplarının zikredilerek kendisine dua edilmesidir. Tıraz halifenin hükümdara gönderdiği elbisedir.
Hilat ise halifenin tıraz ile birlikte gönderdiği külah, kemer, kılıç, at, eğer takımı, askeri mızıka, bayrak, para gibi mal ve eşyadır.
Sultanın erkek çocuklarına melik ya da şehzade denilmekte olup Selçuklularda hükümdarın erkek çocukları şehirlere vali olarak gönderilirdi. Buna atabeylik sistemi denir.
Meliklerin öğretmenlerine atabey denirdi.
b. Saray: Türk-İslam devletlerinde saray hükümdar ve ailesinin oturduğu yer (Harem), devletin idare edildiği merkez(Selamlık) ve aynı zamanda her çeşit memurun
yetiştirildiği okul(Enderun) konumundaydı. Karahanlılarda saraya kapu, Selçuklularda dergâh ya da bargâh denirdi.
Sarayda birçok görevli bulunurdu. Bunların başında ise hacip gelirdi. Haciplerin başında Karahanlılarda
tayangu veya uluğ hacip Selçuklularda ise büyük hacip denilen görevli bulunurdu. Hacip sultan ve vezirden sonra en yetkili üçüncü görevli idi. Gulam sistemine göre sarayda
yetişerek seçilen hacibin görevleri Hükümdar ile halk ve hükümdar ile hükümet arasındaki ilişkileri düzenlemek, haksızlığa uğrayanları Divan-ı Mezalim’e çıkarmak,
elçilerin her türlü işiyle ilgilenmek, törenlerde ve toplu kabullerde protokolü düzenlemekti.
Sarayda diğer görevliler de şunlardır; hares emiri(devlete ve hükümdara karşı suç işleyenleri yakalayıp cezalandırır), vekil-i has(saraya ait bütün işlerle ilgilenir), silahtar(hükümdarın silahlarını korur), abdar(hükümdarın temizlik işleriyle ilgilenir), çaşnigir(hükümdarın yiyecek
işleriyle ilgilenir), şarabdar(idişçibaşı; hükümdarın içecekleriyle ilgilenir), camedar(hükümdar ve ailesinin elbiseleriyle ilgilenir), candar(sarayı korumakla sorumludur), alemdar(bayrak ve sancakları korur savaşa götürür), emir-i ahur(ilbaşı; atların bakımı ve terbiyesinden sorumludur), hansalar(aşçı başı; sarayın mutfağı ve hükümdarın sofrasıyla ilgilenir), emir-i şikâr(hükümdarın
av işlerini tertip ve tanzim eder).
c. Hükümet
Devlet yönetiminde hükümdardan sonra en yetkili kişi vezirdi. Xxxxxxxx adına devleti yöneten vezire
Karahanlılarda yuğruş, Xxxxxxxxxxxx hace-i buzurg, Selçuklularda ise vezir denilirdi. Karahanlı, Gazneliler ve Selçuklularda hükümet işleri divan adı verilen dairelerde görülürdü. Türk-İslam devletlerinde belli başlı divanlar, görevleri ve en büyük görevlileri şunlardır:
a) Divan-ı Saltanat(Karahanlılarda divan-ı Xxx, Gaznelilerde Divan-ı Vezaret): Günümüzdeki kakanlar kuruluna benzer. Başkanı vezir olup devletle ilgili tüm işler burada görüşülür. Diğer divanların başkanları
katılır.
b) Divan-ı Tuğra(Karahanlılarda Divan-ı Tuğra, Gaznelilerde Divan-ı Risalet): Başkanı tuğrai olup devletin tüm iç ve dış yazışmalarını yapar.
c) Divan-ı İstifa(Karahanlılarda Divan-ı İstifa, Gaznelilerde Divan-ı Vekâlet): Başında müstevfi olup Devletin her türlü mali işleriyle ilgilenir.
d) Divan-ı İşraf(Karahanlılarda Divan- ı İşraf, Gaznelilerde Divan-ı İşraf): Başında müşrif olup teftiş divanıdır.
e) Divan-ı Arz(Karahanlı ve Gazneli de aynı): Başında emir-i arız olup askeri işlerle ilgilenir.
Türkiye Selçukluları’nda ise Büyük Divan’da (divan- ala) Büyük Selçuklulardaki divan üyeleri dışında naib-i saltanat(sultanın temsilcisi), emirü’l-ümera(beylerbeyi), pervaneci(arazi işleri ile ilgilenir) gibi görevliler bulunurdu.
3. Taşra Teşkilatı
Karahanlılarda eski Türk ikili idare sistemi bir müddet
devam etmiştir. Ancak Karahanlı, Gazneli ve Selçuklularda ülke eyalet-şehir-kasaba-köy olarak idari birimlere
ayrılmıştır. Eyaletleri şıhne denilen askeri vali ile melik adı verilen hanedan üyeleri valiler yönetirdi. Askeri işlerden ise subaşı, mali işlerden amil ya da ımga, adli işlerden kadı ya da kadil-kudat, belediye işlerinden ise muhtesipler sorumlu idi. Şehirleri amid adı verilen askeri valiler
yönetirdi. Diğer yöneticiler eyaletler ile aynı idi. Türk-İslam devletlerinde posta teşkilatına da önem verilmiş berid adı verilen görevliler taşradaki görevlileri kontrol eder, raporları merkeze gönderirdi.
4. Ordu Teşkilatı
Türk-İslam devletlerinde ordunun aslı yine Türklerden
oluşmakla birlikte başka unsurlar da orduya alınmaya
başlamıştır. Karahanlı ve Selçuklularda onluk sistem bazı değişikliklerle devam ederken diğer Türk-İslam
devletlerinde uygulanmamıştır. Eski Türk devletlerinden farklı olarak orduya gulam sistemi yerleştirilmiştir. Atlı
birliklerin yanı sıra yayalar da kullanılmaya başlanmıştır. Ok yay kılıç önemli silahlardır. Hükümdarlar ordu komutanıdır. Turan taktiği uygulanmıştır.
Gulam sistemi; çoğunluğu Türlerden olmak üzere savaş
esirleri, küçük yaşta toplanan çocukların gulamhane denilen askeri okullarda eğitim görerek devlet memuru ve asker
olarak yetiştirilmesidir. En önemli gulam yetiştirme merkezi saraydı. Gulamlar, aldıkları eğitim sonucunda askerî ve idari görevlere getirilirlerdi. Asker olarak yetişenler sultanın özel muhafız ordusu Gulaman-ı Saray(saray köleleri) ve ordunun asıl vurucu kısmı olan Hassa Ordusu’nu
oluştururdu. Selçuklu Devleti hariç olmak üzere Hassa
Ordusu hazineden yılda dört kez maaş alırlardı.
Yine İlk kez Hz. Xxxx döneminde kullanılan askerî ikta, Büyük Selçuklular tarafından geliştirilip Türk ordusunda uygulanmaya başladı.
İkta sistemi, ülke topraklarının vergi gelirlerine göre bölümlere ayrılarak her birinin askerî ve sivil devlet
görevlilerine hizmet karşılığında maaş olarak verilmesidir. Görevliler elde ettikleri gelirlerden maaşlarını aldıktan sonra kalan bölümü ile atlı asker beslerlerdi. Sipahiyan adı verilen bu askerler savaş zamanında orduya katılırlardı. Bu askerler Selçuklu ordusunun en büyük bölümünü meydana getirirdi. Türkiye Selçuklularında da devam eden bu sistem,
Osmanlılarda tımar adını aldı.
Karahanlılar ordusu; Saray Muhafızları(hükümdarı koruyan maaşlı askerler), Hassa Ordusu(asıl savaşan ordu olup maaşlıdır), Eyalet Ordusu(şehzade ve valilerin orduları) ve Gönüllü Türkmenlerden oluşurdu.
Gazneli ordusu; Gulaman-ı Saray (sarayı ve sultanı koruyan maaşlı askerler), Hassa Ordusu(Türklerden oluşan asıl savaşan ordu olup maaşlıdır), Eyalet Ordusu(şehzade ve valilerin orduları), Ücretli Askerler ve Gönüllülerden
oluşurdu.
Selçuklu ordusu; Gulaman-ı Saray(sarayı ve sultanı koruyan maaşlı askerler), Hassa Ordusu(süvari olup asıl savaşan ordu), İkta Askerleri(ikta sistemiyle beslenen askerler), Türkmenler(akıncı birlikleri), Bağlı devletlerin askerleri ve Yardımcı Hizmet Sınıflarından(Mancınıkçı, Neftçi, Lağımcı) oluşurdu.
C. KLASİK DÖNEM OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI
1. Osmanlı Devlet Anlayışı
Osmanlılar devlet teşkilatında kendinden önceki diğer Türk devletlerinden özellikle Türkiye Selçukluları’ndan
yararlanmışlardır. Klasik dönem Osmanlı kültür ve
medeniyetinin oluşumunda Orta Xxxx Xxxx gelenekleri, İslamiyet’in getirdiği kültürel değerler ve hâkim olunan topraklardaki kültür unsurları etkili olmuştur. Ancak bu kültürde Türk karakteri her zaman hâkim olmuştur.
Eski Türk devletlerindeki adil yönetim, Türk cihan
hâkimiyeti ülküsü ve hukukun üstünlüğü anlayışı Osmanlı Devleti’nde de devam etmiştir. Bu anlayış; devlet-i ebed müddet(Devletin sonsuza kadar yaşatılması), nizam-ı âlem(Dünya düzeninin sağlanması adalet ve barışın
sağlanması) ve kanun-ı kadim’dir(kamu hukuk kurallarının üstünlüğü, büyük kanunlar) esasları ile süreklilik
kazanmıştır.
Osmanlılar adaletin sağlanması için devletin kanunlarla yönetilmesi gerektiğini düşünerek örfi kuralları
kanunlaştırdılar. Xxxxx Xxxxxxxxxxx ile Osmanlı devlet hukuku gerçek anlamda düzene konulmuş; devletin
işleyişinde memurların statü ve yerleri belirlenmiştir.
Böylece devlet-toplum, devlet-fert arasındaki ilişkileri
düzenleyen kanunlar meydana getirilmiş ve bütün tebaanın genel olarak kanun önünde eşitliği kabul edilmiştir.
Başlangıçta küçük bir uç beyliği olarak kurulan Osmanlı Devleti zamanla büyüyüp gelişerek kısa zamanda bir dünya devleti haline gelmiştir.
Osmanlı Devleti hâkimiyeti altında bulunan Rum, Yahudi ve Ermeni gibi çeşitli dini ve etnik topluluklara karşı adil ve hoşgörülü olmuştur. Devlet gayrimüslimlere din ve inanç
özgürlüğü tanımış ve kendi kültürlerini cemaat sistemleri içinde yaşatmalarını sağlamıştır.
2. Merkez Teşkilatı
Osmanlı Devleti diğer Türk-İslam devletlerinden farklı olarak güçlü bir merkezi otoriteye sahiptir. Hükümet, ordu ve eyaletler doğrudan doğruya padişaha bağlıydı ve bütün birimler devletin merkezi olan İstanbul’dan idare edilirdi. Osmanlı merkez teşkilatı hükümdar, saray ve divan-ı hümayundan oluşmaktaydı.
a. Hükümdar:
Osmanlı hükümdarları bey, gazi, hüdavendigar, sultan, han ve padişah unvanlarını kullanmışlardır.
Osmanlı Devleti’nde yönetme gücü Al-i Xxxxx denilen Osmanlı Ailesi’nin erkek üyelerine aitti. Padişahlar bu aile üyelerinden seçilirdi. Kuruluş ve Yükselme dönemlerinde veraset usulünde belirli bir kural olmadığı için sık sık taht kavgaları yaşanmıştı. Padişah seçiminde kapıkulu ordusu ve devlet adamları etkiliydi. Taht kavgalarını önlemek için
veraset sisteminde yapılan değişiklikler:
− I. Xxxxx ‘Ülke hanedanın ortak malıdır’ anlayışı yerine ‘Ülke padişahın oğullarının malıdır’ anlayışını getirdi.
− Xxxxx Xxxxxx Xxxxxx padişah olan şehzadenin diğer kardeşlerini öldürmesini(kardeş katli) kanunlaştırdı.
− I. Xxxxx xxxxx ve erşed usulünü(yaşı en büyük hanedan üyesinin tahta geçmesi) getirdi.
Padişahlar cülus töreni ile tahta çıkar, Xxxx Xxxxxx
Türbesi’nde kılıç kuşanırdı. Padişah yasama yürütme yargı güçlerini elinde toplamıştır.
Padişahın erkek çocuklarına şehzade dexxxxx. Şehzadeler 12 yaşlarında lala(Padişah öğretmeni) adı verilen öğretmenler gözetiminde devlet tecrübesi kazanmak için sancaklara vali olarak gönderilirdi. Bu uygulamaya sancağa
çıkma denilirdi. Sancağa çıkma III. Xxxxxx döneminde kaldırılınca devlet yönetimi tecrübesi olmayan padişahlar başa geçti.
b. Saray:
Xxxxx hem padişahın özel hayatının geçtiği evi hem de
devlet işlerini yürüttüğü merkezdi. Divan toplantıları, cülus töreni, yabancı elçilerin kabulü, bayramlaşma törenleri
sarayda yapılırdı. Topkapı Sarayı Xxxxx Xxxxxx Xxxxxx tarafından 1478 yılında yaptırılmış ve 19. yüzyıla kadar
kullanılmıştır. Osmanlı sarayı Birun(dış saray), Enderun(iç saray ve devşirmelerin yetiştirildiği okul) ve
Harem’den(hükümdarın özel hayatını geçirdiği bölüm) oluşmaktaydı. Hükümet sarayın Babüssaade denilen kısmında toplanırdı.
Enderun’da devşirmelerin yetiştirildiği Enderun Mektebi bulunurdu. Devşirme; Hıristiyan kökenli çocukların
Türkleştirilip Müslümanlaştırılması demektir. Balkanlardaki Hıristiyan ailelerden 8–20 yaşlarda toplanan çocuklar önce Anadolu’daki Türk ailelerin yanına verilerek Türk-İslam kültürüne göre yetiştirilirdi. Daha sonra bir kısmı eğitilmek üzere küçük saraylara (Edirne, Galata ve Xxxxx Xxxx ve
Xxxxxxx Xxxx sarayları) diğerleri de Acemioğlanlar Ocağı’na gönderilirdi. Saraylara gönderilen çocuklar gerekli eğitimi
aldıktan sonra seçime tabi tutulur, bir kısmı Topkapı Sarayı’na diğerleri kapıkulu süvari ve silahtar bölüklerine yerleştirilirlerdi. Topkapı Sarayı’nda eğitimlerini
tamamlayanlar merkez ve taşrada önemli görevlere tayin edilirlerdi. Beylerbeyi, sancak beyi ve vezir rütbesindeki devşirmeler haremde eğitim alan cariyelerle evlendirilir ve böylece bu yöneticilerin eyaletlerdeki yerli ailelerin
kızlarıyla evlenmeleri önlenerek merkezi otorite korunurdu. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde, yönetimde Türk kökenli devlet adamları etkiliyken Fatih döneminden
itibaren devşirme kökenli devlet görevlisi sayısı artmış ve Türk kökenli devlet adamları ile devşirme kökenli devlet adamları arasında çekişmeler yaşanmıştır.
c. Divan-ı Hümayun:
Divan, devlet ve ülke sorunlarının görüşülüp karara
bağlandığı en üst kuruldu. Ayrıca yüksek bir mahkemeydi. Reayanın divana getirdiği şikâyetleri karara bağlanırdı.
Divan Kubbealtı’nda toplanırdı. Divan toplantılarına
padişah başkanlık ederdi. Xxxxx döneminden itibaren vezir-i azamlar başkanlık etmiştir. Divan-ı Xxxxxxx Xxxxx Xxx döneminde kuruldu ve devletin gelişmesine paralel olarak üye sayısı arttı. Fatih dönemine kadar divana padişahlar
başkanlık ederxxx Xxxxx’xxx sonra vezir-i azamlar başkanlık etmeye başladılar. Divanda alınan kararların uygulanması ve kayıtlarının tutulmasında beylikçi, tahvil, rüus ve amedi kalemleri görevliydi. Divan üyeleri seyfiye, ilmiye ve
kalemiye sınıflarından oluşmaktaydı:
− Seyfiye: Yönetim, askerlik ve güvenlikten sorumlu divan üyeleriydi. Bunlar vezir-i azam(padişahın mutlak vekili, padişahtan sonra en yetkili kişi olup günümüzde başbakana benzer), Kubbealtı vezirleri(vezir-i azamın verdiği görevleri yerine getirir, günümüzde bakanlara benzer), yeniçeri ağası(yeniçerilerin komutanı)
ve kaptan-ı deryadan(donama komutanı olup günümüzde Deniz Kuvvetleri Komutanı) oluşurdu.
− İlmiye: Adalet, eğitim-öğretim ve fetva işlerinden sorumlu üyeler olup kazaskerler(yargı işlerinden sorumlu en yüksek hâkimlerdi ve günümüzde Adalet Bakanı) ve şeyhülislamdan(fetva verir, medreseleri yönetirdi) oluşurdu.
− Kalemiye: Bürokrasi yani memur kökenli devlet adamları olup devletin mali ve yazışma işlerini
yürütürdü. Defterdarlar (tüm mali işlerden sorumlu idi. Günümüz Maliye bakanı) ve nişancıdan (devletin tüm yazışmalarını hazırlar padişahın tuğrasını çekerdi)
oluşurdu.
3. Taşra Teşkilatı
Osmanlı Devleti başlangıçta bir uç beyliği olarak kuruldu.
Ancak zaman içinde fetihlerle topraklarını genişleterek
gelişip güçlendi; çok sayıda farklı etnik ve dini toplulukları hâkimiyeti altına alarak çok uluslu bir imparatorluk haline geldi.
Merkezi otoriteyi güçlü tutmak ve topluluklar arasındaki
dengeyi sağlamak için Osmanlı taşra teşkilatında farklı idari uygulamalar görüldü.
Taşra teşkilatı; tımar ve iltizam sistemi ile taşra yönetim birimlerinden oluşmuştur. Duraklama döneminden itibaren bozulmaya başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda eyaletler; salyaneli(yıllıklı olup tımar sistemi uygulanmayan Arap eyaletleri),
salyanesiz(tımar sisteminin uygulandığı eyaletler), bağlı hükümetler(Kırım, Eflak, Xxxxxx ve Erdel) ve özel yönetimli eyaletler (Hicaz) diye 4 xxx xxxxx ayrılırdı.
Salyaneli eyaletlerde tımar sistemi uygulanmaz ve vergiler iltizam usulüne göre toplanırdı. Eyalet gelirleri buradaki görevlilerin maaşları çıktıktan sonra merkeze gönderilirdi.
Salyanesiz eyaletler ise tımar sisteminin uygulandığı eyaletlerdi. Tahrir defterlerinin tutulması, tımarların teftiş edilmesi bu eyaletlerde merkeze bağlılığı kuvvetlendirdi.
İmtiyazlı hükümetler Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetini kabul eden devletlerdi. İç işlerinde serbest, özel statülü birimlerdi. İdarecileri devlet tarafından seçilirdi. Vergi
verirler ve gerektiğinde seferlere asker gönderirlerdi. Hicaz, diğerlerinden farklı bir statüye sahipti (vergi ve asker göndermezdi).
Osmanlı taşra teşkilatı eyaletler, sancaklar, kazalar ve köylerden oluşurdu. Eyaletlerin başında beylerbeyi vardı.
Beylerbeyi devletin taşradaki en yetkili temsilcisi ve mülki amiriydi. Kendisine tahsis edilen haslardan devletin
belirlediği ölçüde vergi alır, eyalet merkezindeki xxxx
sancağında otururdu. Eyaletlerde yargı yetkisi kadıya, mali yetkiler defterdara aitti.
Taşrada beylerbeyinden sonra en yetkili yönetici sancak beyi idi. Bunların da maaşları haslardan alınan vergi gelirlerinden sağlanırdı. Emrindeki askerlerle birlikte beylerbeyinin
emrinde savaşa katılırdı.
Kazalarda ise sivil ve adli işlerden kadı sorumluydu.
Belediye işleri de kadı tarafından yürütülürdü. Köyleri köy kethüdası idare ederdi.
Tımar sistemi: Türkiye Selçukluları’ndaki ikta sistemi Osmanlılarda tımar sistemi (dirlik sistemi) adıyla I. Xxxxx döneminden itibaren uygulanmıştır. Tahrir sonuncunda belirlenen devlete ait gelirlerin bir kısmı padişah hasları
adıyla merkeze ayrılır, geri kalanı ise dirlik denilen
bölümlere ayrılırdı. Dirlikler bazı memurlara ve tımarlı
sipahilere maaş karşılığı verilirdi. Dirliklerin verildiği kişiye dirlik sahibi(sahib-i arz) denilirdi. Dirlik sahibi toprakları çiftçiye kiralar elde edilen gelirler ile kendi ve yanında
çalışanların maaşlarının ayırdıktan sonra geri kalanı ile asker beslerdi. Dirlikler gelirlerine göre has, zeamet ve tımar
olmak üzere üç kısma ayrılırdı:
Has: Geliri yüz bin akçeden fazla dirliklerdir. Padişaha, hanedan üyelerine, veziriazama, beylerbeyine, sancak beyleri ve üst düzey devlet görevlilerine verilirdi.
Zeamet: Gelirleri yirmi bin ila yüz bin akçe arasında olan dirliklerdir. Eyalet merkezlerinde oturan üst düzey
yöneticilere (hazine ve tımar defterdarlarına, sancaklardaki alay beylerine, kale dizdarlarına, divan kâtiplerine) verilirdi.
Tımar: Senelik gelirleri üç bin ila yirmi bin akçe arasında olan dirliklerdir. Osmanlı Devleti ne hizmeti olan bir bölüm asker ve memurlara verilirdi.
Dirlik sahibinin xxxxx xxxxxx beslediği atlı asker (cebelü) ile orduya katılmak, üretimi artırıcı tedbirleri almak, bulunduğu bölgenin güvenliğini sağlamak ve vergilerin toplanmasını
sağlamak gibi görevleri vardı. Tımar sistemi sayesinde
devlet maaş ödemeden büyük bir atlı orduyu sahip oluyordu.
4. Ordu teşkilatı
Osmanlı Ordusu 3 ana kısma ayrılır: Kapıkulu askerleri, eyalet askerleri ve donanma.
a) Kapıkulu askerleri: Bunlar devşirme kökenli olup saray da yaşarlar, 3 ayda bir ulufe adı verilen maaş ve cülus
bahşişi alırlar, evlenemezler ve askerlik dışına başka
meslekle uğraşmazlardı. Piyadeler ve süvariler olarak iki kısımdan oluşurlar.
Yaya ocakları şunlardır: Acemi ocağı(devşirmelerin ilk geldiği ve diğer ocaklara asker yetiştiren xxxx), yeniçeri
ocağı(savaşlarda padişahı diğer zamanlarda sarayı koruyan askerler), cebeci ocağı(silahların yapım ve onarımıyla görevli), topçu ocağı(top döken ve savaşlarda kullanan xxxx), top arabacıları ocağı(topları cepheye taşıyan xxxx), humbaracı ocağı(el bombası havan topu yapan xxxx),
lağımcı ocağı(kale kuşatmalarında kalenin altına tüneller kazan xxxx).
Süvariler ise şunlardır: Sipahiler-silahtarlar, sağ garipler-sol garipler, sağ ulufeciler-sol ulufeciler.
b) Eyalet askerleri: Osmanlı ordusunun en kalabalık ve en savaşçı bölümüdür. Taşrada otururlar. Meslekle
uğraşabilirler, evlenebilirler kendi evlerinde yaşarlar. Eyalet askerleri; tımarlı sipahiler, akıncılar, gönüllüler, beşliler,
azaplar, yaya ve müsellemler, deliler şeklinde teşkilatlanmıştır.
c) Donanma: Deniz kuvvetleridir. Başında kaptan-ı derya bulunur. Deniz askerlerine levent denir. Barbaros, Xxxx Xxxx, Xxxxxx Xxxx, Xxxxx Xxx Xxxx, Xxxxx Xxx Xxxx, Xxxxx Xxxx önemli denizcilerdir. İstanbul, Süveyş, Rusçuk, Gelibolu, Sinop, İzmit ve Basra’da tersaneler vardır.
Ç. TANZİMAT DÖNEMİ OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI
1. XVII ve XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde
Meydana Gelen Değişmeler
XVII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin devlet yapısında bozulmalar başlamıştı. Padişahların bilgi ve
tecrübeden yoksun olması, saray kadınlarının devlet işlerine karışması, yeniçeri ocağındaki disiplinin bozulması, rüşvet ve iltimasın yaygınlaşması, tımarların rüşvetle hak etmeyen kişilere dağıtılması, başkent’te, Anadolu’da ve uzak
eyaletlerde isyanların çıkması devlet adamlarının ıslahatlar yapmasına neden olmuştu.
Yapılan ıslahatlarla kapıkulu ordusu disiplin altına
alınmaya çalışıldı, isyanlar güç kullanılarak bastırıldı,
başkent ve Anadolu’da huzur ve güven sağlanmaya çalışıldı. Devlet görevleri hak edenlere verilerek rüşvet ve iltimasın önüne geçilmeye çalışıldı. Mali alanda gelir-gider dengesi
sağlandı. Böylece devletin eski gücüne kavuşması hedeflenmişti.
XVII. yüzyılda tımar sisteminin bozulmasıyla taşradaki
asker ihtiyacı vezir ve valilerin maiyetindeki saruca-sekban
ve levent denilen nizamsız derme çatma kuvvetlerle karşılandı. Xxxxx xxxxxx maaş alan bu askerler boş
kaldıkları zamanlarda isyan çıkarıp huzursuzluklara neden oldu.
XVIII. yüzyılda ise Osmanlı devlet adamları Avrupa’nın
gerisinde kalındığını görerek Avrupa’yı örnek alan ıslahatlar yaptılar.
▪ Avrupa’yı örnek alan ilk ıslahatlar Lale
Devri’nde Xxxxx Xxxxxxx Xxxx’xxx sadrazamlığında başladı.
▪ Islahatlar daha çok askeri alanda yapıldı. Bunun için Avrupa’dan askeri uzmanlar getirildi.
▪ 18. yy ıslahatları III. Xxxxx döneminde hız kazandı. Bu dönemde ilk daimi elçilikler açıldı. Nizam-ı
Cedit ıslahatları denilen bu ıslahatlar, III. Xxxxx’xx tahttan indirilmesi ile son buldu.
▪ Osmanlı devletinde 18. yüzyılda sadrazamın güçlenmesiyle divan toplantıları Babıâli denilen sadrazam konağında toplanmaya başladı.
▪ Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkilerin gelişmesiyle birlikte kalemiye sınıfı ve reisülküttap önem kazandı. Önceki dönemlerde nişancı ya bağlı bir memur olan reisülküttap zamanla yetkilerini genişleterek hariciye işlerini yürütmeye başladı.
2. XIX. Yüzyıl Islahatları
II. Xxxxxx, XXX. Xxxxx’xx yerine Rusçuk ayanı Xxxxxxx Xxxxxxx Xxxx’xxx yardımıyla padişah olmuştu. Bu dönemde devletin merkezi otoritesi zayıflamış ve yerel yöneticiler
olan ayanlar taşrada güç kazanmışlardı. Yeniçeri ocağı yapılmak istenen ıslahatları engelliyordu. Rusya ve Avusturya ile yapılan savaşlar yenilgiler alınıyordu.
▪ II. Xxxxxx devletin merkezi otoritesini güçlendirmek için ayanların desteğine ihtiyaç duydu. Anadolu ve Rumeli ayanları ile Sened-i İttifak ı imzaladı(1808).
Böylece ilk kez Osmanlı padişahının yetkileri kısıtlandı.
▪ II. Xxxxxx 1826 yılında yeniçeri ocağını kaldırarak yerine Xxxxxx-x Xxxxxxx-x Xxxxxxxxxxx adında
Avrupa tarzında yeni bir ordu kurdu. Yeniçeri ocağının kaldırılması olayına Vaka-yı Hayriye denir. Böylece II. Xxxxxx’un iktidarı güçlenirken ıslahatların önü açıldı.
▪ İlk kez Seraskerlik makamı(Genelkurmay başkanlığı) kuruldu.
▪ Şeyhülislamın yetkileri nazırlar arasında paylaştırıldı. Şeyhülislamlık ilmiye sınıfının ve şer’i yargı örgütünün başkanı durumuna getirildi. Böylece ulema sınıfı da
kontrol altına alındı.
▪ Divan-ı Hümayun kaldırılarak yerine Heyeti Vükela (Bakanlar Kurulu) kuruldu. Sadrazam başvekil, kazasker adliye nazırı, reisülküttap hariciye nazırı, yeniçeri ağası yeniçeri ocağı kaldırıldığı için yerine
serasker, sadaret kethüdası dâhiliye nazırı, defterdar
maliye nazırı oldu.
▪ Taşra teşkilatında ise tımar sistemi kaldırıldı ve tüm asker ve memurlara maaş bağlandı. Mahalle ve köy muhtarlıkları kuruldu. İç güvenliği sağlamak için redif adı verilen ordu kuruldu.
▪ Devlet işlerinin kolaylaştırılması için yeni meclisler kuruldu. Askeri işler için Dar-ı Şura-yı Askeri, Adalet
işleri ve kanun yapmak için Meclis-i Ahkâm-ı Adliye ve yönetim işleri için Dar-ı Şura-yı Bab-ı Xxx meclisleri
oluşturuldu.
3. Tanzimat Dönemi
Osmanlı Devleti Mısır ve Boğazlar sorununun çözümünde Avrupalı devletlerin desteğini almak, imparatorluk içinde birlik ve beraberliği sağlamak amacıyla Xxxxxx Xxxxxxxxxx
döneminde, Xxxxxxx Xxxxx Xxxx’nın katkılarıyla 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) ilan etti.
▪ Tanzimat Fermanı’yla bütün vatandaşlar kanun önünde eşit olacak, herkes can, mal ve namus
güvenliğine sahip olacak, vergiler herkesin kazancına göre ve belirli yöntemlere göre toplanacak Askere alma ve terhis işlemleri belirli esaslara göre yapılacaktı.
Xxxxxx ile Bütün Osmanlı tebaası(Halk) eşit sayılmış padişahın yetkileri kısıtlanmış ve hukukun üstünlüğü kabul edilmiştir.
▪ Islahat Fermanı 1856 da Kırım savaşı sonrası Batılı devletlerin baskılarıyla kabul edilmiştir. Bu fermanla azınlıklar geniş haklara kavuşmuştur.
▪ Tanzimat döneminde padişahtan sonra en yetkili devlet görevxxxxxx xxxxxxxx, serasker ve şeyhülislam oldu.
▪ 1868’ de Şura-yı Devlet(Danıştay) ve Divan-ı Ahkâm-ı Adliye(Yargıtay) kuruldu.
▪ Taşra teşkilatında 1840 Nizamnamesi çıkarıldı. Bu nizamnameyle ülke eyalet(yöneticisi müşir), sancak(yöneticisi kaymakam), kaza(yöneticisi seçimle gelen kaza müdürü) ve köy(yöneticisi seçimle gelen muhtar) olarak bölümlere ayrıldı. İlk kez eyalet ve sancak meclisleri kuruldu.
▪ Daha sonra çıkarılan 1871 Nizamnamesi ile nahiye adı verilen yeni bir taşra yönetim birimi oluşturuldu.
D. MEŞRUTİYET DÖNEMİ OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI
1. Kanunuesasînin Kabulü ve I. Meşrutiyet’in İlanı Meşrutiyet; hükümdarın başkanlığı altında meclis yönetimine dayan hükümet şeklidir. Böylelikle halk
padişahın yanında yönetime katılır. Meşrutiyetle idare edilen devletlerde genellikle devlet idaresi anayasaya göre yürütülür.
XIX. yüzyılda Avrupa’da anayasal yönetim hareketleri güçlenmeye başlamıştı. Osmanlı Devleti bu gelişmelerden etkilendi. 1860’lardan itibaren ortaya çıkan Genç
Osmanlılar Cemiyeti’nin programı; Osmanlı tebaasına eşit haklar sağlanması, bu hakların kanun güvencesi altına
alınması; meşrutiyet idaresinin kurulması ve vatanseverlik hissi ile fertlerin birbirlerine bağlanmasıydı.
Bu cemiyetin sabit bir merkezi, şubeleri ve siyasi liderleri yoktu. Farklı zamanlarda ön plana çıkan Xxxxxxx Xxxxx Xxxx, Xxxx Xxxx, Xxxxxx Xxxx gibi kişiler cemiyetin liderleriydi.
Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile yönetim alanında başlayan reformlar, Genç Osmanlılar’ın çalışmaları, devletin
dağılmasını önleme ve Balkan Buhranı’nı sona erdirme çabaları Meşrutiyetin ilan edilmesinde etkili oldu.
Şura-yı Xxxxxx’xx Xxxxxx Xxxx başkanlığında oluşturulan komisyon ilk Türk anayasası olan Kanun-ı Esasi’yi
hazırladı. II. Xxxxxxxxxx, 23 Aralık 1876 tarihinde Kanun- ı Esasi’yi (119 madde) kabul etti. Böylece Osmanlı Devleti meşruti monarşi ile yönetilen bir devlet oldu. 1877 de
seçimler yapılarak Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Xxxx adında iki meclis açıldı.
Meclis-i Mebusan üyeleri halk tarafından seçilen meclistir. Dört yıllığına seçilir. Çalışmalarını açık oturumlarla yapar.
Padişah meclisi kapatabilirdi. Toplam 115 mebus(vekil
vardır) Meclis-i Ayan üyeleri Xxxxxxx tarafından ömür boyu seçilir. Asker, bürokrat ve ulema sınıfından oluşur.
Çalışmalarını kapalı oturumda yapardı. Toplam 26 ayan vardır.
Şura-yı Devlet Padişahın ataması ile oluşan 28 kişilik bir kurul olup meclislerin teklifi ile Kanun-ı Esasi’ye aykırı olmamak kaydıyla kanun tasarısı hazırlar, bu kanunlar önce Meclis-i Mebusan daha sonra Meclis-i Ayan’da görüşülür ve padişahın onayı ile yürürlüğe girerdi.
Kanun-ı Xxxxx’xxx Önemli Maddeleri:
a) Saltanat ve hilafet hakkı Osmanlı hanedanının en büyük erkek evladına aittir.
b) Devletin din İslam’dır. Kanunlar dini hükümlere aykırı olamaz.
c) Yasama görevi Ayan Meclisi ve Mebusan Meclisi’ne verilmiştir.
d) Ayan Meclisi üyeleri padişah tarafından ölünceye kadar tayin edilebilecektir. Mebusan Meclisi üyeleri dört yılda bir yapılan seçimle her elli bin Osmanlı erkek
vatandaşının seçeceği milletvekillerinden oluşur.
e) Yürütme yetkisi başında padişahın bulunduğu Heyet-i Xxxxxx’xx verilmiştir.
f) Kanun teklifini sadece hükümet yapabilecektir.
g) Bakanlar Kurulu’nun başkan ve bakanlarını padişah xxxxx, tayin eder ve gerektiğinde azleder.
h) Mebusan Meclisi başkanı ve iki yardımcısı meclisin
gösterdiği adaylar arasından padişah tarafından seçilir.
i) Meclisi açma ve kapatma yetkisi padişaha aittir.
j) Hükümet meclise karşı değil padişaha karşı
sorumludur.
k) Anayasada kişi hürriyeti, öğretim ve öğrenim özgürlüğü, mülkiyet hakkı, din hürriyeti, basın hürriyeti, konut
dokunulmazlığı, vergi eşitliği, kanuni eşitlik ve dilekçe hakkı gibi temel haklar yer almıştır.
l) Padişah devlet güvenliğini bozduğu gerekçesiyle polis araştırması yaptırabilecek ve suçlu görülen kişileri sürgüne gönderebilecektir.
2. İlk Osmanlı Parlamentosu
Xxxx 1877’de çoğunluk esasına göre yapılan seçimlerden sonra Mebusan Meclisi ilk toplantısını 20 Mart’ta yaptı. Anadolu ve Rumeli’den gelen Türk, Rum, Bulgar ve Arnavut temsilciler, ilk Osmanlı parlamentosunu
oluşturuyordu.
Toplam 115 üyesi olan Mebusan Meclisi’nde 69 Müslüman 46 gayrimüslim üye bulunuyordu. Ayan Meclisi’nin üye sayısı ise 26 idi.
3. II. Meşrutiyet’in İlanı
1877- 1878 Osmanlı-Xxx Xxxxxx’nı (93 Harbi) gerekçe gösteren II. Xxxxxxxxxx, Kanun-ı Xxxxx’xxx kendisine
verdiği yetki ile meclisi kapattı(14 Şubat 1878). Bu tarihten itibaren 1908 yılına kadar devleti tek başına idare etti. Bu döneme istibdat dönemi denildi.
Meşrutiyet isteyen Osmanlı aydınları gizli bir örgüt kurarak
II. Xxxxxxxxxx e karşı muhalefete geçtiler. Bu örgüt zamanla
İttihat ve Terakki Cemiyeti adını aldı.
Önceleri Avrupa’da faaliyet gösteren cemiyet, daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda aydınlar ve özellikle subaylar gizlice yayılmaya başladı.
İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı topraklarını paylaşmaya kararı İttihatçıları harekete geçirdi. Cemiyete bağlı subayların Makedonya’da başlattığı isyan hükümet
tarafından bastırılamadı ve II. Xxxxxxxxxx 23 Temmuz 1908 tarihinde meşrutiyeti yeniden ilan etti.
Yapılan seçimler sonucunda 17 Aralık 1908 tarihinde açılan 288 üyeli Mebusan Meclisi’nde; 147 Türk, 60 Arap, 27
Arnavut, 26 Rum, 14 Ermeni, 4 Musevi ve 10 Slav mebus bulunuyordu.
1908 seçimlerinde İttihat ve Terakki büyük bir çoğunluk sağlamasına rağmen hükümet kurma görevini üzerine
almadı, bununla birlikte hükümet işlerine karışarak onları perde arkasından yönetmeye çalıştı. Bu durum saray, hükümet ve cemiyet arasında mücadeleye yol açtı ve muhalefet partilerini ortaya çıkmasına neden oldu. Bu
partiler; Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Osmanlı Ahrar Fırkası, Fedakâran-ı Millet Cemiyeti, İttihad-ı Muhammediye Fırkası, Osmanlı Demokrat Fırkası, Mutedil
Hürriyetperveran Fırkası, Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Fırkası…
a) Ancak II. Xxxxxxxxxx 1909 da tarihimizde 31 Xxxxx xxxxx denilen bir isyan hareketiyle tahttan indirildi ve
yerine Xxxxxx Xxxxx tahta geçirildi. Anayasada yapılan düzenlemelerle padişahın yetkileri azaltılarak meclisin yetkileri artırıldı.
Kanun-ı Esasi’de Yapılan Önemli Değişiklikler:
a) Padişah, Mebusan Meclisi’nde anayasaya bağlılık yemini edecektir.
b) Padişah yalnızca bakanlar kurulunun başkanını seçmekle yükümlüdür.
c) Bakanlar Kurulu Mebusan Meclisi’ne karşı
sorumludur.
d) Mebusan Meclisi başkanını kendi seçer.
e) Ekonomi, ticaret ve barış antlaşmaları Mebusan
Meclisi’nin onayından sonra yürürlüğe girer.
f) Mebusan Meclisi ve Ayan Meclisi padişahın izni olmadan kanun teklifi hakkına sahiptir.
g) Padişah, veto ettiği bir kanun tasarısı mecliste aynen kabul edilirse bu tasarıyı onaylamak zorundadır.
h) Padişahın Meclisi feshetme yetkisi oldukça zorlaştırılmıştır.
i) Padişah mecliste anayasaya bağlılık yemini etme yükümlülüğü altına girmiş, ödenekleri kanuna bağlanmıştır.
1913 yılında yaptığı Babıâli Baskını’yla İttihat ve Terakki Partisi iktidarın tek ve rakipsiz sahibi oldu. Bu tarihten
itibaren partinin önde gelen üç ismi (Xxxxx Xxxx, Xxxxx Xxxx
ve Xxxxx Xxxx) devleti I. Xxxxx Xxxxxx sonrasına kadar yönetti. Savaştan sonra İttihatçılar yenilginin sorumlusu olarak yurt dışına kaçtılar.
1918- 1922 arası Hürriyet ve İtilaf Fırkası ülkeyi yönetti(En meşhur Hürriyet ve İtilaf partili Xxxxx Xxxxx Xxxx’xxx). II. Meşrutiyet döneminde 1908, 1912, 1914 ve 1919 da olmak üzere 4 tane seçim yapıldı ve 24 hükümet kuruldu.
E. CUMHURİYET DÖNEMİ DEVLET TEŞKİLATINDA GELİŞMELER
I. Xxxxx xxxxxx sonrası Osmanlı Devleti 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması ile işgale uğradı. İşgallere karşı cemiyetler kurulmaya başlandı. Xxxxxxx Xxxxx Xxxx’nın 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a
çıkmasıyla Türk Xxxxxxxx Xxxxxx başlamış oluyordu. Yeni Türk Devleti’nin kuruluşu, aşamalı olarak bu savaşın içinde gerçekleşti. Xxxxxxx Xxxxx Xxxx’nın Samsun’a
çıkmasından sonra Havza ve Amasya Genelgeleri
yayımlandı, Erzurum ve Sivas kongreleri toplandı. Temsil Heyeti seçildi.
Millî mücadelede önemli yere sahip olan kongreler, halkın sivil kişilerce temsilini ilke edinerek bu mücadelenin millet iradesine dayandırılması noktasında etkili oldu.
12 Mart 1920’de açılan ve Xxxxx-ı Milli’yi kabul eden Mebusan Meclisi İtilaf devletlerinin İstanbul’u resmen işgal etmesiyle çalışamaz hale gelmişti. Bunun üzerine
Anadolu’da Milli Mücadeleyi yürüten Xxxxxxx Xxxxx Xxxx, milli bir meclisin oluşturulması için harekete geçmişti. 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM açıldı.
Meclisin açılmasından sonra 20 Xxxx 1921’de kabul edilen 1921 Anayasası(Teşkilatı Esasiye) ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü şartların gerektirdiği acil ihtiyaçları karşılayan 24 maddelik kısa bir metindi. Milli egemenlik ilkesini esas alan bu anayasa güçler birliği ilkesini temel alıyordu.
1921 Anayasasının genel özellikleri:
a) 1921 Anayasası, yeni Türk devletinin kuruluşunun hukuki ve siyasi belgedir.
b) Bu anayasada kişi hak ve özgürlükleri yer almamıştır.
c) Bu anayasa; milli egemenlik, güçler birliği ve meclisin üstünlüğü gibi temel ilkelere dayandırılmıştır.
d) Olağanüstü şartlarda(savaş dönemi) kabul edilmiştir. 24 maddeden oluşur.
e) Meclis hükümeti sistemi vardır. Yani hükümet üyelerini meclis seçer herhangi bir parti yoktur.
f) Güçler birliği ilkesine dayanır. Yani devletin temelini oluşturan yasama, yürütme ve yargı gücü TBMM’de
toplanmıştır. (Güçler birliği sadece 1921 Anayasasında vardı. 1924–1961–1982 anayasalarında ise güçler
ayrılığı esası vardır.
29 Ekim 1923 tarihinde ‘Türkiye Devleti’nin şekli cumhuriyettir’ ibaresi 1921 Anayasası’na eklendi ve
böylece rejim tartışmaları sona erdi ve yeni Türk devletinin yönetim şekli cumhuriyet oldu. Milli egemenliğin
sağlanması yolunda önemli bir adım atıldı. Devlet başkanlığı sorunu halledildi. Xxxxxxx Xxxxx Cumhurbaşkanı, Xxxxx Xxxxx Başbakan, Xxxxx Xxxxx da meclis başkanı oldu.
Meclis Hükümeti sistemi sona erdi. Kabine sistemine geçildi. Böylece yürütme işleri hızlandı.
1924 Anayasası 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edildi. 1924 Anayasası’nın özellikleri şunlardır:
a) 1961 Anayasası’na kadar geçerli oldu. 1921 Anayasası’na göre daha geniş ve kapsamlıdır.
b) Kuvvetler birliği ilkesiyle kabine sistemi
benimsenmiştir. Vatandaşların hakları kanun güvencesi altına alınmıştır.
c) 1928’de devletin dini İslam’dır ifadesi kaldırılmış, 1937’de bunun yerine laiklik ilkesi getirilmiştir.
d) Kadınlara; 1930’da belediye, 1933’te muhtarlık, 1934’de milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.
e) 1937 yılında Xxxxxxx ilkeleri anayasaya girmiştir.
Cumhuriyet döneminde ilk siyasi partilerde kuruldu. TBMM de Atatürk başkanlığındaki Müdafaa-i Hukuk grubu Cumhuriyet Halk Fırkası adını alarak Türkiye’nin ilk siyasi partisi oldu. Daha sonra 1924’te Xxxxx Xxxxxxxxx ve
arkadaşları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular
ancak bu parti Xxxx Xxxx İsyanı’nda rolü olduğu gerekçesi ile kapatıldı. 1930’da Xxx Xxxxx Xxxxx tarafından kurulan
Serbest Cumhuriyet Fırkası da Menemen Olayı dolayısıyla kapatıldı. Bundan sonra Türkiye’de 1946 yılına kadar tek parti(CHP iktidarı) iktidarı devam etti. 1946 yılında kurulan Demokrat Parti 1950 seçimlerini kazandı.
2. TÜRKLERDE TOPLUM YAPISI
A. İLK TÜRK DEVLETLERİNDE TOPLUM YAPISI
1. Toplumsal Yapı
Eski Türk toplumu atlı-göçebe(konargöçer) bir hayat sürdürüyordu. Yaşanılan bölgenin coğrafi özellikleri Türk
toplumuna sert, mücadeleci ve bağımsız yaşamaya uygun bir karakter kazandırmıştı. Türk toplulukları hayvanlarına taze ot ve su bulmak için sürekli olarak bozkırda dolaşırlardı.
Kış mevsimini kışlak denilen korunaklı yerlerde geçiren
topluluklar, yazın yaylak denilen yeşil otların ve suyun bol bulunduğu yerlere göçerlerdi. Her boyun kendisine ait bir belirli bir yaylası ve otlağı vardı. Kışladan yaylaya göçler ilkbaharda başlar, develer, atlı arabalarla yapılırdı.
Türk devletlerinde kağanın sarayında, kurultayda ve
ziyafetlerde her boyun oturacağı yer orun ve hayvanın etinden alacakları pay ülüş belirlenmişti.
Toplumu düzenleyen kurallara töre denilirdi. Töre sayesinde devletler yıkılsa bile toplum varlığını korumuştur. Türk
toplumlunda bireyin devletten isteği adaletin sağlanmasıydı. Devlet adaleti sağlarken birey de devlete bağlı olmak, vergi vermek ve askerlik görevini yapmakla yükümlüydü.
Yöneticilerle yönetilenler arasında, karşılıklı görev ve sorumlulukların yer aldığı tüz adı verilen bir antlaşma yapılırdı.
Eski Türk toplumu aile(oğuş), soy(urug), boy(bod) ve
kavim(budun) denilen birimlerden oluşurdu.
a. Aile (Oğuş): Türk toplumunun temeli aileye dayanırdı. Aile (oğuş) anne, baba ve çocuklardan oluşurdu(çekirdek aile). Ailede babanın yanında annenin de söz hakkı
bulunurdu. Ailenin bütün varlığı eşlerin ortak malıydı. Türklerde babaya xxxx anneye ise ög denilirdi. Küçük
oğulun dışında diğer erkek evlatlar evlendikten sonra
ayrılırdı. Kız çocuklarına çeyiz yapılır ve daha sonra baba malından hak talep etmezdi.
Eski Türklerde akraba sayısını artırmak, karşılıklı olarak birbirlerine destek olmak için başka kabilelerden evlilik (exogamie) tercih edilirdi. Türk toplumunda tek
eşlilik(monogamie) yaygındı.
Evlilikte erkek ve kızın ortak iradesi ve rızası gerekliydi. Evlenme söz kesme, nişan ve düğün töreniyle yapılırdı. Kız tarafı erkek evinden kalıng alırdı ve bu evlenen kanına aitti.
Çeyiz (eğne, yumuş) düğünden önce kız ve oğlan evinde sergilenirdi. Düğünlerde törün denilen düğün yemeği
verilirdi. Xxxx xxxxx, erkeğe güvey denilirdi. Evlenen çifte nikâh yapılırdı. Eski Türk ailesi taşınabilir yurt veya keregü denilen çadırlarda yaşardı.
Türk aile sisteminin ilkeleri, bütün kuruluşlara ve fertlerin davranışlara yansımıştır. Eski Türk toplumunda devletin ‘baba’ olarak kabul edilmesinde Türk ailesinin ana, baba ve evlat ilişkileri etkili olmuştur.
b. Urug (Soy): Türk toplumunda birbirine akraba olan
ailelerin birleşmesiyle urug denilen birlikler oluşurdu. Bu aileler sosyal ve ekonomik bakımından birbirleriyle
dayanışma içindeydi.
c. Boy (Boy): Urugların birleşmesiyle oluşan birliğe boy denilirdi. Boyun başında boy beyi vardı. Boy beyi cesareti, mali gücü, hizmeti, adaleti ve doğruluğuyla tanınmış urug reisleri arasından seçilirdi. Boy beyinin görevi xxxxxki iç dayanışmasını korumak, hak ve hukuku sağlamak,
gerektiğinde boyunun çıkarlarını savunmaktı. Her boyun
toprağı ve askeri gücü vardı. Bir siyasi birliğe katılan birliğe ok denilirdi. Her boyun kendine ait kışlağı ve yaylağı ve damgası vardı.
ç. Budun (Millet): Boyların bir araya gelmesiyle oluşan
birliğe budun denilirdi. Başında kağan, han, il-teber, yabgu, şad, erkin unvanlı başkanlar bulunurdu. Budunların
birleşmesiyle devlet (il) denilen siyasi teşkilat ortaya çıkardı.
2. Yaşayış
Eski Türk toplumunun hayatında at çok önemliydi. Hem taşıma aracı hem de bir savaş aracıydı. At sayesinde
savaşlarda hızlı hareket edebiliyor ve göçlerde uzak
mesafelere gidebiliyorlardı. Türkler Uygurlar zamanında
yerleşik hayata geçmeye ve şehirler kurmaya başladılar.
Hunların ve Kök Türklerin beşinci ayda toplu olarak
kutladıkları büyük bir bayramı vardı. Bu bayram Uygurlarda 9 Mart’ta yapılırdı. Eski Türkler Mart ayına baş ay, bayram yapılan güne(21 Mart) yeni gün (Farsçası; nevruz) derlerdi.
Eski Türk toplumunda yardımlaşma, dayanışma ve
yarışma içi içeydi. Yardımlaşma, toplumu daima birlik ve dayanışma içinde tutuyor yarışma ise rekabet ortamı
oluşturarak toplumun bütünüyle ilerlemesini sağlıyordu. Her ikisi de birleşince ortaya daima canlı, hareketli,
dinamik ve güçlü bir toplum çıkıyordu.
Eski Türklerin yemekleri arasında kebaplar, konserve et, süt, peynir, yoğurt, çeşitli hamur işleri ve kımız vardı.
Türklerin giydikleri elbiseler genellikle ipek, pamuk,
devetüyü ve yünden imal edilen kumaşlardan, kışlık giysiler ve börk ise hayvan kürklerinden yapılırdı. Türk erkekleri genellikle uzun saçlı ve bıyıklıydı. Türkler pantolon, ceket kaftan, çizme ve kemer giyerlerdi. Türklerin bu askerî kıyafeti Avrupa’da ve Bizans’ta askerlere giydirilmiş,
böylece bütün dünyaya yayılmıştı. Kemer, kemer tokası ve düğmeyi ilk kullananlar arasında Türkler de vardı.
Romalılar, keten gömlek giymeyi Türklerden öğrenmişlerdi.
Çiçekli Uygur kumaşları çok meşhurdu. Türklerde kara
renkli kumaştan yapılan elbiseler yas tutarken giyilirdi. Ak renkli kumaş ise uğur sayılırdı.
Toplumda sosyal ve kültürel etkinlikler de düzenlenirdi. Ok atma ve at yarışları yapılır; güreş, cirit, çevgan, kılıç, tepik, okçuluk ve binicilik sporları yapılırdı.
3. Dinî Hayat
Eski Türk toplumu Gök Tanrı Dini’ne inanırdı. Buna göre Gök Tanrı tek yaratıcıydı ve din sisteminin merkezinde yer almaktaydı. Gök Tanrı tek idi ve en yüce varlıktı. Sonsuz bir hayata sahip ezeli ve ebedi olup kâinatın yaratıcısı ve
hâkimidir. Ahiret inancı olan bu dinde iyi insanların
uçmag’a(cennete), kötülerin ise tamu’ya(cehenneme)
gideceklerine inanılırdı. Toplumsal yapıda özel bir statüsü olmayan din adamlarına kam denilirdi.
Ölüm uça barmak(uçarak gitmek) şeklinde ifade edilirdi. Kişi öldüğünde ruhunun Tanrı katına ulaştığına inanılırdı. Cenaze eşük denilen kefenle toprağa verilirdi. Ölen kişi için yuğ töreni yapılır ve yemek verilirdi. Ölen kişinin mezarına öldürdüğü düşman sayısınca balbal denilen heykeller dikilirdi.
Eski Türkler tabiatta birtakım gizli kuvvetlerin varlığına da inanırlardı. Dağ, tepe, kaya, ırmak, su, ağaç, orman, demir, gök gürültüsü, şimşek gibi unsurlar kutsal varlıklar olarak tasavvur edilmiştir. Türkler gök, güneş, ay, yer-su için kurban keserlerdi.
Toplumda ölen kişilerin ve ataların ait hatıraları kutsal Kabul edilir ataların ruhlarının kendilerini koruduğuna
inanılır onlar için kutsal mağaralar önünde kurban kesilirdi.
Ayrıca Uygurlar, Budizm ve Manihaizm dinlerini, Macarlar, Bulgarlar, Kumanlar, Peçenekler Hıristiyanlığı, Hazarlar ise Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’ı kabul etmişlerdi.
B. TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE SOSYAL YAPI
İslamiyet Talas Savaşı’ndan sonra Türkler arasında yayılmaya başladı. İslamiyet Türklerin yaşamında sosyal ve kültürel değişikliklere yol açtı. Türk bozkır kültürüyle İslam kültürünün kaynaşma süreci, Karahanlı Devleti Döneminde başladı. Karahanlılar Türk-İslam toplumunun
oluşturulmasında köprü görevi gördü.
Selçuklular zamanında toplum, yönetenler (hanedan ve idareciler) ve yönetilenler (halk) olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı.
1. Yönetenler
Yönetici sınıf hanedan üyeleri, asker, vali ve din
adamlarından oluşurdu. Toplumun en üstünde yer alan
sultanın konumu, idarecilere ve halka karşı sorumluluk ve görevlerini yerine getirmesine bağlıydı. Görevi ihmal,
adaletten ayrılma ve toplum refahını sağlayamama iktidarı kaybetmek için önemli sebeplerdi.
İlk Müslüman Türk devletlerinde yöneticiler genelde Türk’tü. Halk ise farklı ırk ve boylardan meydana
gelmekteydi. Karahanlı Devleti’nde toplum tamamen Türk iken, Gazneliler Devleti’nde Gurlu, Hindular gibi farklı unsurlar da yer almaktaydı. Büyük Selçuklu Devleti’nde
devleti kuran Türklerin yanı sıra İranlı ve Arap unsurlar yer alırken Tolunoğulları, Ihşidiler ve Memluklularda ise halkın büyük çoğunluğunu Arap, Rum, Berberi, Mısırlı vb. Türk olmayan unsurlar oluşturmaktaydı.
2. Yönetilenler (Halk)
Türk-İslam devletlerinde halk; ilk Türk devletlerinde olduğu gibi aile, boy ve budun şeklinde teşkilatlanmaktaydı. Bu dönemde devlet, toplumu Müslüman ve gayrimüslim
şeklinde kabul ederek hukuki düzenlemeleri bu çerçevede yapmaktaydı.
a. Aile: Türk-İslam toplumunda genellikle tek eşlilik hâkimdi. Evlenmenin Türk aile ve toplum hayatında büyük bir yeri vardı. Evlilikte samimilik ve açıklık önemliydi. Selçuklular devrinde aile ana, baba ve çocuklardan oluşurdu. Baba sağ olduğu süre aile bütünlüğü muhafaza edilmekteydi.
Türk ailesi pederşahi (babaerkil) yapıya sahipti ancak
annenin de nüfuz ve ağırlığı bulunmaktaydı. Kadın ailede alınan kararlara da katılırdı.
Türk-İslam toplumlarında halk yaşayış şekillerine göre; göçebeler, köylüler ve şehirliler olmak üzere üç grupta toplanmaktaydı.
Tacirler, zanaatkârlar, devlet memurları, askerler şehir ve kasabalarda yaşarlardı. Türk şehirlerinin etrafını çeviren surların içerisinde saray, hükümet konağı, kışla, cuma
camisi, meydan, pazar yeri, ribat veya çarşı, medrese, hamam ve hastane bulunmaktaydı. Ayrıca sultanların yaptırdığı mimari eserler ve su kemerleri de şehirleri
köylerden ayırıyordu. Zaviye, imaret ve hanlar o dönemdeki şehirlerin en belirgin özelliğiydi.
XI. yüzyılda Türk şehirlerinde ve köylerinde nüfus çok farklı dinî ve etnik unsurlardan oluşuyordu. Büyük
Selçukluların hâkim olduğu topraklarda Türk, Fars, Yahudi ve Araplar yaşıyordu. Bu etnik yapı Mısır hariç diğer Müslüman Türk devletlerinde aynıydı. Hazar toplum
yapısını Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ve Gök Tanrı dinine inanan çeşitli topluluklar oluşturmaktaydı. Türkiye Selçuklu Devleti’nde ise Türklerin yanı sıra Rum ve Ermeniler,
toplumu oluşturan diğer unsurlardı.
Türk şehirlerinde askerler ve din adamları çoğunluktaydı. Devlet adamları din âlimlerini, şairleri ve sanatçıları korur ve onları himaye ederlerdi. Şehirlerde kurulan çok sayıda medreseler birçok din âlimi ve sufinin yetişmesini
sağlamıştı. Bunların içinde ilk Türk mutasavvıfı olan Xxxxx Xxxxxx, Xxxxxxx Xxxxxxxxxx Xxxx, Xxxxx Xxxx vardı.
Türk-İslam devletlerinde toplumsal ilişkilerin
şekillenmesinde İslam hukuku belirleyiciydi. Müslümanların
giyimleri ve dış görünüşleri Hıristiyan ve Musevilerden farklıydı. Türklerin, Arapların, Hinduların ve diğer etnik grupların giyim kuşamları da birbirlerinden farklıydı.
b. Hoşgörü Toplumu: Türk toplumu farklı din ve mezheplere karşı olan hoşgörüsünü devam ettirmişti.
Gayrimüslimler kültürel ve dinî özgürlüklere sahipti. Türkler hâkimiyetleri altında yaşayan çeşitli mezhep ve fırkalara
ayrılan Müslümanlara da herhangi bir müdahalede bulunmamışlardı.
Türklerin hâkim olduğu topraklarda Kadirilik, Kübrevilik, Ekberilik ve Yesevilik en çok müridi olan tarikatlardı.
.
c. Sosyal Yardımlaşma: Türk-İslam devletlerinde vakıflar aracılığıyla ile birçok sosyal yardımlaşma kurumu
yapılmıştı. Kervansaray darüşşifa, darülâfiye, bimaristan bu yardım kuruluşları arasındadır. İnsanlar bu kurumlardan ücretsiz olarak yararlanabiliyordu.
Selçuklu hâkimiyetinde Türkler arasında yardımlaşma sosyal hayatın ayrılmaz bir unsuruydu. Köylerde genelde tarım faaliyetleri imece gerçekleşmekteydi. Konargöçerler keçe dikme, çadır kurma ve sökme gibi pek çok faaliyette yardımlaşırdı.
3. Toplumsal Yaşantı
Türkler Müslüman olduktan sonra da kendilerine has Türkmen kıyafetlerini kullanmaya devam etmişlerdi. Giysilerde kırmızı ve yeşil renkler tercih edilmiş ve pamuk, yün, ipek ve kürk kumaşlar kullanılmıştır.
Kadınlar geniş elbiseler giyerken takı olarak inci, gümüş ve altın küpeler ile gerdanlık, bilezik ve yüzük kullanıyordu.
Erkekler ise vücuda yapışık dar kıyafetler giyiyorlar başlarına da çene altından bağlanan kırmızı bir börk
takıyorlardı. Bir diğer Türk kıyafeti olan kaftan muhtelif uzunlukta ve dört parçalıydı. Yağmurluk da hırka, gömlek,
ceket gibi diğer kıyafetler arasındaydı. Bu dönemde Türkler kemer, tokalı kemer, deri veya keçeden imal edilen çizme kullanıyorlardı. Oğuz erkekleri uzun saç, kâkül ve bıyık
bırakıyorlardı.
Türkler nişan ve düğün yemekleri vererek toplum hayatını canlı tutarlardı. Dinî bayramlar ve festivaller bir diğer
eğlence sebebiydi. Mısır’da Türk-İslam devletleri zamanında çeşitli din mensupları tarafından farklı zamanlarda kutlanan bayramlar sosyal bir faaliyete
dönüştürülürdü. Mısır’da askerî geçit töreni ile başlaxxx xxxxxx, sultan tarafından verilen bir ziyafetle sona ererdi.
Türk toplumunun eğlence hayatında müziğin de ayrı bir yeri vardı. Türkler önceki dönemlerdeki müzik aleti çalma ve
türkü söyleme geleneğini devam ettirmişlerdi. Kopuz en sevilen ve bilinen çalgılardan biriydi. Halay, grup olarak oynanan, sevilen bir oyundu. Askerî orkestra (mızıka) da Türklerin önce Horasan ve daha sonra Orta Doğu’ya getirdikleri bir âdetti. Türk-İslam devletlerinde günde beş defa saray kapısının önünde nevbet vurulurdu.
Avcılık, çöğen eğme, kuş uçurma, top kapma en çok tercih edilen sportif etkinlikler arasındaydı. Yürüme, dağa çıkma ve koşma da Türk toplumunda yaygın olarak yapılan
sporlardı. Bunların dışında ok atma, yay çekme gibi talim
yerine geçen yarışmalar da yapılırdı. Cirit ve güreş ise bütün Türk dünyasının ortak oyunu olarak o zaman da biliniyordu.
Selçuklular Dönemi Türk toplumunda et, bal, yumurta, süt, yoğurt, peynir, kaymak ve tereyağı gibi yiyecekler Türklerin beslenme hayatında önemli bir yer tutuyordu. Bunların
yanında buğday, arpa, darı, pirinç ve muhtelif sebzeler de tüketilmekteydi. İtil Bulgarları gibi bazı Türk boylarında balık da önemli gıdalar arasındaydı. XI. yüzyıl Türk
toplumunun millî yemeği olarak tabir edilen tutmaç bugün Anadolu’da Ramazan aylarında özel olarak yapılan bir yemektir. Meyve suyu ve İtil Bulgarları’nın baldan imal ettikleri sücüv denilen bir içeceği vardı.
C. KLASİK DÖNEM OSMANLI TOPLUM YAPISI
Batı Anadolu’da küçük bir uç beyliği olarak kurulan Osmanlı Devleti’nin nüfusunu başlangıçta Türkiye Selçuklu Devleti ile beyliklerden devraldığı unsurlar ve gayrimüslimler
oluşturmaktaydı.
Balkan fetihleri ve fethedilen yerlerde uygulanan iskân
politikası başka Hıristiyan topluluklar Osmanlı egemenliğine girdi. Osmanlı Devleti’nin sınırları XVI. yüzyılın ikinci
yarısında Basra’dan Viyana’ya, Kafkasya’dan Fas’a ve Kırım’dan Yemen’e kadar genişledi. Osmanlı Devleti hâkimiyeti altındaki gayrimüslim topluluklara adil ve
hoşgörülü bir yönetim uyguladı ve onların dini inançlarına, sosyal ve kültürel hayatlarına müdahale etmedi.
1. Osmanlı Toplum Yapısı
Osmanlı toplum düzeninin temelini oluşturan ve hakkaniyet çemberi olarak adlandırılan anlayışa göre: ‘Dünya barışı adaletle sağlanabilir; dünya duvarı devlet olan bir bahçedir; devletin düzenleyicisi kanundur. Kanunun koruyucusu mülktür(hükümranlık); mülke, yani ülke ve halkı bütünleştirecek devlet kuracak iktidara sahip olmak için sağlam bir ordu gerekir; ordunun bakımı için servete ihtiyaç vardır; bu serveti sağlayabilmek için bolluk ve huzur içinde yaşayan bir halka (raiyyet) sahip olunmalıdır; halkın bolluk ve huzur içinde yaşaması adaletle yönetilmesine bağlıdır’.
Toplum düzeni ve barışının temeli olarak kabul edilen bu sistemin (hakkaniyet çemberi) sorunsuz işletilmesi düşüncesiyle Osmanlı toplumu askerî (yönetici) ve reaya (yönetilenler) olmak üzere iki büyük sınıfa ayrılmıştı.
a. Yönetenler:
Padişahın dinî ve idari yetki tanıdığı her türlü vergi yükümlülüğünden muaf olan devlet görevlilerinden
oluşurdu. Yönetici olmak için Müslüman olmak gerekliydi. Başta padişah olmak üzere saray halkı, seyfiye, ilmiye ve kalemiye mensupları bu sınıftandı.
Saray Halkı: Padişahın özel yaşamını sürdürdüğü ve devleti yönettiği yer olan bu sarayda halkla ilişkiler, yabancı devlet temsilcileriyle görüşmeler ve devlet törenleri yapılırdı.
Seyfiye: Arapça seyf(kılıç) kelimesinden türeyen bu kelime yönetim görevinde bulunan askerî zümreyi ifade eder.
Osmanlı devletinde yönetim, askerlik ve güvenlikten sorumlu sınıftır. Bu sınıfın tabanını eyaletlerde tımarlı sipahiler, merkezde kapıkulu askerleri teşkil ediyordu. Sadrazam, vezirler, beylerbeyi ve sancak beyleri, kapıkulu zabitleri ve neferleri ile tımarlı sipahiler ve
deniz askerleri bu gurubun üyeleriydi. Ayrıca vergi muafiyeti ile kendilerine çeşitli hizmetler yaptırılan muaf ve müsellemler de seyfiyenin diğer üyeleriydi. Kapıkulu
askerleri, Enderun hizmetlileri, kale muhafızları, subaşıların maaşları (ulûfe) hazineden nakit olarak verilirdi. Tımarlı sipahiler, sancak beyleri, beylerbeyi ve vezirler ise hizmet karşılığı olarak dirlik alırlardı.
İlmiye: Din, adalet ve eğitim-öğretim faaliyetlerinde bulunanlar ve bilginler ilmiye sınıfını oluştururdu.
Şeyhülislam, kazasker, kadılar, müftüler, müderrisler, imamlar, müezzinler ve medrese öğrencileri bu sınıfın üyeleriydi. İlmiye sınıfı mensupları eğitimin ücretsiz olduğu medreselerde yetişiyordu.
Kalemiye: Devlet dairelerinde çalışan her seviyedeki idari memurların oluşturduğu üst seviye bürokrat zümre,
kalemiye sınıfını oluşturmaktaydı. Defterdar, nişancı, reisülküttap ve divan kâtipleri bu sınıfın üyeleriydi. Müslüman ailelerden seçilen kalemiye üyeleri, çalıştıkları bürolarda, usta-çırak ilişkisi içinde yetiştirilirlerdi. Çıraklar sabahları görevli bulundukları kalemlerde mesleki
eğitimlerini görür, öğleden sonra İslami bilgilerini ve genel kültürlerini arttırmak için medreselerde veya büyük camilerde derslere devam ederlerdi. Bunlar yetenek ve
başarı durumlarına göre kalfalığa ve ustalığa yükselirlerdi.
b. Yönetilenler
Tüccar ve Esnaf: Tüccarlar zorunlu tüketim maddelerini alma, taşıma, depolama ve üretim için gerekli malzemeyi teminle ilgileniyorlardı. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılama işini tacirler ve
toptancılar üstlenmişti. Rumlar, Yahudiler ve Ermenilerin yanı sıra Türkler de ticaretle uğraşıyordu. Osmanlı şehir
halkının bir diğer grubu da esnaftı. Mahalli üretim ve ticaret esnaf tarafından yapılmaktaydı. Osmanlı Devleti’nde
XVII. yüzyılda iki yüz yirmi beş değişik meslek sahibi yani esnaf vardı. Kâğıtçı, ciltçi, terzi, kürkçü, kalaycı, telci,
kılıççı, kalkancı, çadırcı, bıçakçı, iğneci ve berberler bunlardan bazılarıydı.
Köylüler: Osmanlı nüfusunun büyük kısmı köylerde
yaşardı. Tımar beyleri, çiftçi aileleri, mukataa usulüyle
toprağı işleyenler, mülk sahipleri, müsellemler ve muaflar köylerde yaşardı. Köylülerin büyük bir bölümü ise çifthane sistemi ile devletin kendilerine tahsis ettiği raiyyet
çiftliklerini işletirdi. Bu çiftlikler (100–150 dönüm)
satılamaz, hibe olarak verilemez ve vakfedilemezdi, babadan oğula bir işletme olarak geçerdi. Köylü işlediği bu toprak
karşılığında çift vergisi öderken ürettiği ürün için de ayrıca vergi öderdi. Hukuken bir dirlik sahibinin reayası olan köylünün temel görevi toprakları işlemekti. Kürekçilik,
marangozluk, kuşçuluk, madencilik ve çeltik işleri de köylüler tarafından yapılırdı. Köylerde çiftlik sisteminin korunması ve sürekli denetimin yapılması maksadıyla tımar sahipleri de oturmaktaydı. Ayrıca dizdar, mülazım, hizmetkâr gibi kale görevlileri; şeyh ve fakih gibi din
adamları subaşı, kethüda, çeribaşı ve korucu gibi yerel yöneticiler de köylerde otururlardı.
2. Sosyal Hareketlilik
Osmanlı toplumunda sınıflar arasında geçişler için bir engel yoktu. Yönetici sınıfına geçmek için Müslüman olmak
(Islahat Fermanı’na kadar) ve başarılı olmak gerekirdi.
Sınıflar arası geçişe imkân sağlayan bu sisteme dikey hareketlilik denilmiştir.
Köyden şehre veya bir bölgeden başka bir bölgeye göç ederek yerleşme de serbestti. Bazen devlet de imar ve iskân politikaları gereği bu göçü desteklerdi. Bölgeler arası bu göç ve yerleşime de yatay hareketlilik denir.
3. Millet Sistemi
Osmanlı Devleti’nin ülkede yaşayan toplulukları din ya da mezhep esasına göre örgütleyerek yönetme biçimine millet sistemi deniliyordu. Bu sistemde devlet, her inanç
topluluğunu kendi içinde serbest bırakarak onlara belirli bir özerklik tanımıştı.
Osmanlı toplumunda Türk, Arap, Acem, Boşnak ve
Arnavutlar, Müslüman çoğunluğu oluştururken Ortodoks, Ermeni ve Yahudiler diğer üç temel millet olarak kabul edilmiştir.
En kalabalık olan Ortodoksların dinî ve idari merkezi Fener Patrikhanesiydi. Eflak-Xxxxxx halkı, Karadağ, Sırp ve
Bulgarlar da bu kiliseye bağlıydı.
Osmanlı toplumu içinde ayrı bir statüsü olan diğer Hıristiyan millet de Ermenilerdi. Xxxxx, İstanbul’un fethinden sonra Bursa’daki başpiskoposu İstanbul’a getirerek onu Ermeni Kilisesi Patriği tayin etti. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeniler arasında Katolik ve Protestanlığı benimseyenler de oldu.
Dinî gruplardan bir diğeri de Museviler olup daha çok İstanbul, İzmir, Selanik gibi liman şehirlerinde; Bağdat, Halep gibi nüfusu kalabalık olan yerlerde oturuyorlardı.
Bunun dışında sayıları az da olsa Süryani, Nesturi, Yakubi ve Marunî gibi Hıristiyan kiliseleri de vardı.
4. Osmanlı Ailesi
Osmanlı ailesinin temel yapısını İslam hukuku ve Türk töresi şekillendiriyordu. Evlenmeye karar veren kişiler bizzat ya da taraflardan birinin veya her ikisinin kadıya başvurusu ile evlenme işlemleri başlardı. Şahitlerin huzurunda evlenmek istediklerini beyan eden tarafların nikâhları kıyılır ve akdin kadı defterine kaydedilmesi ile evlilik gerçekleşirdi.
Erkek evlenirken kıza mehir denilen bir nikâh bedeli veriyordu. İslam dinine göre mehir sadece kadına aitti
Evlilikte İslam hukukuna göre mal ayrılığı rejimi esastı. Tek eşliliğin hâkim olduğu Osmanlı ailesi genellikle karı-koca ve çocuklardan ibaretti. Kasaba ve şehirlerde büyük aile
tiplerine de rastlanılmaktaydı.
5. Sosyal Yardımlaşma
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu yıllarda Anadolu’da Ahi
birlikleri toplumsal yardımlaşma ve dayanışmada önemli rol oynamıştır. Osmanlı döneminde en önemli sosyal yardım kuruluşu vakıflardır.
Vakıf; bir malı, menfaati Allah rızası için muhtaç insanlara bırakılmak üzere özel mülkiyetten çıkartmaktır. Vakfın kurucusu ve kuruluşun şartlarını belirleyen, kadı ve
şahitlerin huzurunda düzenlenen belgeye vakfiye (vakıf senedi) denir. Vakfı yöneten yöneticilere mütevelli denir.
Xxxxxxxx xxxxxxx xxxx, xxxxxx, xxxxxx, xxxxxxxxx, xxxxx, xxx, xxxxx, xxxxxx, hastaneler inşa edilerek işletilmişti.
Böylece vakıflar aracılığıyla ile eğitim, din, sosyal yardım, sağlık ve bayındırlık hizmetleri yürütülmüştür.
Osmanlı Devleti’nde vakıfların bir diğer türü de avarız vakıflarıdır. Bu vakıflar avarız vergilerini ödeyen, mahalle, köy ve esnaf teşekküllerinin ihtiyaçlarını karşılayan,
yerleşim birimlerinde bulunan cami, mescit, suyolları gibi yapıların bakım ve onarımını gerçekleştiren vakıf
binalarında çalışan görevlilerin ücret ve maaşlarını ödeyen yardımlaşma kurumlarıydı.
Toplumda kadın, çocuk ve yaşlıların korunması ve
özürlülerin bakımı vakıflar aracılığı ile yapılmaktaydı.
XVI. yüzyılda Anadolu eyaletinde işletilen 45 imaret, 1397 cami ve mescit, 110 medrese, 626 zaviye ve hankah, 154 muallimhane, 1 kalenderhane, 1 mevlevihane ve 75 büyük han ve kervansaray vakfı bulunuyordu. Bu vakıflarda çalışan sayısı 3299 kişiyi buluyordu.
6. Toplumsal Yaşantı
a. Saray: Osmanlı Devleti’nde Topkapı Sarayı padişahların özel hayatlarını sürdürdüğü ve devleti yönettiği bir mekândı.
Sarayda İslam dininin kuralları ve sarayın kendi
geleneklerinin şekillendirdiği mütevazı bir yaşam vardı.
Harem’de padişah ailesi ile birlikte özel hayatını yaşardı. Xxxxxxxxx annesi, eşleri, çocukları ve onların hizmetlerini yürüten dadı, sütanne, kalfa ve cariyeler bu bölümde
yaşardı. Çocuklar okuma çağına gelince kendisine hoca atanır ve törenle derse başlanırdı. Bu çocuklara Kur’an, okuma yazma, Arapça, Farsça, Türkçe, matematik, tarih, coğrafya dersleri verilirdi.
Xxxxxxxxx, 5- 6 yaşlarında iken saraya alınarak eğitilirdi. 20 kişilik gruplar hâlinde özel hocalar tarafından okuma yazma ve sarayın görgü kuralları öğretilirdi. Ayrıca kopuz, keman, kanun, ney, def, tambur, çalpare, çöğür, musikar gibi müzik aletlerini kullanma becerisine yönelik çalışmalar da
yapılırdı. Dikiş dikmek, dantelâ ve örgü de günlük işler arasındaydı.
Sarayın bölümlerinden biri olan Enderun’da, devşirme yöntemiyle alınan çocuklar eğitilirdi. Birun ise sarayın çeşitli hizmetlerini gören görevlilerden oluşmaktaydı.
b. Şehir: Müslüman halkın gündelik hayatı sabah namazıyla başlar akşam namazı ile sona ererdi. Haftalık dinlenme günü ilk dönemlerde perşembe iken sonraları
cuma olarak belirlendi. Bayramlar ile diğer bazı panayır ve şenlikler de yıllık dinlenme günleri olarak değerlendirilirdi.
Osmanlı toplumunda yemek, az masraflı ve çabuk
hazırlanan türdendi. Sofrada bir iki çeşit yemek olduğunda bununla yetinilirdi. Pirinç, koyun eti, sebze çok tüketilirdi. Süt mamulleri, özellikle yoğurt önemli besinlerdendi. İçecek olarak en çok boza, müselles, pekmez, bal suyu gibi
şerbetler tüketilirdi. Yemekler bir sini üzerine konan kalaylı tas ve sahanlarda, porselen ya da pişmiş topraktan çanaklarda yenirdi.
İstanbul’da Eyüp semtinde bulunan ünlü kaymakçı dükkânları önemli sohbet yerleriydi. İlk defa İstanbul’da
1554’te açılan kahvehane, kısa zamanda birçok şehirde moda olmuş, sohbet yerleri hâline gelmiştir.
Osmanlı şehirlerinde akşam olunca iş yerlerinin bulunduğu mahalleler gece bekçilerine terk edilerek gün batmadan eve dönülüyordu. Akşam yemeği ve yatsı namazından sonra hayat duruyor ve dinlenme saati başlıyordu.
Şehirlerde yaşayanlar çeşitli nedenlerle eğlenceler
düzenlerlerdi. Padişahların tahta çıkmaları, dinî bayramlar,
Ramazan ayı, şehzade sünnetleri, sünnet düğünleri ve hıdırrellez bu eğlenceler için birer fırsat olarak
değerlendirilirdi. Halkın gezmesi ve eğlenmesi için ayrılmış mesire yerleri mevcuttu. Osmanlı toplumunda kadın aile içi düzenin sağlanması ve çocukların eğitiminden sorumluydu.
c. Köy: Osmanlı ülkesinde birbirinden ayrı Müslüman ve Hıristiyan köyler olduğu gibi karışık olanlar da vardı. Bu köylerde halk, cami bazen zaviye ya da kilisenin etrafında karşılıklı hoşgörü içinde yaşıyorlardı. Köylerde yaşayanların temel işi tarımdı. Yörenin coğrafi ve iklim özelliklerine göre; buğday, arpa, yulaf, mısır, pirinç, meyve ve sebze gibi çeşitli ürünler yetiştirilirdi. Tarımı destekleyen en önemli unsur hayvancılık olduğu için öküz ve manda gibi hayvanlar beslenirdi. Bunların yanı sıra at, eşek, inek, tavuk ve keçi de beslenirdi.
Köy halkı yiyeceğini beslediği hayvanlarından ve tarımdan sağlardı. Beslenmede süt, yoğurt, çeşitli peynir, hububat, yaş veya kuru meyveler, koyun eti, bal, ceviz vb. besinler en önemli yer tutardı.
Bölgesine göre değişik malzemelerden inşa edilen evlerin döşemesi üzerine kilimler, halılar veya keçeler serilirdi. Ahır evlerin altında veya yanındaydı. Isınmak için mutfağın ocağında odun veya tezek yakılırdı.
Mobilya bulunmayan evlerde elbiseler için deri çanta veya ağaç sandıklar kullanılırdı. Hububat, et ve kuru meyveler gibi gıda maddeleri ise ambarlarda veya küplerde korunurdu. Köylüler kendi gereksinimi dışında kalan bahçe
ve tarla ürünlerini satarak veya takas ederek aile bütçelerine katkı sağlardı.
ç. Göçebeler (Konargöçerler): Göçebeler hayatlarını yaylak ve kışlak arasında sürdürür; at, koyun, keçi, katır ve deve beslerlerdi. İlk Türk toplumlarında kullanılan çadır
(yurt) göçebeler tarafından da kullanılmaktaydı. Bu insanlar hayvanlarının kılından çadırlar dokur, yününden de elbise yapar ve dikerlerdi. Bunun dışında halı, çuval, heybe, çul ve kilim de dokurlardı. Besledikleri hayvanlardan elde ettikleri et, süt yoğurt, peynir tereyağı gibi ürünleri satarlardı.
Ç. TANZİMAT’TAN SONRA OSMANLI TOPLUM YAPISINDAKİ DEĞİŞİM
1. Toplumsal Değişim
II. Xxxxxx Osmanlı toplumunu oluşturan bütün unsurları
tebaa olarak kabul etmişti. Tanzimat Fermanı’yla Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Müslüman gayrimüslim bütün halk eşit sayılmıştı.
1856 Islahat Fermanı’yla ise gayrimüslimlere daha çok haklar tanındı. Gayrimüslimler devlet memurluklarına,
askeri hizmetlere ve okullara alınacaktı. Gayrimüslim halka din ve vicdan özgürlüğü sağlanacak; resmi yazışmalarda
gayrimüslimleri tahkir eden ve aşağılayan söz ve deyimler kullanılmayacaktı.
Yapılan çalışmalarla Osmanlı tebaasının din ve ırk ayrımı gözetilmeksizin kaynaştırılması ve devletin bütünlüğünün sağlanması amaçlanmıştı.
Bu düzenlemelerden sonra açılan yeni okullarda yenilikçi anlayışına sahip insanlar yetişti. Bunun yanında Osmanlı geleneği ve eski eğitim kurumları da devam ediyordu. Bu durum toplumda Osmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık gibi fikir akımlarını ortaya çıkardı.
Osmanlı Devleti’nde XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren nüfus yapısında değişiklikler oldu. Savaşlara bağlı olarak Kırım ve Kafkasya’dan Anadolu’ya göçler yoğunlaştı.
1860’ta Muhacirin Komisyonu kuruldu göçmenlerin nakli, iskânı ve yer-yurt sahibi olmalarını sağladı. Göçler 1877– 1878 Osmanlı-Xxx Xxxxxx’nda da devam etti. Osmanlı
sınırları daralırken Müslüman nüfus gitgide arttı.
Osmanlı Devleti Rus işgalleriyle Kafkasya ve Balkanlardan göç ederek Osmanlı topraklarına yerleşmek isteyen
milyonlarca insana yurt bulmaya çalıştı. Böylece pek çok yeni köy, şehir ve kasaba kuruldu.
XIX. yüzyılda Osmanlı şehirlerinin nüfusu, İstanbul ve bazı büyük şehirler dışında genellikle 10 bin kişinin altındaydı. Tanzimat’la beraber şehirlerin nüfusu hızla arttı. Batı ile ticari ilişkilerin artması, yabancı sermayenin ülkeye girmesi kentlerin çehresini değiştirdi. İstanbul, Selanik ve İzmir gibi şehirlerde bankalar, iş hanları, istasyon binaları, hastaneler, kışlalar, fabrikalar ve yabancı ülke temsilcilikleri kuruldu. Osmanlı köylüsü sosyal değişimden daha az etkilendi.
XIX. yüzyılda eğlence yerleri olan Göksu, Kâğıthane,
Beykoz, Çamlıca ve Kavacık gibi mesire yerlerinde beyler ve hanımlar ayrı ayrı kayıklar ya da arabalarla gezmeye
çıkarlardı. Büyük pazarlarda sportif yarışmalar, çeşitli oyunlar ve farklı kültürel etkinliklerin gerçekleştirildiği panayırlar kurulurdu. Ayrıca büyük şehirlerde Ramazan aylarında akşamları karagöz, orta oyunu ve meddah
eğlenceleri düzenlenirdi.
Batı’da başlayan kadın-erkek eşitliği tartışmaları
Osmanlı toplumunu da etkiledi. Xxxxx Xxxxxx Xxxx’nın kızı Xxxxx Xxxxx Xxxxx Osmanlı toplumunda ilk kadın hakları savunucusu olmuştur. Kadının sosyal hayatta etkili rol
alması gerektiğini vurgulayarak bu alanda öncü olmuştur. Kadınlar bazı iş kollarında çalışmaya başlamışlardır.
Tanzimat Dönemi reformları Osmanlı aile yapısını da
etkilemiştir. Şehirlerde modern aileler oluşmaya başlarken kasaba ve köylerde geleneksel aile yapısı devam etti.
Askerî kıyafetlerde görülen Batılı giyim tarzı toplumun
diğer kesimlerine de yayıldı. Devlet memurları ve halk sarık yerine fes, cübbe; şalvar yerine setre ve pantolon giymeye başladı. Kadınlar ferace ve yaşmak yerine şık çarşaflar,
maşlah (süslü başörtüsü) ve yeldirme (hafif manto) kullanmaya başladılar.
Batılılaşma yeme içme alışkanlıklarını da değiştirdi.
Taşınabilir sini yerine yemek masası, sandalye kullanılırken çatal ve bıçakla yemek yeme alışkanlık hâline geldi.
Toplumda modern hayat tarzını benimseyen bir memur sınıfı oluştu.
Ulaşım teknolojisinin gelişmesi ve dış pazarlarla ilişkilerin artması şehirlerin nüfusunun artmasına yol açtı. Başta nüfusu bir milyonu aşan İstanbul Selanik ve İzmir de bu
şehirler arasındaydı.
2. Sosyal Yardımlaşma
Osmanlı Devleti kadın, çocuk ve yaşlıların korunması ve özürlülerin bakımına yönelik kurumlar oluşturmuştu.
1895’te bu kurumların başında Darülaceze (yoksullar evi) gelirken Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde kurulan gureba hastaneleri de önemli yer tutmaktaydı. Bir başka
kurum ise Hamidiye Etfal Hastanesi’ydi (çocuk hastanesi).
Dönemin bir diğer sosyal etkinliği toplu sünnet
törenleriydi. 1899’da şehzadelerden birinin sünnet töreninin ardından iki bin yoksul çocuk padişah tarafından sünnet ettirildi. Daha sonraki dönemlerde toplu sünnet hizmetleri bir gelenek hâlin geldi.
XX. yüzyıl başlarında sosyal yardımlaşmada fakir sever cemiyetler öne çıktı. Dönemin önemli sosyal yardım
kurumlarından biri Hilal-i Ahmer Cemiyeti(Kızılay) diğeri de Donanma Cemiyeti idi. I. Xxxxx Xxxxxx sırasında yetim kalan binlerce çocuk, İstanbul’a ve işgale uğramayan diğer illere getirilerek darüleytamlara (çocuk yurtları)
yerleştirildi.
D. XXXXXX XXXX TOPLUMU
Balkan Savaşları ve I. Xxxxx Xxxxxx sonunda yaşanan göçler nedeniyle Osmanlı nüfus yapısında önemli değişiklikler
oldu. İşgal yıllarında halkı maneviyatını yükseltmek ve
moral gücünü arttırmak amacıyla cemiyetler kuruldu. İstiklal Savaşı’nın kazanılmasından sonra imparatorluktan ulus devlete geçildi.
Kanun-ı Xxxxx’xx ülkede yaşayan herkes, hiçbir fark
gözetilmeksizin Osmanlı olarak ifade edilerek bir Osmanlı toplumu oluşturulmaya çalışılmıştı. 1921 Anayasası’nda ise olağanüstü şartlar nedeniyle vatandaşlık ile ilgili hükümler bulunmamakla birlikte, milletten ve millet egemenliğinden bahsedilmekteydi. 1924 Anayasası’na göre Türkiye’de
xxxxxxx xxxxxx din ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaş
olarak tanımlanmıştı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde tam bağımsızlık ilkesi esas alınmıştı. Xxxxxxx Xxxx toplumu için muasır
medeniyete ulaşmayı hedef olarak belirlemişti. Amaca ulaşmada eğitimin önemi üzerinde durulmuş ve Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarılarak çalışmalara başlanmıştır.
Böylece bilimsel düşüncenin kazandırıldığı bireylerin ortak ülküler etrafında toplanarak devletine bağlanması ile tüm nüfusu kapsayacak şekilde vatandaşlık bilinci
oluşturulacaktır.
Hür bakış açısı, çağa uygun toplumsal davranışlar, kalkınma yolunda birlikte çalışma vatandaş olgusunda temel değerler olarak kabul edilmişti. Sonuçta yeni Türk toplumunu
oluşturan bireylerin üstün nitelikleriyle birlikte çağın ileri vasıflarını bağdaştıran yeni bir kimlikle dünyaya dâhil olması hedeflenmişti.
Toplumsal Alanda Yapılan İnkılâplar:
a) 25 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan Şapka Kanunu
çıkarıldı.
b) 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan bir kanunla tekke zaviye ve türbeler kapatıldı,
c) 1926’da Xxxxxx Xxxxx’xx kabul edilmesiyle laik hukuk sistemine tam olarak geçildi. Yeni Medeni Kanun’da aile içinde ve miras konusunda erkeğin bütün ayrıcalıkları kaldırıldı, kadın-erkek eşitliği sağlandı.
d) 21 Haziran 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılarak herkese bir soyadı verilmeye başlandı.
e) 29 Kasım 1934 tarihinde çıkarılan bir xxxxxxx xxx, xxxx xxxx, xxxxxx, xxx, xxxx xxxxx, hanımefendi gibi eskiden kullanılan lakap ve unvanlar kaldırıldı.
f) Toplumsal alanda çağdaşlaşmanın sağlanabilmesi için 1927'de radyo kurularak yapılan inkılâpların halka duyurulması sağlandı. Daha önceden açılan
Darülbedayi İstanbul Belediyesine bağlanarak İstanbul Şehir Tiyatrosu adını almış ve bu kurumun bünyesinde çocuk tiyatrosu açılmıştır. 1930 yılında Opera Cemiyeti kuruldu. Yükseköğretim alanında da Darülfünun,
İstanbul Üniversitesi adını alarak eğitim öğretim faaliyetlerine başladı. Halkın eğitilmesi amacıyla Halkevleri açıldı.
3. TÜRKLERDE HUKUK
A. İLK TÜRK DEVLETLERİNDE HUKUK
1. Hukuk Anlayışı
Hukuk; bireylerin bir arada barış ve güven ortamında yaşamasını sağlamak amacıyla oluşturulan kurallar bütünüdür.
Bir devletin uzun ömürlü olabilmesi hukuk sisteminin adil olmasına bağlıdır. Eski Türklerde yazılı hukuk kuralları yoktu. Töre denilen, nesilden nesile aktarılan kurallar vardı. Orhun kitabelerinde töre kelimesi on bir yerde geçmektedir. Toplumun ve zamanın ihtiyaçlarına göre törede değişiklikler yapılırdı. Töre hükümleri kağanın teklifi ile kurultay
tarafından değiştirilebilirdi. Törenin değişmez hükümleri
ise; adalet, iyilik, eşitlik ve insanlık idi. Kağan dâhil herkes töre hükümlerine uymak zorunda olup, bu da ilk Türklerde kanun üstünlüğünü gösterir.
2. İlk Türk Devletlerinde Hukuki Yapı
Eski Türk devletlerinde temel anlayış halkın adil bir şekilde yönetilmesiydi. Adalet sisteminin başında kağan bulunur ve ölüm dâhil her türlü cezayı verebilirdi. Adli teşkilat, yargu adı verilen siyasi davalara bakan yüksek mahkeme ile adi suçlara (hırsızlık, yalan söylemek vb) bakan yerel mahkemelerden oluşurdu. Xxxxxxx xxxxx, yerel mahkemelere yargan başkanlık ederdi.
Suçlar ağır ve hafif suçlar olarak ikiye ayrılmış olup, isyan, vatana ihanet, adam öldürme, xxxxx xxxxxx kılıç çekme, bazı hırsızlık türleri(bağlı at çalma gibi) ağır suçların cezası
idamdı. Ayrıca suçluların mallarına el konulup diğer aile fertlerinin hürriyetleri de kısıtlanırdı. Bunun yanında hafif
suçlarda mala el koyma, özgürlük kısıtlama, para cezası gibi cezalar vardı.
Aile kurumu Türklerde büyük öneme sahipti. Evlenme
birbirine denk kimseler arasında olur; aile, törenle yapılan bir evlilik ile kurulurdu. Çocuklar babanın velayeti
altındaydı. Eşler arasında mal ayrılığı anlayışı geçerliydi ve kadın kendi mal varlığı üzerinde dilediği gibi tasarrufta
bulunabilirdi. Boşanma genellikle kadın ve erkeğin karşılıklı rızasıyla gerçekleşirdi. Babası hayattayken babasından mal
alarak evlenmiş erkek çocuklarla babasından çeyiz alarak evlenmiş kız çocukları xxxx ve babalarının mirasından pay alamazlardı.
Yazılı belgelerde Kök Türklerde ve Uygurlarda ileri bir hukuk sisteminin olduğunu göstermektedir. Bu belgelerin bir kısmı kamu hukukuna diğerleri ise aile hukukuna aittir.
Uygurlar döneminde yerleşik hayata geçilmesiyle ticaretin gelişmesi, özellikle borçlar ve eşya hukuku alanında
yenilikleri zorunlu hâle getirmiştir. Mal edinme, satış
sözleşmesi, malı ve eşyayı kiraya verme, parayı faize verme, ortaklık kurumu, evlatlık verme, iş sözleşmesi, köle satışı, vakıfname, vasiyetname, ipotek senedi gibi hukuki işlemler bu dönemde başlamıştır.
Sözleşmelerde ilk olarak akdin tarihi, sırasıyla sözleşmeyi yapanların isimleri, anlaşmanın yapılma sebebi ve konusu belirtilmiştir. Borç akitlerinde borcun niteliği, miktarı, ödeme usul ve şartları, faizin miktarı ve ödeme zamanı, kefiller gibi önemli konular yer almıştır.
Türkler, uluslararası anlaşmalara uyulduğu sürece komşularına ve sınırlarına saygılıydılar. Yabancı devlet elçilerinin dokunulmazlığı vardı. Savaşta aman dileyene kılıç çekilmezdi.
B. TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE HUKUK
1. Türk-İslam Devletlerinde Hukuk Sisteminin Gelişimi Türk-İslam devletlerinde de ilk Türk devletlerinde olduğu gibi adaleti devletin temeli sayan bir hukuk anlayışı
hâkimdi. Bu anlayışa göre kanun gücü, her şeyin üzerindeydi.
Selçuklularda hukuk sisteminin dayanakları; Köktürk, Uygur ve Akhun gelenekleri, Karahanlılar ve Gazneliler ile birlikte Abbasilerden alınan uygulamalar, imparatorluğun
asıl kurucusu olan Oğuzların kabile gelenekleriydi.
Xxxxxx Xxx zamanında, Moğolların hukuk ve askerlik
işlerini düzenlemek amacıyla Uygurca yazılan ve kaynağını Türk töresinden xxxx Xxxxxx Yasası (Yasaname-i Büzürg) hazırlanmıştır.
Türklerin İslamiyet’i kabulü ile birlikte hukuk sisteminde değişiklikler yaşanmıştır. Töre ile birlikte Şer’i hukuk da uygulanmaya başlanmıştır.
Şer’i Hukuk; İslam hukuku olup Kuran, sünnet, İcma ve kıyas gibi kaynaklardan çıkarılan hükümlerden oluşurdu. Örfi Hukuk ise Şer’i Hukuka aykırı olmamak kaydıyla halkın örf ve adetleri de dikkate alınarak devlet ve toplum
hayatında yapılan düzenlemelerdi. Hükümdarın Örfi Hukuk alanında kanun yapma yetkisi vardı. Selçuklu Hükümdarı Xxxxxxxx döneminde Örfi Hukuk alanında kanunlar
yapılmıştır.
2. Türk-İslam Devletlerinde Hukuki Yapı
Türk-İslam devletlerinde adli teşkilat iki kısma ayrılıyordu:
a) Şer’i Yargı: Aile, miras, ölüm, ticaret ve vakıfların idaresi konularıyla ilgilenirdi. Şer’i davalara kadılar
bakardı. Kadıların en büyüğü hükümdar tarafından tayin edilen kadi’l-kudat idi ve kadıların tayin ve denetimini yapardı. Kadılar bulundukları yerde merkezi idarenin temsilcisi olan kadılar hukuk alanında uzman kişilerdi. Kadılara, görevlerinde ve aldıkları kararlarda herhangi bir baskı yapılmazdı. Bu durum yargı bağımsızlığına önem verildiğini göstermektedir.
Divan-ı Mezalim başkanlığını hükümdarın yaptığı en yüksek mahkemeydi. İdareciler ve memurlar hakkındaki şikâyetlerin incelenmesi, divan kâtipleri ile vakıfların
denetlenmesi, kadı mahkemelerinde verilen kararların uygulanması, muhtesibin yerine getiremediği kararların
uygulanması Divan-ı Mezalimin görevleriydi. Ayrıca siyasi suçlular ve devlet düzenini bozanlarla birlikte yüce divan sıfatıyla olunan devlet memurları da burada yargılanırdı.
Nizamülmülk Siyasetname’de, kadılık görevinin önemli ve hassas bir görev olduğunu, herhangi bir kişinin mahkemeye gelmemesi halinde makam sahiplerinin kadıya yardımcı
olup bu kişiyi zorla mahkemeye getirmesi gerektiğini gerektiğini ifade etmektedir.
b) Örfi Yargı: Yönetim, askeri, mali konuları kapsardı. Örfi mahkemelerin başında emir-i dad bulunurdu. Ordu mensuplarının davalarına ise kadıasker (kadıleşker)
bakardı.
Türkiye Selçuklularında örfi yargıya darü’ladl denilirdi.
C. OSMANLI DEVLETİ’NDE HUKUK
1. Klasik Dönemde Osmanlı Hukuku
Osmanlı hukukunun oluşumunda İslam hukuku ve örfi hukuk ve fethedilen yerlerin mevcut hukuku etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde kapsamlı şekilde kanun düzenleme çalışmaları Xxxxx Xxxxxx Xxxxxx zamanında yapılmıştır.
Merkezi otoriteyi güçlendirmek için örfi hukuk alanında yönetimle ilgili Kanunname-i Al-i Xxxxx hazırlanmıştır. Kanunnameler şeyhülislam fetvasına dayandırılırdı.
Kanun metinleri(kanunname, ferman, berat, vb) şöyle
hazırlanırdı: sadrazam başkanlığında divan üyeleri toplanır, nişancı konu hakkında bilgilendirme yapar, divanda görüşülüp tartışıldıktan sonra padişaha arz edilirdi.
Xxxxxxxxx onayladığı kanunlar nişancı tarafından mühimme defterine kaydedilirdi. Padişahın tuğrasının çekilmesinden sonra resmiyet kazanır; uygulanmak üzere ait olduğu
beylerbeyi, sancakbeyi veya kadılara gönderilir, böylece yürürlüğe girerdi.
Kanunnameler ve İçeriği:
a) Umumi Kanunnameler
▪ Kanunname-i Xxx Xxxxx: Xxxx, tımar nizamı, sipahi, reaya, mali vergiler vb. konulara ait hükümleri
içermektedir. Fatih Döneminde başlayan bu kanunnameler Tanzimat Dönemine kadar yürürlükte kalmıştır.
▪ Teşkilat Kanunnameleri: Devletin idare organları, protokol esasları, padişahlara ait merasimler ile devlet memurlarının idari suçları ve unvanlarına ait hükümleri içermektedir.
b) Hususi Kanunnameler:
▪ Özel Askerî Gruplara Ait Kanunnameler: Kapıkulu, eyalet askerleri, donanma ve yardımcı kuvvetlerle ilgilidir.
▪ İktisadi Gruplara Ait Özel Kanunnameler: Madenci, pazar yerleri, çiftçilere ve esnaflara yönelik
hazırlanmıştır.
▪ Sosyal Gruplara Ait Hususi Kanunnameler: Savaş esiri olarak alınıp sonra da haslarda istihdam edilen ve ilmiye sınıfı ile ilgili kanunnameler bu gruba girmektedir.
c) Ferman Berat ve Yasakname Tarzındaki Kanun
Hükümleri:
▪ Fermanlar: Padişahın herhangi bir konuda tuğra veya nişanını taşıyan yazılı emridir.
▪ Beratlar: Osmanlı Devleti’nde bir göreve atanan, aylık bağlanan; san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğudur.
▪ Yasaknameler: İdari, askerî ve mali konularla ilgili kuralların çiğnenmesi hâlinde uygulanacak cezaları ihtiva etmektedir. Madenler ve tuzlaların işletmeleri, para dolaşımı, gümrüklerin düzeniyle de ilgilidir.
ç) Sancak Kanunnameleri:
Kanunname-i Xxx Xxxxx’a ait hükümlerin eyalet ve
sancaklara uyarlanmış hâlidir. Her bir sancağın özel durumu ve yerel şartları dikkate alınır. Mesela toprak vergisi, arazinin verimlilik durumuna göre onda birden sıfıra kadar derecelendirilerek alınır.
d) Xxxx Xxxxx ve Tımar Nizamına Ait Kanunlar:
Devlet hazinesine ait arazinin kullanımı ve niteliğiyle ilgili bütün hükümler bu kanunlarla düzenlenir.
e) Adaletnameler: Devlet memurlarının görevlerini kötüye kullanmaları ve kanunlara aykırı hareket etmeleri durumunda, halkı zulme karşı korumak amacıyla
yayınlanmıştır. Kadı, beylerbeyi ve sancak beylerine hitaben yazılan adaletnamelerin halka duyurulması şarttır.
Fetva; bir kanun ya da konunun İslam dinine uygun olup olmadığına dair şeyhülislam tarafından verilen belgedir. Amanname, özellikle gayrimüslimlere verilen padişahın af fermanıdır. Zafername ise bir galibiyetin başka ülke hükümdarlarına duyurulması için padişahın gönderdiği
yazıdır.
2. Osmanlı Devleti’nde Hukuki Yapı
Osmanlı Devleti adalete büyük önem vermiş ve ilk dönemden itibaren adli teşkilatını kurmuştur. Osmanlı Devletinde adliye teşkilatının başında aynı zamanda divan üyesi olan kazaskerler (Anadolu ve Rumeli kazaskerleri) vardı. Kazaskerler kadıları tayin eder ve divandaki duruşmalarda yüksek hâkim sıfatıyla görev yaparlardı.
Medreseden mezun olan kadıların görev süresi 18 ay veya 3 yıldı. Yetki açısından eşit olmakla birlikte derecelerine göre maaş alırlardı. Taht kadılıkları (İstanbul, Bursa ve Edirne), eyalet kadılıkları(mevleviyet), kaza kadılıkları(sancak,
kaza ve nahiye) sınıflara ayrılırlardı.
Xxxx xxxx merkezlerinde hem idareci hem de mahkeme başkanı olan kadılar; şer’i ve örfi davalarda hüküm verir, kişiler arası ihtilafları halleder; miras, ticaret ve nikâh
işlemlerini karara bağlardı. Ayrıca asayişin sağlanması, vakıfların denetlenmesi, vergilerin toplanarak hazineye
aktarılması belediye hizmetleri gibi görevleri vardı. Şer’iye sicilleri; mahkeme kayıtlarının tutulduğu defterlerdi.
Davalar, şikâyetçilerin mahkemeye başvurması ile açılır, şikâyetin kabul edilmesi ile naib tarafından ilk soruşturma yapılır ve sonuç kadıya bildirilirdi. Yargılama; davacı,
davalı ve şahitlerinin huzurunda açık yapılırdı. Kadı verdiği kararı gerekçesiyle birlikte davacı ve davalıya yazılı olarak bildirir, mahkeme kararının bir nüshasını mahkeme siciline kaydederdi. Dava ile ilgili yeni bir delil gösterildiği takdirde daha önce verilen karar değiştirilebilirdi. Davalar
sonuçlandırılır ve hüküm hemen verilirdi.
Divan-ı Hümayun Osmanlı Devleti’nin en yüksek yargı organı olup yargı teşkilatını denetleme yetkisi vardı. Divan bu yetkisini halktan gelen şikâyetler ya da kendi gönderdiği mehayif (gezici) müfettişleri vasıtasıyla yapardı. Valiler,
askeri görevliler, kadılar ve vakıf yöneticilerin
uygulamalarından şikâyetçi olanlar mahalli kadı tarafından yanlış hüküm veriliğine inananlar din, dil, ırk ve sınıf farkı gözetilmeksizin divana yazılı ya da sözlü olarak
başvurabilirdi. Örfi hukuku ilgilendiren şikâyetlere nişancının bilgisinden yararlanan veziriazam; şer’i hukuk alanına girenleri ise kazasker denetlerdi.
Hukuka uygun olmayan durumlarda kadının yargı kararı iptal edilirdi. Mahkeme kararının bozulmasından sonra
xxxxxxxx yeni bir hüküm verir ya da kadının davaya yeniden bakmasını isterdi. Kadının verdiği kararlarda haksızlık çok büyük ise görevinden alınarak ve başka bir kişi görevlendirilirdi. Divan-ı Hümayun’da verilen kararlar
padişaha arz edilir ve onun onayından sonra kesinleşirdi.
Osmanlı Hukukunda Meydana Gelen değişmeler
a) II. Xxxxxx Döneminde Anadolu ve Rumeli ayanları İstanbul’da toplanarak Sened-i İttifak imzalandı. Böylece padişah ayanların varlığını resmen tanıdı ve yetkileri kısıtlandı.
b) Reaya tabiri yerine tebaa(eşit vatandaşlık) kullanılmaya başlandı.
c) Müsadere usulü kaldırılmıştır. Müsadere, yasak edilen bir şeyin kanun gereği elden alınması veya suçlu
görülen bir kimsenin malının devlet tarafından zapt
edilmesi anlamına gelir. Müsadere suç işleyenlere karşı
caydırıcı bir unsur olması düşüncesiyle uygulanmıştır.
Müsadere daha çok; ceza, emniyet tedbiri ve yapılan zararı ödetmede kullanılmıştır.
d) 1838 yılında Ceza Kanunnamesi çıkarılarak belli
suçlara belli cezalar verilmesi sağlandı. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi kabul edildi.
e) Adalet işleri için Nezaret-i Deavi (adalet bakanlığı) kuruldu.
2. Tanzimat Döneminde Osmanlı Hukuku
a) 1839 ilan edilen Tanzimat Fermanı ile padişahın yasama ve yargı yetkileri sınırlandırılarak yargı yetkisi mahkemelere verilmiştir. Mahkemeler herkese açık
tutulmuş, adil yargılamaya özen gösterilmiştir. Fermandan bütün vatandaşların yararlanması öngörülmüş, Müslümanların hukuki ayrıcalığı sona
ermiştir. Şer’i Hukuk yanında Batılı tarzda düzenlenen yeni kanunlar hukuk birliğini daha da parçalamıştır.
Halkın eşit olduğu kabul edilmiş, tebaanın can ve mal güvenliği sağlanmıştır.
b) 1856 Islahat fermanı ile gayrimüslimlerin hakları genişletilerek kanun güvencesi altına alınmış ve Müslümanlarla eşit tutulması amaçlanmıştır. Ancak yabancılara gayrimüslimlere ve yabacılara tanınan haklar hukuk birliğini bozucu nitelikteydi.
c) Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere tanınan haklar;
eskiden tanınan haklar aynen devam etmesi, Tanzimat Fermanı’ndaki ilkelerin her din ve mezhepteki
vatandaşlara uygulanması, zimmîlerin kendi işlerini görebilmeleri için her cemaatin bir kurul seçmesi
zimmîler devlet hizmetine alınması, askerî veya sivil okullara da kabul edilmeleri, ticaret ve ceza davalarında tarafların Müslüman- zimmî, zimmî - yabancı olması durumunda yargılamanın karma mahkemeler önünde ve açıktan yapılmasıydı.
d) Tanzimat döneminde birçok yeni mahkeme kurulmuştur.
e) Tanzimat döneminde ceza, ticaret, arazi ve vatandaşlı kanunları kabul edilmiştir. Avukatlık, noterlik ve
savcılık gibi kurumlar oluşturulmuştur.
f) 21 Nisan 1873’te padişah iradesiyle mahkemelere ait kanunları ve yargı kararlarını yayınlamak amacıyla Ceride-i Mehâkim adıyla yeni bir gazete çıkartılmaya başlanmıştır.
Tanzimat Döneminde Mahkemelerdeki Değişiklikler Şer’i mahkemeler; Tanzimat dönemi öncesinde Müslümanlar arasındaki bütün davalara, gayrimüslimlerin
sadece kamu hukuku alanındaki anlaşmazlıklarına, Osmanlı tebaası ile yabancı devletlerin tebaası arasındaki davalara bakardı. Tanzimat döneminde yetkileri daraltılarak Müslümanların evlenme, boşanma ve miras hukuku ile ilgili davalarına bakmaya başladı.
Cemaat Mahkemeleri; Gayrimüslimlerin davalarına
cemaat mahkemelerinde kendi dinlerinin hukuk kurallarına göre bakılırdı. Bu mahkemelerin yönetimi o dinin cemaat
teşkilatı tarafından yürütürdü. Tanzimat döneminde de aynı hak ve yetkilerini devam ettirdi.
Konsolosluk mahkemeleri; Kapitülasyonlardan yararlanan yabancı devletlerin, kendi vatandaşları arasında çıkan
anlaşmazlıkları çözmekle görevliydi. Kanuni’nin Fransa’ya verdiği ticari imtiyazlarla birlikte kurulmuştu. Tanzimat döneminde de aynı hak ve yetkilerini devam ettirdi.
Nizamiye Mahkemeleri; 1869’da Müslüman ve gayrimüslimlerin davalarına bakmak için kurulan bu mahkemelerin başkanı kadı olup üyeleri Müslüman ve gayrimüslimlerden meydana gelmişti. Hukuk ve cinayet
davalarıyla ticaret mahkemelerinin yetkileri dışında kalan davalara bakardı.
Ticaret mahkemeleri; Osmanlılar ile yabancı ülkelerin vatandaşları arasındaki ticari anlaşmazlıkları çözmekle
görevliydi. 1847’de yabancı üyelerin de katılmasıyla Karma Ticaret Mahkemesi adını almıştı.
3. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Hukuku
a) 1876 yılında Kanun-ı Esasi kabul edilerek Osmanlıda ilk kez anayasal düzene geçildi. Buna göre halkın
seçtiği temsilcilerden oluşan meclis, padişahın yetkilerinden bir kısmına ortak oldu. Ayrıca
vatandaşların hak ve özgürlükleri anayasal güvence altına alındı.
b) Xxxxx Xxxxxx Xxxx başkanlığında bir heyet tarafından İslam hukukuna bağlı kalınarak ilk Osmanlı medeni
hukuku (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye) hazırlandı.
Mecelle, şer’i mahkemelerde 1877- 1926 yılları
arasında hukuki kaynak olarak kullanılmıştır. Bu kanun, şahıs, aile ve miras konularını içermektedir. Adliyede hukuk birliğinin temelini de atmıştır.
c) 1908 yılında II. Meşrutiyet döneminde Kanun-ı Esasi’de önemli değişiklikler yapıldı. Hak ve
özgürlüklerin sınırları genişletildi. Padişahın otoritesi sınırlandırıldı. Yasama yetkisi, padişahın tekelinden çıkarak meclisin eline geçti. Padişahın meclisten çıkan kanunları veto etme yetkisi kaldırıldı.
d) Adli alanda nitelikli eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla 1875 yılında Galatasaray Sultanisi’nin bir şubesi olarak Mekteb-i Hukuk-ı Sultani kuruldu.
Ç. CUMHURİYET DÖNEMİNDE HUKUK
1. Hukuk Alanında Yenilikler
23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin açılması ile halk
egemenliğine dayanan yeni Türk devleti kurulmuştu. 1921 Anayasası’nda hâkimiyetin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu, yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin halk adına TBMM tarafından kullanılacağı belirtilmiştir. Böylece,
egemenlik Osmanlı Hanedanı’ndan TBMM’ye hukuken geçmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ilk hukuki düzenlemeler var olan hukuk düzeninin yenilenmesi
amacına yöneliktir. Bu nedenle 1923 yılında Adalet
Bakanlığı, yürürlükteki kanunların yenilenmesi amacıyla komisyonlar kurmuş, Batılı kanunlar incelenmiş ve
ülkemizin ihtiyaçlarına uyarlanarak yeni kanunlar yapılmıştır.
2. Laik Hukuk Sistemine Geçiş
Cumhuriyet Döneminde tüm vatandaşların kanun önünde
eşitliğinin sağlanması ve diğer inkılâpların da güvence altına alınması amaçlanmıştır. Bu amaçla Avrupa ülkelerinin
medeni kanunları incelendikten sonra İsviçre Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu ile birlikte tercüme edilip düzenlenerek yürürlüğe girdi.
Medeni Kanun’la evlenme, boşanma, miras gibi konularda var olan eşitsizlik giderilmiştir. Kişinin hak ve özgürlükleri güvence altına alınmış, kişinin devlete karşı olan ödevleri yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca resmî nikâhla kurulan modern aile yapısı hedeflenmiştir. Toplumda kadın erkek
eşitliği sağlanmıştır.
3. Anayasalarda Yasama, Yürütme ve Yargı
1921 Anayasası, TBMM’nin varlığını yasal hâle getirmek ve yeni devletin dayandığı temel ilkeleri belirlemek amacı ile ilan edilmişti. 23 maddelik bu kısa anayasa, Kanunu-ı Esasi’yi de yürürlükten kaldırmamıştı. Cumhuriyetin
ilanından sonra 1924 Anayasası kabul edildi ve yeni anayasa Kanunu-ı Esasi’yi yürürlükten kaldırmıştır.
4. TÜRKLERDE EKONOMİ
A. İLK TÜRK DEVLETLERİNDE EKONOMİ
Eski Türk toplumu bozkırlarda göçebe bir yaşam sürdürmüş ve hayvancılık yapmıştır. En çok koyun ve at yetiştirilirdi.
Uygurların zenginleri at eti, diğer insanlar ise koyun ve ördek eti yerlerdi. Kısrak sütünden yapılan kımız, darıdan
yapılan begni-bekni ve boza bilinen içeceklerdi. Sütlü darı, peynir, yoğurt da bozkır yemekleri arasındaydı. Ayrıca Çincede lo adı verilen bir içki Hunlar arasında yaygındı.
Hunlar döneminde açılan Tö-tö kanalı sulamanın yapıldığını göstermektedir. Eski Türklerde çiftçilere tarıgçı veya tandacı denirdi. Tarla ve ekin eski Türkçe kelimelerdendi.
Buğday, arpa, mısır, baklagiller ve kendir gibi sanayi bitkileri yetiştirilmişti. Saban, orak düven gibi tarım aletleri kullanılmıştı.
Kök Türkler ve yerleşik hayata geçen Uygurlarla birlikte tarımın önemi artmıştı. Uygurlar sulama kanalları açmış
üzüm yetiştirmiş pekmez ve şarap imal etmişler ve değirmen işletmişlerdir.
Eski Türklerde giyim eşyasının başlıca malzemesi koyun, kuzu, sığır, tilki ve az miktarda ayı derisi, koyun ve deve yünü ile keçi kılıydı. Türkler ayrıca bez dokur, giyecek için kendir yetiştirirlerdi. Seyahatnamelerde Uygurların kürk ve süslü şapkalar giydikleri, Uygurların samur kürkleri, beyaz keçeleri ve çiçekli kumaşlarının her tarafta ün saldığı
anlatılır.
Eski Türklerde vergi toplama önemli bir iş olup Kök Türklerde tudun, Uygurlarda ağıcı adı verilen vergi memurları vardı. İlk Türk devletlerinde mesken, hayvan ve toprak vergisi olmak üzere üç çeşit vergi toplanırdı.
Eski Türkler silah üretiminde ileri bir teknolojiye sahipti. Özellikle demir madenciliği önemli bir zanaattı.
Ticarete önem veren eski Türkler ticareti geliştirmek için ticaret yolları üzerinde güven ve asayişi sağlamışlar, Bizans ve Çin gibi devletlerle ticaret antlaşmaları yapmışlardı. Xxxx Xxxx’xxx güvenliği için Çin, Sasani ve Bizans devletleriyle mücadele etmişlerdir. Çin’den başlayıp Asya içlerinden Karadeniz ve Akdeniz’e ulaşan İpek Yolu’nda kâğıt, çini,
cam ve ipek temel ticaret mallarını oluşturuyordu.
Bir başka önemli ticaret yolu da Kürk Yolu idi. Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayarak Altay-Sayan dağları
üzerinden Çin’e ulaşıyordu. İpek Yolu’na kuzeyden paralel uzanıyordu. Buranın asıl ticari malları sincap, sansar, tilki, samur, kunduz, vaşak gibi hayvan kürkleri idi.
Doğu Avrupa’da ise VII ve X. yüzyıllar arasında hüküm süren Hazarlar, ticaret yollarının ülkelerinden geçmesi
nedeniyle güven ve asayişi sağlayarak ticareti geliştirmişler ve Xxxxx Xxxxx Çağını yaşatmışlardı.
Ticaret genelde mal takası şeklinde olup; altın, gümüş paralar ile Uygurlarda böz(mühürlenmiş kumaş materyaller) ve kuanpoyu(resmi formatta bez, kumaş) ile çav denilen
kâğıt paralar da kullanılmıştır.
B. TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE EKONOMİ
Türk İslam devletlerinde ekonomi anlayış; israftan kaçınma, devletin üretimden çok denetimle ilgilenmesi, servet ve
mülkiyetin yaygınlaştırılması ve adil gelir dağılımının
sağlanması şeklinde şekillenmiştir. Tarım ve hayvancılıkla birlikte ticarete de önem verilmiş ticaret yollarının
güvenliği sağlanmaya çalışılmış ve özellikle İpek Yolu
üzerindeki şehirler fethedilmiştir. Fethedilen şehirlerin tekrar eski canlılığına kavuşması için kısa süreli vergi
muafiyetleri sağlanmıştır. Mısır’da kurulan Türk devletleri ise Baharat Yolu’nun Akdeniz’e açılan limanlarını kontrolleri altında tutmuşlar ve azami gelir elde edecek politikalar geliştirmişlerdir.
Özellikle Karahanlılar ve Selçuklular bu yollar üzerinde ribat(hem güvenlik hem de ticaret için oluşturulan sınır ve yol üzerindeki yapılar) ve kervansaray inşasına önem
vermişlerdir. Özellikle Selçuklular paraya da önem vermişler, dinar(altın para) ile dirhem(gümüş para) kullanmışlardır.
1. Türk-İslam Devletlerinde İktisadi Kurumlar İkta Sistemi:
İlk kez Hz. Xxxx döneminde oluşturulan ikta sistemi Türk- İslam devletlerinde de uygulanmıştır. Bu sisteme göre fethedilen bölgelerdeki topraklar miri toprak(devlet
toprağı) kabul edilerek asker ve komutanlara asker
beslenmesi karşılığında tahsis edilirdi. İkta sahipleri bu toprağı çiftçiye kiralar aldığı vergi gelirleri ile de asker
yetiştirirdi. Böylece devlet hazineden harcama yapmadan atlı askerlerden oluşan bir orduya (ikta askerleri) sahip oluyordu. Ayrıca boş topraklar üretime açılmış; tarımsal üretim sağlanmış oluyordu. İkta sistemi sayesinde toprağa
bağlı feodal sistem önleniyor, topraklar devlete ait olduğu için büyük toprak sahiplerinin ortaya çıkması
engelleniyordu. İkta sistemi Osmanlılarda tımar(dirlik) olarak devam etti.
Vergi sistemi:
Türk-İslam devletlerinde uygulanan İslam hukuku, vergi sisteminin oluşumunda da belirleyici olmuştur. Türk-İslam devletlerinde vergiler şunlardır:
Zekât; Müslümanların sahip olduğu malların(belirli sayıdaki hayvan, değerli maden ve ticaret eşyası) 1/40’nı
fakirlere vermesidir. Öşür; Müslüman toprak sahiplerinin ürettikleri ürünün 1/10 oranında devlete ödedikleri vergidir. Haraç; gayrimüslim toprak sahiplerinden alınan toprak ve ürün vergisidir. Cizye; gayrimüslim erkeklerden askerlik
yapmamaları karşılığında alınan baş vergisidir. Çift-i avamil ya da çift resmi (çift başına yıllık bir dinardı); çiftçinin
kiraladığı toprak karşılığı ikta sahibine ödediği vergidir. Ayrıca bağlı beylik ve devletlerden, kervanlar, çeşitli iş kolları, tüccarlar ve pazarlardan(bac) alınan vergiler ile maden, tuzla ve orman gelirleri devletin önemli gelir kaynaklarını oluştururdu.
Ahilik:
Selçuklularla başlayıp Anadolu Selçukluları döneminde
zirveye ulaşan bir esnaf örgütlenmesi olan ahilik; bekâr ve zanaat sahibi gençlerden oluşan esnaf dayanışma örgütleridir. Ahilik teşkilatına sadece Müslümanlar üye idi.
Merkezi, Kırşehir kurucusu Ahi Evran’dır. Her meslek grubunun en önemlileri grubun başkanıydı. Şehirde bulunan her meslek grubunun kendi örgütlenmesi(derici, ayakkabıcı gibi) vardı. Usta- çırak ilişkisi içinde esnaf yetiştirilirdi.
Üretim miktarı ve kalitesi ile fiyat kontrolü yapılırdı.
Vakıf Sistemi:
Çeşitli sosyal ihtiyaçların karşılanması ve refahın toplumun her kesimine yayılmasını sağlamak amacıyla kurulan sosyal kuruluşlara vakıf denir. Türk-İslam devletlerinde vakıflara
önem verilmiş ve özellikle Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukluları pek çok vakıf kurmuşlardır.
C. XI - XIII. YÜZYILLARDA ANADOLU’DA EKONOMİK HAYAT
▪ Bu dönemde Türkiye Selçukluları Anadolu’da hâkim olup devlet zirai, ticari ve hayvancılık faaliyetlerini desteklemiştir.
▪ Karadeniz ve Akdeniz deki limanlar alınarak buralara Türk tüccarlar yerleştirilmiş ve buralardaki Latin tüccarlarla ticaret anlaşmaları imzalanmıştır.
▪ Devlet sigortası sistemi getirilerek zarar uğrayan
tüccarların zararları devlet tarafından karşılanmıştır.
▪ Önemli ticaret yolları üzerine kervansaraylar
yaptırılmış ve buralarda ayrım yapılmaksızın herkese ücretsiz hizmetler verilmiştir.
▪ Ancak 1243 Kösedağ Savaşı ile başlayan Moğol
hâkimiyeti döneminde Anadolu’da sosyal ve ekonomik düzen bozulmuştur. Anadolu’da kurulan beylikler
kısman de olsa ekonomiyi canlandırmışlardır. Karamanoğulları geçitlerden; Ramazanoğulları Çukurova’daki tarım, hac ve ticaret yollarından;
Saruhanoğulları ve Xxxxxxxxxxxxxxx gibi beylikler sahip oldukları donanmayla ticaretten; Candaroğulları da
demir ve bakır madenlerinden önemli ölçüde gelir elde etmişlerdir.
Ç. OSMANLI EKONOMİSİ
Osmanlı ekonomisinde klasik dönemde üç ana ilke etkili olmuştur. Bunlar; iaşecilik, fiskalizm ve gelenekçiliktir.
İaşecilik:
Bu ilkeye göre reayanın refahını sürekli kılmak için öncelikle piyasada istenilen kalitede, uygun fiyatta yeteri kadar mal bulunmalıdır. Bu nedenle Osmanlı’da üretime önem verilmiştir.
Gelenekçilik:
Bu ilke sosyal ve ekonomik ilişkilerde mevcut dengeleri(üretim-tüketim dengesi) korumayı ve var olan düzeni bozacak değişme eğilimlerini engelleme eğilimlerini ifade etmektedir.
Fiskalizm:
Bu ilke hazineye ait gelirleri mümkün olduğunca yüksek
tutma ve ulaştığı düzeyin altına indirmemeyi hedefliyordu. Devletin bir yandan gelirlerinin yükseltmesi, diğer yandan harcamaların kısılması olarak özetlenebilir.
Ülke toprakları hanedana aitti ancak bu toprakların
kullanımı reayaya(halk) bırakılmıştı. Devlet, her köylüye geçimini sağlayacak kadar toprağı kullanmasına özen göstermişti. Tarımsal teşkilatlanmayı da tımar sistemiyle gerçekleştirmişti.
1. Klasik Dönemde Ekonomik Yapı
Klasik dönemde Osmanlı mali teşkilatı; merkez maliyesi, tımar ve vakıf sistemleri olmak üzere üç kısımda ele
alınabilir.
a. Merkez Maliyesi:
Gelir-gider hesaplarının tutulduğu bu teşkilatın başında baş defterdar olan Rumeli Defterdarı bulunurdu.
Rumeli ve Anadolu eyaletlerinin dışında kalan yerlerde de baş defterdara bağlı taşra defterdarlıkları vardı. Merkez
maliyesinde çalışan memurlar devletten maaş almaz, kayıtlar ve tescillerden tahsil ettikleri vergi ve harçlardan sağlarlardı.
Osmanlı Devleti’nde önceki İslam hukukunun uygulanmasından dolayı bir taraftan şer’i vergiler
toplanırken diğer taraftan geleneklere dayanılarak konmuş olan örfi vergiler toplanmaya devam etmiştir.
Şer’i Vergiler:
a) Ağıl, ağnam vergisi: Sipahinin arazisine yaptığı ağıl için, ağnam ise koyun ve keçi üzerinden alınırdı.
b) Geçit vergisi: İstanbul dışındaki yerlerde sürülerin
geçitlerden geçişi veya İstanbul’a sevki nedeniyle sürü sahibinden, hayvan başına alınırdı. Miktarı bölgeye göre değişirdi.
c) Otlak, yaylak vergileri: Dışarıdan gelip dirlik
topraklarında koyun ve diğer hayvanların otlatılması üzerine alınırdı.
d) Öşür vergisi: Müslüman toprak sahiplerinin ürettikleri ürün üzerinden 1/10 oranında devlete verdikleri vergidir.
e) Dönüm vergisi: Reayadan sipahilere tahsis edilmiş olan topraklarda bulunanlardan, ekip biçtikleri yerlerin dönümüne göre yıllık olarak alınan vergilerdi.
f) Çift hane vergisi: Müslüman reayadan, bir çift öküzün işleyebileceği büyüklükteki çiftlik karşılığında alınırdı.
g) Çift bozan vergisi: Toprağını izinsiz olarak terk eden veya üç yıl üst üste ekmeyen çiftçilerden alınan vergidir.
h) Tapu vergisi: Üzerine bina, harman vb. yapılan mirî arazinin ziraattan alıkonulması nedeniyle alınırdı.
i) İhtisâb vergisi: Şehir ve kasabaların pazar ve panayır yerlerinde alınırdı.
j) Cizye vergisi: Gayrimüslim erkeklerden askerlik yapmamaları karşılığında alınan baş vergisidir.
k) İltizam vergisi: Devlete ait bazı gelirleri tahsil etme yetkisinin verilmesi karşılığında alınan bedeldi.
l) Maden, gümrük vergileri: Devletin madenleri işleten kişilerden aldığı vergiydi.
m) Haraç vergisi: Gayrimüslim toprak sahiplerinden alınan toprak ve ürün vergisidir.
Örfi Vergiler:
a) İmdadiyye-i seferiyye vergisi: Hane reislerinden savaş harcamalarını karşılamak için tahsil edilirdi.
b) İmdadiyye-i hazariyye vergisi: Hane reislerinden savaş olmayan zamanlarda ihtiyaç doğması hâlinde personel ücretleri ve benzeri için alınırdı.
c) İâne-i cihâdiyye vergisi: Hane reislerinden savaşa yardım için alınırdı.
d) Derbent resmi: Tüccarlardan geçtiği kapılarda, geçitlerde vb. yerlerde bulundurulan bekçilerin
ücretleriyle, han ve köprülerin yaptırılması, korunması masraflarına karşılık alınırdı.
e) Kürekçi xxxxxx xxxxxxx: Hane reislerinden gemilerde kürek çeken ve yelken açıp toplayanların ücretlerinin ödenmesi için tahsil edilirdi.
f) İzn-i sefine vergisi: Yabancı tüccarlardan Karadeniz ve Akdeniz boğazlarından geçen tüccar gemilerine verilen izinlere karşılık alınırdı.
g) Avarız vergisi: Büyük felaketler ve savaşlar gibi
olağanüstü durumlarda alınan vergidir. Zamanla sürekli vergi haline getirilmiştir.
b. Tımar Sistemi:
Osmanlı mali sisteminde tımar, bir kısım asker ve memurlara geçim, hizmet ve masraflarına karşılık belirli bölgelerin vergi kaynaklarının tahsis edilmesidir. Topraklar gelirlerine göre üç kısma ayrılardı:
Has; yıllık geliri 100.000 akçeden fazla olan dirliklerdir. Padişaha, hanedan üyelerine, veziriazama, beylerbeyine, sancak beyleri ve üst düzey devlet görevlilerine verilirdi. Zeamet; gelirleri 20.000- 100.000 akçe arasında olan dirliklerdir. Eyalet merkezlerinde oturan üst düzey
yöneticilere (hazine ve tımar defterdarlarına, sancaklardaki alay beylerine, kale dizdarlarına, divan kâtiplerine ve benzeri) verilirdi. Tımar ise; senelik gelirleri 3.000- 20.000 akçe arasında olan dirliklerdir. Osmanlı Devleti ne hizmeti olan bir bölüm asker ve memurlara verilirdi.
Tımar topraklarının devlet malı olmasından dolayı miras bırakılması ya da devredilmesi yasaktı. Toprak sipahinin ve köylünün elinden keyfi olarak alınamazdı. Sipahi-reaya
ilişkisi kanunla belirlenmişti. Sipahi ve diğer dirlik sahipleri tımar sisteminin sürekliliğini sağlamakla mükellefti. Reayası kaçan sipahi, gelirini kaybederdi. Bu nedenle reayanın
toprağı terk etmesi yasaktı. Sipahi kadının emri gereğince köylüsünü 15 yıl içinde toprağa dönmeye zorlayabilirdi.
Köylü kentte iş bulmuşsa sipahiye çiftbozan vergisi ödemek zorundaydı. Köylü toprağı başkasına
devretmek isterse sipahi yeni durumu onaylar ve toprağın
tapusunu yeni sahibine verirdi. Kuralları ihlal eden sipahinin toprağı elinden alınırdı. Köylü ise sipahinin evini yapma, ambarını yapma, bir günlük yürüyüş mesafesindeki pazara sipahinin ürününü götürüp taşıma, sipahinin çayırını biçme gibi görevleri vardı.
c. Vakıf Sistemi:
Türk-İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlılarda da
servetin toplumun tüm kesimlerine eşit olarak yayılması ve halkın temel ihtiyaçlarının karşılanmasına önem verilmiştir.
Bunu gerçekleştirmek için özellikle vakıflar sosyal refahı arttırmak için önemli yatırımlar yapmışlardır. Vakıflar yaptıkları bu işlerde vergi vermemişlerdir. Faaliyetlerini gerçekleştirmek için nakit para bağışı, kira getiren bir
gayrimenkulün bağışlanması, vakfedilen arazinin ekilmesi gibi farklı yollardan gelir elde etmeye çalışmışlardır.
Vakıflar ekonomide düzenli ve muazzam bir para akışının gerçekleşmesini sağlamışlardır.
2. Üretim Yapısı
Osmanlı Devleti iaşe ilkesi gereği ihtiyaç duyulan her türlü malın karşılanması için tarımsal ve sınaî üretime büyük önem vermiştir. Toprakların mülkiyeti devlete aitti. Devlet elindeki toprakları tımar sistemi içinde köylüye işletirdi.
Hububat üretimi, bağcılık, bahçecilik ve sebzecilik yatırırdı. Devlet, tarım ürünü arzını yüksek tutmak ve fiyat istikrarını sürdürmek için zaman zaman ihraç yasakları koyardı.
Konargöçerlerin esas geçim kaynağı mera hayvancılığı idi.
Xxxxx, keçi sığır, manda, at, katır gibi hayvanlar da
beslenirdi. Ulaşım için deve, at, katır, eşek gibi hayvanlara da talep artmıştı.
XVII. yüzyılda çıkan Celali isyanları, savaşlar ve benzeri sebepler köylülerin topraklarını terk etmelerine tımar
sisteminin bozulmasına sonuçta üretimin düşmesine neden oldu.
b. Sınai Üretim
Osmanlı Devleti’nde sanayi küçük işletmelerden oluşmuş olup esnaf teşkilatının(lonca) elindeydi. Loncalar üretilen malın miktarı, kalitesi ve fiyatının belirlenmesinde söz sahibiydi.
Devlet ticaret serbestîsini benimsemesine karşılık ülke için büyük önem taşıyan buğday, tuz gibi gıda maddeleri; deri, pamuk ve pamuk ipliği gibi sanayi ham ve yarı mamul maddeleri ile silah, top, gülle, barut gibi savunma araçlarının ihracını yasaklamıştı.
Tarım ve Hayvancılığa Dayanan Sanayiler
Dokuma sanayi, lifli bitkileri (keten, kenevir, pamuk vb.) ham madde olarak kullananlar, yünlü kumaş üretenler ve ipekli dokumacılar olmak üzere üç kısımda ele alınabilir.
Lifli bitkilere dayalı üretim Batı, Orta ve Güneydoğu Anadolu’nun ve Suriye’nin pamuklu dokumaları oldukça
tanınmıştı. Ege, İstanbul ve Kastamonu çevresinde gelişmiş bir keten dokuma sanayi vardı. Bursa ve Bilecik ipekli dokuma ve kadife merkeziydi. Ayrıca Bursa alacası,
peştamal, nefti, mavi bez, çeşitli renklerde kadifeler, kutni denen pamuklu-ipekli kumaş Bursa’nın ünlü kumaşları
arasındaydı. Yine Bursa’da altın (sırma) ve gümüş telli (sim) kumaşlar dokunmaktaydı. İstanbul’da basma imalathaneleri bulunuyordu. Fener Tahta Minare’de iltizamla işletilen bir
çuha fabrikası vardı. Burada 1720’den sonra kalın ipekli kumaş da dokunmuştur. İstanbul’da XVIII. yüzyılda üstün kaliteli ipekli dokuma sanayi gelişmişti.
Deri sanayi İstanbul, Edirne, Kayseri, Ankara, Bursa, Konya gibi şehirlerde nemli bir yere sahipti.
Halıcılıkta bu dönemde Uşak, Gördes, Kula, Milas, Lâdik meşhurdu. Buralarda dokunan halılar Avrupa’da büyük talep görmüştür. Yünlü dokuma(sof), Ankara ile çevresinde
yapılıyordu ve büyük bir iç ve dış talep vardı. XVIII. yüzyılda Ankara civarında tiftik sofu üretimi devam etmiş
ve dışarıda da yüksek talep görmüştü. Selanik’te de çuha ve
keçe üretilmekteydi.
Dericilik ve dokuma sanayindeki gelişme, boyacılığın da gelişmesini sağlamıştı. Hatta Avrupa’nın lüks kumaşları Bursa ve diğer şehirlerdeki boyahanelerde boyanıyordu.
XVII. yüzyılda uzun süren savaşlar ve Celali isyanları tarımla birlikte sanayii de olumsuz etkilemiştir. Birçok tezgâh kapanmış üretim azalmıştır.
Madencilik ve Xxxxx Xxxxxx
Maden işlemeciliği tarım aletleri, ev gereçleri ve savaş malzemeleri üzerine yoğunlaşmıştı. Savaş ihtiyaçları
sebebiyle gülle döküm fabrikaları açılmış ve savaş gemisi yapımı yoğun bir tempoda sürdürülmüştür.
XVII. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa topları teknik açıdan Osmanlı toplarından üstündü.
3. Tüketim
Osmanlı Devleti’nde geliri çok olan insanlar tüketime daha fazla yönelmişlerdir. Şehirlerde yaşayanların tüketim
alışkanlıkları köylere oranla çok çeşitli ve fazlaydı. Başkent İstanbul, tüketimin en yoğun olduğu yerdi. Kalabalık nüfusu beslemek için Anadolu’dan ve Rumeli’den un, et, tahıl gibi temel gıda maddeleri düzenli olarak İstanbul’a getirilirdi.
Osmanlı Devleti’nde dış ülkelerden gelen lüks malların tüketimi XVII. yüzyıldan itibaren, artmaya başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nde ihtiyaç malları ve ham maddeler
şehirlerdeki kapan adı verilen toptancı hallerine getirilir, burada kapan eminleri tarafından eşit olarak satıcılara ya da imalatçılara dağıtılırdı. Böylece bir malın üretim safhasından satış noktalarına kadar tek elden dağıtımı sağlanıyor ve
aracısız olarak tüketiciye ulaştırılarak fiyat artışı engelleniyordu.
4. Ticaret ve Ulaşım Sistemi
Osmanlı Devleti güvenli bir piyasa ortamının oluşması, serbest ticaretin, transit ve dış ticaretin gelişmesi için
ticaretin denetimi ve yol güvenliğinin sağlanmasına çalışmıştır. Ticari faaliyetlerde tekelci eğilimlerin güçlenmesine, üretici ve tüketiciyi zarara uğratacak durumların ortaya çıkmasına izin verilmezdi.
Dış ticarette devlet denetimi, dışarıya altın ve gümüş çıkışının yasaklanması bazı stratejik malların (pamuk,
demir, kurşun, hububat, kalay, çelik, barut vb) ihracının
yasaklanması, para darlığına neden olduğu için ithal edilen altın ve gümüş üzerinden gümrük alınmaması şeklinde bir politika izleniyordu.
Osmanlı toprakları, Doğu ve Batı ekonomilerini birbirine bağlayan İpek ve Baharat yollarının üzerinde bulunuyordu.
Bu nedenle Osmanlı devlet adamları ticari vergileri artırmak ve mal kıtlığı yaşamamak için kapitülasyonlar vermişlerdi.
Kapitülasyonların verilmesinin bir başka nedeni de
uluslararası yeni ticaret yollarının keşfi ile XVI. yüzyılda okyanuslara kayma eğilimine giren Avrupa transit ticaretini Akdeniz’de tutma düşüncesiydi.
a. Deniz ve Nehir Ulaşımı
Osmanlılar, kuruluş döneminden itibaren sınırların
genişlemesine paralel olarak su ve deniz yollarını da ele
geçirmişler İstanbul’un fethinden sonra denizciliğe daha çok önem vermişlerdir. Sınırların en geniş olduğu dönemlerde Karadeniz, Marmara, Kızıldeniz gibi iç denizlerin yanı sıra Akdeniz ve Basra Körfezi’nde de büyük ölçüde hâkimiyet sağlandı. XVI. yüzyılın ikinci yarısında Don-Volga Kanal projesi ile İpek Yolu’nun canlandırılması hedeflenmişti.
Ticaret yolları savaş malzemesi naklinde de kullanılıyordu. Karadeniz limanları (örneğin Trabzon) İran’da savaşan ordulara Tuna buğdayının veya Macaristan’da savaşan ordulara Kiğı (Bingöl) demiri ve top güllesinin
ulaştırılmasında önemli bir araçtı.
b. Kara Yolu Ulaşımı
Osmanlılar, Bizans ve Selçuklulardan devraldıkları yol, kervansaray, köprü gibi bayındırlık tesislerini koruyup geliştirmiştir. Ayrıca yeni fethedilen Rumeli’de birçok
kervansaray, han, köprü, imaret, misafirhane yaptırılmış ve bunlar da zengin vakıf gelirleriyle finanse edilmiştir. İç
ulaşımda da deve ve tekerlekli araçlar yaygın olarak kullanılmıştır.
Yol ağı üzerindeki menziller arasında at, katır ve deve kervanları seferler yapmasına imkânlar hazırlanmıştı. Menzil teşkilatı yol ağı üzerinde, taşımacılığın en hızlı şekilde yapılmasını sağlardı. Yol üzerinde belirli
mesafelerde menzil denilen dinlenme yerleri vardı. Burada at değiştirilirdi. Menzil örgütü haberleşmeyi de sağlardı.
Ayrıca buralarda taşımacılığı meslek edinmiş Mekkâri taifesi, özel ulaşım ve ticari mal naklini üstlenmişlerdi.
Ulaşım güvenliğinin sağlanması için derbent teşkilatı
oluşturulmuş, Anadolu’da ve Rumeli’de binlerce aile, avarız vergilerinden muaf tutularak bu işle görevlendirilmiştir.
Osmanlı ekonomisinde tüccarlar niteliklerine göre üç gruba ayrılmıştı: Tacir-i mütemekkin (sermayedarlar) malı ucuz ve bol olduğu dönemde depolayıp fiyatlar arttığında satıp kâr ederdi. Tacir-i seffar, bir bölgeden malın fiyatının yüksek olduğu başka bir bölgeye mal taşıyarak kâr ederdi.
Bir de belli bir yerde mal gönderebileceği güvenilir
temsilcileri bulunan ve bu yolla ticaret yapanlar vardı.
5. Para ve Finansman Sistemi
Osmanlı ekonomisi de madenî para sistemine dayanıyordu.
Ülkedeki altın ve gümüş miktarının değişmesi ekonomik dengelerin bozulmasına yol açıyordu. Bu sebeple ülkeye kıymetli maden girişi teşvik edilmiş çıkışı ise
yasaklanmıştır. Maden darlığı durumunda paranın içindeki bakır oranı çoğaltılarak (kızıl akçe) veya paranın kenarları kırpılarak (tağşiş) devalüasyon gerçekleştiriliyordu. Osmanlı akçesinin ayarı XVII. yüzyıldan itibaren sürekli düşmüştür.
Osmanlı Devleti’nde paranın basıldığı darphaneler üçer senelik dönemler için iltizam yöntemiyle kiraya verilirdi. Sikke kalıpları, mahallî darphanelere İstanbul’dan gönderilirdi. Ulaşım ve nakliye imkânlarının kısıtlı
olmasından dolayı birçok şehirde (Bursa, Edirne, Amasya, Erzurum, Konya, İzmir, Serez, Sofya, Şam, Bağdat, Tiflis, Mısır, Tunus ve Cezayir) darphane açılmıştı.
Osmanlılar XIX. yüzyıla kadar madenî para (sikke)
kullanmışlardı. Osmanlılar akçe (gümüş), mangır (bakır),
altın para (sikke-i hasene ve sultani) kullanmışlardır.
Piyasadaki diğer sikkelerin değerleri akçeye göre
belirlenirdi. (başlangıçta 1 altın 60 akçeydi). Zamanla içeride ve dışarıdaki iktisadi şartların değişmesiyle akçe değer kaybetti ve XVIII. yüzyılda kullanılmaz oldu.
Muhasebe kayıtlarında para, günlük yaşamda ise daha çok kuruş ve altın kullanılmaya başlandı.
Tanzimat döneminde 1839’da kaime adlı kâğıt para
çıkarıldı. 1844’te 20 kuruş değerinde mecidiye adıyla yeni para çıkarıldı.100 kuruş bir Osmanlı lirası olarak belirlendi ve temel para birimleri kuruş ve mecidiye oldu.
6. Esnaf Birlikleri
Osmanlı ekonomisinde, geçimini ticaret ve zanaatla
sağlamak, bir dükkân açmak gedik denilen bir işletme iznine tabiydi. Esnaf ve sanatkârlar loncalar hâlinde
teşkilatlanmıştı. Gedik sahibi ölünce dükkân evladına
kalırdı. Evladı yok ise veya baba mesleğini terk etmiş ise o gedik devlete kalmış sayılır ve lonca tarafından, layık görülen bir kalfaya devrolunurdu. Her loncanın lonca
mensuplarının seçtiği bir piri (reisi), yiğitbaşısı (güvenlik
amiri) ve kâhya veya kethüdası (loncanın hükümetle olan münasebetini temin eden kişi) vardı.
Her loncanın bir tasarruf sandığı vardı. Lonca mensupları (gedik sahibi, kalfası, çırağı, ustası ve amelesi) kazancının yüzde bir veya ikisini bu sandığa yatırmak zorundaydı.
Herhangi bir felaket veya ihtiyaç durumunda sandık borç verirdi. Kethüdaların yevmiyeleri bu sandıktan ödenirdi. Sayısı az olan esnaf, daha kalabalık bir esnaf zümresine yamak adıyla bağlanırdı. Mesela uncular, un elekçileri, buğday çalkayıcılar, kalburcular ve nişastacılar
değirmencilerin yamağı sayılmıştı. Aynı işle meşgul olan esnaf genellikle bir büyük han içinde yahut bir çarşıda (İstanbul’da Saraçhane, Mısır Çarşısı gibi) toplanırdı.
Ahi ahlakının bazı kuralları; işinde ve hayatında doğru ve güvenilir olmak; sözünü bilmek ve sözünde durmak, hizmette ayırım yapmamak, yaptığı iyilikten karşılık
beklememek, tatlı dilli güler yüzlü olmak; dostluğa önem vermek, tevazu sahibi olmak, dedikoduyu terk etmek, komşularına iyilik etmek, başkasının malına hıyanet
etmemek, sabırlı, cömert olmak, sır saklamak; maiyetinde ve hizmetindekileri korumak ve gözetmekti.
7. Narh Sistemi
Narh eksik rekabet şartlarından dolayı fiyatlara müdahale
edilmesidir. Osmanlı narh uygulamasında temel ölçü, arz ve talep dengesini sağlamak ve tekelleşmeyi önlenmekti.
Özellikle zirai ürünlerde arz şartlarının çok değişken olması fiyatlara müdahale edilmesini zorunlu hale getirmiştir.
Talebin arttığı Ramazan ayı öncesinde fiyatlar yeniden tespit edilirdi. Muhtesibin onayladığı narh defteri her ay İstanbul şehreminine teslim edilirdi.
Narh fiyatları, kuraklık, ulaşım zorlukları, harp, abluka gibi sebeplerden dolayı üretimin azalması sonucu arzda bir
daralma olduğunda narh fiyatları yükseltilir, arzın
genişlemesi hâlinde düşürülürdü. Akçenin değer kaybetmesi veya kazanması da narh fiyatlarını etkilerdi.
Narhların tespitini kadıların başkanlığında kurulan komisyonlar yapardı. Fiyat tespit komitesi, ilgili esnafın şeyh, kethüda, yiğitbaşı, ehli hibre gibi yönetici ve
uzmanlarıyla halkın temsilcilerinden oluşurdu. Ortalama kâr,
% 10- 20 arasında değişmekteydi. Gerekli belgelerle tespit edildikten sonra kadı sicillerine geçirilir, esnaf ile halka ilan olunurdu. Narh, toptancı ve perakendeci için ayrı ayrı tespit edilirdi.
Ürünlerin kalite denetimi ve standardizasyonu kadı sicillerine kaydedilir ve denetlenirdi. Kaliteyi bozanlar ve mesleklerinde ehliyetsiz olanlar takip edilerek
cezalandırılırdı.
8. Osmanlı Ekonomisinde Meydana Gelen Değişmeler
XVI. yüzyılın sonlarından itibaren yapmış olduğu yoğun
savaşlar, Celali isyanlarıyla Anadolu’da üretimin düşmesi ve taşrada devletin etkinliğini kaybetmesi sonucu toplanan
vergilerin azalması gibi nedenlerden dolayı ortaya çıkan bütçe açıkları tağşişlere neden olmuş ve enflasyon yükselmiştir. 1580’deki ilk büyük devalüasyonun ardından 1600’de ikinci devalüasyon yapılmış bu durum aralıklarla 1648’e kadar sürmüştür.
Osmanlı Devleti’nin mali bunalım yaşamasının en önemli iç nedenlerinden tımar sisteminin bozulmaya başlamasıydı.
Nüfuzlu kişilerin kanunlara aykırı olarak tımar ve zeametleri kendi çevrelerine vermeleri, fetihlerin durması aşırı nüfus artışı ve toprak yetersizliği, tımarların dağıtımındaki
usulsüzlükler tımarların zamanla vakıf veya özel mülkiyete geçmesi bu sistemin bozulmasına neden olmuştur.
Ayrıca ateşli silahlara sahip Avrupa ordularına karşı tımarlı sipahilerin yetersiz kalmaları, devletin merkezî ordu kurmak istemesine neden olmuştur.
Devletin gelirlerini merkezde toplamak amacıyla tımarları yüksek bedeller karşılığında iltizama vermesi tımar
sisteminin çözülüşünü hızlandırmıştır.
Devletin XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra ekonomide nakit ihtiyacının artmasıyla vergi gelirlerini merkezî
hazinede toplama çabaları merkezden uzak eyaletlerde uygulanan iltizam sisteminin yaygınlaşmasına neden oldu. Daha sonra malikâne sistemi geliştirilerek 1695 yılında bir ferman ile yürürlüğe konuldu.
Mukataa (İltizam) Sistemi: Devlete ait mukataa denilen işletmeler (maden, orman, tuzla, arazi) üç yıllığına mültezime kiralanırdı. Devlet süre dolmadan mukataayı
daha yüksek bir meblağa almak isteyen başka bir girişimciye de devredebilirdi. Mukataalar ihaleye çıkarıldığında devlet, girişimciden kendisine daha önceden saptanmış bir miktarın ödenmesini istiyor, bunun karşılığında da mültezimi
toplayacağı vergi konusunda serbest bırakıyordu. Sistem, gelir toplama konusunda oldukça yavaştı.
Malikâne Sistemi: Bu sistemde mukataa malikâneciye ömrü boyunca kiralanmıştır. Buna karşılık girişimci devlete iki ayrı ödeme yapıyordu: İlk ödeme bir kereye mahsus olan ve muaccele denilen yüksek bir meblağdı. İkincisi ise her
yıl ödenen daha az bir meblağ idi. Muaccele meblağları, iltizamda olduğu gibi açık artırmayla, mal meblağları ise devlet tarafından belirleniyordu.
Girişimci öldüğünde devlet malikâneyi yeniden açık artırma yöntemiyle satabilirdi. Xxxxxxxxci hayatta iken malikânesini üçüncü şahıslara satabilirdi. Devlet bu satış işleminden
muaccele miktarının % 10’unu vergi olarak alırdı.
Devletin mukataayı süresi dolmadan daha yüksek bir bedel karşılığında başka bir girişimciye devretme hakkına sahip olması, vergi kaynağının kontrol süresinin belirsiz olmasına dolayısıyla mukataanın mültezim tarafından aşırı ölçüde sömürülmesine yol açmıştır.
Malikâne sistemi XVIII. yüzyıl boyunca devam etti. Ancak 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın getirdiği ağır yük
nedeniyle1775’te esham adı verilen senetler piyasaya sürülerek iç borçlanma süreci başladı. Esham sisteminde mukataaların yıllık kârları paylara ayrılarak bu paylar satılırdı.
Coğrafi keşifler sonunda sömürgelerden gelen kıymetli madenler (özellikle gümüş) Avrupa’dan sonra Osmanlı
topraklarında da hızla yayıldı. Avrupalı tüccarlar aldıkları mala karşılık merkantilist anlayışla altın yerine gümüşle
hatta mal ile ödeme yapıyorlardı. Ülkede gümüşün bol, ucuz ve kolay bulunur olması ülkede pek çok maden ocağının
kapanmasına sebep oldu.
Ekonomik dengelerin bozulmasıyla güç durumda kalan devlet daha hafif akçe basmak suretiyle 1584’te büyük devalüasyonu gerçekleştirmek zorunda kaldı.
XVI. yüzyılda Avrupa’da fiyatların artması ham maddenin daha ucuz bir şekilde Osmanlıdan temin edilmesine bunun da Osmanlı Devleti’nde fiyatların artmasına, para değerinin düşmesine (enflasyona) neden olmuştur.
Doğu ticaret yolları hemen önemini kaybetmedi, Osmanlıların Basra Körfezi ve Hint Denizi’nde
Portekizlilerle mücadelesi, bu eski ticaret yolunun tamamen önemini kaybetmesini önlemiştir. Baharat Yolu bir yüzyıl daha Lizbon’la rekabet etmiştir.
9. Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme Dönemi
XIX. yüzyılda iyileşen yaşam şartları ve göçler ile nüfus artmış ekonomik yapıdaki değişim kentleşmeyi de
hızlandırmıştır.
Tüketim:
Ekonomik koşullardaki değişim özellikle dış borçlanma, tüketim alışkanlıkları ve giyim kuşamdaki değişimi de
hızlandırdı. İthal ürünler zenginler arasında olduğu kadar halk arasında da kullanılmaya, hayat tarzı ve tüketim
eğilimleri her alanda görülmeye başladı. Artık yeni tüketim mekânları, farklı eğlence biçimleri yeni hitap tarzları, giyim ve modada Avrupai yaşam tarzı özellikle başkentte Osmanlı tebaası arasında yayılmaya başladı.
Bu süreçte geleneksel tüketim mekânlarına (bedesten, arasta, pazaryeri gibi) karşılık Batılı ve çok çeşitli ürünleri içinde barındıran alışveriş merkezleri ortaya çıktı.
Ticaret:
Kapitülasyonların erken dönemlerde iç üretim üzerinde olumsuz etkileri görülmemişti. Kapitülasyonlara rağmen iç imalat ve üretim yabancı mallara karşı uzun süre başarıyla rekabet etmişti. Kapitülasyonların olumsuz etkisi Sanayi İnkılâbı ortaya çıktıktan sonra XIX. yüzyılın ortalarına doğru görülmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti, Avrupa
devletlerinin önemli bir pazarı ve sanayileri için de gerekli ham madde kaynağı olan bir ülke hâline geldi. Devlet hem serbest dış ticaret antlaşmaları hem de yabancı sermaye
yatırımları ve dış borçlanma ile Avrupa devletlerinin denetim ve nüfuzu altına girdi.
Bu bağlamda 1838’de İngiltere ile yapılan Balta Limanı Ticaret Antlaşması ve daha sonraki tarihlerde imzalanan benzerleri, Osmanlı pazarlarının ve hammaddelerinin Avrupalı tüccar ve sanayicinin çıkarları doğrultusunda dış ticaret açılması için hukuki çerçeveyi hazırlamıştır.
Sanayi:
Avrupa’daki Sanayi İnkılâbı sonrasında rekabet gücünü kaybeden Osmanlı tarımsal ve sanayi işletmeleri bilgi,
teknoloji ve sermaye birikiminin yetersizliği gibi nedeniyle çöküş sürecine girmiştir.
Osmanlı Devleti bu süreçte ithal ürünlerden aldığı vergiyi artırmış ancak kapitülasyonlar nedeniyle bu tedbirden
istenilen sonuç alınamamıştır. Ayrıca askerî giderlerden tasarruf sağlanması ve paranın yurt dışına çıkışının önlenmesi için büyük sanayi kuruluşları kurulmuştur.
Sanayinin eleman ihtiyacını karşılamak için eğitime önem verilmiş ve Avrupa’dan getirilen ustalarla, modern
teknolojinin yerli usta ve işçilere öğretilmesine çalışılmış, yurt dışına öğrenci gönderilmeye başlanmıştır.
Bu dönemde açılan fabrikalara; Feshane, İzmit Çuha Fabrikası, Veliefendi Basma Fabrikası, Hereke Kumaş Fabrikası, Bursa İpek Fabrikası, Zeytinburnu Demir Fabrikası örnek gösterilebilir. Bu faaliyetlerden başka 1860’lı yılların ortasında kurulan Islah-ı Sanayi Komisyonu 1873’e kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu komisyonun teşviki ve birçok kişinin sermaye katmasıyla sanayi şirketleri kurulmuştur. Özel sermayeye destek
verilerek 1897’de çıkarılan teşvik kanunu ile yeni kurulacak fabrikalar on yıl vergiden muaf tutulmuştur. Meşrutiyetle
birlikte sanayide en büyük yatırım demiryolu inşasına yapılmıştır.
Tarım:
Tanzimat Döneminde tarım üretimini artırma, ürünleri
çeşitlendirme, dış talebi olan tarımsal üretiminin teşviki, yerli sanayi ham maddelerinin içerde üretilmesi ve ziraatın modernleştirilmesi için Ziraat ve Sanayi Meclisi, Ziraat Meclisi ve Nafia Hazinesi kuruldu. 1858 Arazi Kanunnamesi ile toprak mülkiyeti pekiştirildi. Zirai
eğitim ve uygulama kurumları oluşturuldu. Gerekli yolların yapılması ve nehirlerin ulaşıma elverişli hâle getirilmesi, kredi dağıtılması, vergi yükünün hafifletilerek bölgeler ve kişiler arasında dağılımının adil hale getirilmesi için
programlar hazırlandı.
Üretim alanlarını genişletmeye, ticari değeri yüksek ürün üretmeye, modernleşmeye yönelik teşvik tedbirleri
uygulanarak geçici vergi ve gümrük muafiyetleri sağlandı. Zirai ürün ticareti serbestleştirildi. Uygulanan bu ziraat politikaları Osmanlı ülkesinde ham maddenin ucuz olması nedeniyle Avrupa’dan zirai ürünlere gelen talep, tarımda genişlemeye yol açmıştır. Böylece Osmanlı ülkesinde
yapılan tarım özellikle Avrupa devletlerinin ham madde ihtiyacını karşılayacak üretime dönüştü.
Yabancı Yatırımlar:
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yabancı sermaye
yatırımları arttı. Bu yatırımlar daha çok demiryolu, limanlar, fenerler, su, havagazı, tramvay, elektrik hizmetleri ve
madencilik gibi alanlarda yoğunlaştı.
Ulaşımda İstanbul başta olmak üzere İzmir, Selanik, Şam ve Beyrut gibi büyük şehirlerde toplu taşıma işletmeleri
faaliyete geçti. Taşımacılık ilk Osmanlı anonim şirketleri olan kurulmaya başlandı. 1843’te Fevaid-i Osmaniye
Vapur Kumpanyası daha sonra Xxx, Xxxx ve Xxxxxx xxxxxxx tarafından Şirket-i Hayriye(1851- 1945) kuruldu. 0000’xx Xxxxxxxx Xxxxxxx Şirketi kuruldu.
Osmanlı ülkesinde demiryolları 1860’lardan itibaren
hizmete girdi. Osmanlı Devleti’ndeki gerekli teknoloji ve finansman yetersizliği nedeniyle demir yolları
Avrupalı devletler tarafından inşa edildi. Osmanlı Devleti demiryolu yatırımıyla iç güvenliğin sağlanması, idarenin gücünün ülkenin uzak bölgelerine kadar ulaştırılması, savaş dönemlerinde cepheye asker ve malzeme sevk edilebilmesi
ve tarımsal vergilerin az kayıpla tahsil edilebilmesini amaçlıyordu. Yine demiryolları ulaşım maliyetlerini düşürerek yeni alanların zirai üretime ve piyasaya açılmasını sağlayabilirdi.
Devlet bu nedenlerle yabancı sermaye şirketlerine demir yolu imtiyazı veriyor ve onlara her yıl kilometre garantisi vererek ek ödeme yapmayı taahhüt ediyordu. Bu garanti, demir yolu geçen vilayetlerin aşar gelirleri idi.
İngiliz, Fransız, Avusturyalı, Belçikalı ve Alman sermayedarlar için demiryolları kârlı bir yatırımdı.
Güzergâhların geçeceği araziler üzerindeki taş ve maden ocakları bedelsiz olarak şirketlere devrediliyordu. Bu
nedenle yabancılar yer altı ve yer üstü kaynaklarından daha fazla faydalanmak için gerekmediği hâlde S şeklinde
güzergâhlar çizmişlerdi.
Ayrıca bu yatırım yabancılara nüfuz bölgesi edinme imkânı sağlıyordu. 1850’lerin sonu ve 1860’ların başında İzmir- Aydın, daha sonra İzmir-Turgutlu-Manisa hattının yapımı Batı Anadolu’da İngiliz sermayesini güçlendirmişti.
Para ve Bankacılık:
XIX. yüzyılın ortalarında Osmanlı Devleti’nin Avrupa
ülkeleri ile kurduğu siyasi, ticari ve benzeri ilişkiler iç ve dış ticaret hacmini artırmış ve buna bağlı olarak piyasada paraya olan ihtiyaç artmıştır. Reformları finanse etmek, bütçe
açıklarını kapatmak ve piyasanın para ihtiyacını karşılamak için 1840’ta kaime-i mutebere-i nakdiye adında ilk kâğıt para bastırıldı ve 1863’e kadar kullanıldı. Galata
bankerlerine banka kurma izni verilerek 1847’de Bank-ı Dersaadet adıyla ilk banka kuruldu ancak bu banka Kırım Savaşı’ndan önce iflas etti. Diğer yandan köylüye kredi
vermeyi amaçlayan memleket sandıkları geliştirilerek 1888’de Ziraat Bankası kuruldu.
İç ve Dış Borçlar:
XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı maliyesi açık vermeye başlamış ve devlet bu açıkları iç hazineden aldığı borçlarla ve olağanüstü vergilerle kapatmaya çalışmıştı. XIX.
yüzyıldan itibaren kâğıt para bastırarak ve Galata bankerlerinden para alarak iç borçlanmaya gitmişti.
Osmanlı Devleti ilk defa Kırım Savaşı’nın finansmanı için dış borç almıştı. Bu tarihten sonra borçlanmalar sürekli yükselme gösterdi. 1863’te kurulan Osmanlı Bankası
aracılığıyla devlete yeni borçlanma kaynakları sağlandı. 1874 yılı sonlarında devlet borçları ödenemeyecek bir düzeye ulaştı. 1875’te borç ödemeleri durduruldu ve
moratoryum ilan edildi. 1881’de Xxxxxxxx Kararnamesi ile borçların tahsili için Duyun-u Umumiye İdaresi kuruldu ve Osmanlı Devleti’nin mali kaynaklarına yabancılar
tarafından el konuldu. Devlet tekellerinden ve gümrük vergilerinden gelen paralar bu teşkilatın yönetimine verilerek borçlar tahsil edilmeye başlandı.
XIX. yüzyılda Osmanlı ekonomisi adeta bir yarı sömürge ekonomisi durumuna geldi ve birçok işletme, yabancılar tarafından işletilmeye başlandı. Bütün olumsuzluklara
rağmen XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bütün dünyada olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de bir kalkınma hamlesi görülmüştür. Tanzimat’tan itibaren Osmanlı devlet adamları sanayinin çöküşünü önlemek, onu geliştirmek amacı ile çalışmışlardır. Ancak iç çekişmeler, isyanlar ve savaşlar, kapitülasyonlar ve bazı ticaret antlaşmalarının
olumsuz etkisiyle istenilen sonuç alınamamıştır.
Bu süreçte devletin önemli gelir kaynaklarının Avrupalı alacaklı devletlerin denetimine verilmesi, olumsuz mali
şartlar, büyük miktarlarda dış borçlanma girişimleri iktisadi bağımlılığın yanında dış politikada dışa bağımlılığa yol
açmıştır.
D. CUMHURİYET DÖNEMİNDE EKONOMİ(1938’E KADAR)
Osmanlı Devleti I. Xxxxx Xxxxxx sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile siyasi, askerî ve ekonomik açıdan tam bir yıkıma uğramıştır. Türk halkı yeniden
bağımsızlığına kavuşmak için dört yıl sürecek bir kurtuluş mücadelesine girmiştir.
Bağımsızlık savaşı henüz sona ermeden yeni Türk
Devleti’nin ekonomi politikasını belirlemek üzere 17 Şubat - 4 Mart 923 tarihleri arasında İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır. Xxxxxxx Xxxxx Xxxx kongreyi
açarken yaptığı konuşmada ‘Siyasi zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferle taçlandırılmadığı takdirde, kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner.’
demişti.
Kongrede; anonim şirketlerin kurulmasını kolaylaştırılması, milli bankaların kurulması, yerli malı kullanılması,
demiryolları yapımını hükümetçe bir programa bağlanması, teknik eğitimin geliştirilmesi, hammaddesi yurt içinde olan endüstri kollarının kurulması, küçük imalattan süratle
fabrika üretimine geçilmesi, özel sektör tarafından
yapılamayan teşebbüslerin devletçe gerçekleştirilmesi, özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir devlet bankasının kurulması, işçilerin yaşam şartlarının düzeltilmesi kararları alınmıştı.
Kongrede alınan kararların uygulanması için öncelikle Osmanlıdan kalan ve ülke ekonomisini olumsuz yönde etkileyen kapitülasyonlar, Lozan Anlaşması’yla tamamen kaldırılmıştır. Diğer bir sorun olan dış borçlar imparatorluk üzerinde kurulan yeni devletler arasında paylaştırılmıştır.
Sanayicilerin kredi ve sermaye ihtiyaçlarını karşılamak üzere 1924 yılında Türkiye İş Bankası kurulmuştur. 1925 yılında tarımda öşür vergisi kaldırılmış, 1926’da Kabotaj Kanunu kabul edilmiştir.
19 Nisan 1925’te bankacılık ve madencilik faaliyetlerini yürütmek üzere Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. 28 Mayıs 1927’de Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılarak özel sektörün sanayi faaliyetleri desteklenmiştir.
Cumhuriyetin ilk on yılında özel sektörün elinde yeterli sermaye ve teknik elemana sahip olunmaması gibi
nedenlerden ekonomik gelişmede istenilen sonuç elde
edilememiştir. Bunun üzerine devlet bir girişimci olarak sanayi faaliyetlerine başlamış ve özellikle 1929 Dünya
Ekonomik Bunalımı’yla birlikte özel sektördeki düzenleyici ve güçlendirici müdahalesi artmıştır.
1930’larda ekonomide devletçi politika benimsenmiştir. 1931’de para piyasasını düzenlemek, fiyat istikrarını
sağlamak üzere Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1933’te Sümerbank kurulmuş, 1934’te Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı uygulamaya konulmuştur. 1935’te yer altı kaynaklarını işletmek ve değerlendirmek üzere Etibank, ardından da Maden Tetkik Arama Enstitüsü kurulmuştur. Esnaf ve sanatkârın kredi ihtiyacının karşılanması amacıyla
kurulan Halk Bankası 1938’de faaliyete geçmiştir. Tarımsal alanda çiftçiye damızlık, fidan, tohum dağıtmak üzere devlet çiftlikleri kurulmuştur. Dış ticarette ise ithalat kısıtlanarak denetim altına alınmış ve Türk lirasının değeri korunmuştur.
TÜRKLERDE EĞİTİM
A. İLK TÜRK DEVLETLERİNDE EĞİTİM
1. Eğitim Anlayışı
İlk Türk devletlerinde bilgiye ve bilgili insana önem
verilmiştir. Bilgili olmak sadece yöneticilerin sahip olması gereken bir özellik olarak görülmemiş toplumun diğer
fertlerinin de sahip olması gereken alp insan anlayışı ortaya çıkmıştır. Türklerde yazı M.Ö. V. yüzyıl öncesinde
kullanıldığına örnek olarak Esik Kurganı’nda tabak üzerine yazılmış 11 harflik iki satır yazı gösterilebilir. Yine ev
gereçleri, süs eşyaları üzerinde yazıya rastlanmıştır.
Türklerde eğitim toplumsal bir görevdir. Baba gören ok yontar Xxx xxxxx elbise biçer. Töre kuralları nesiller boyu aktarılmıştır. Eğitimde erkek-kız ayrımı yoktur.
Uygurlarda çocuğunu öğretmene ver ondan alıp sanayi ver sözü eğitime verilen önemi gösterir. Uygurlar ilk kez örgün eğitim kurumlarını oluşturmuşlardır. Uygurların eğitim ve öğretim faaliyetleri sonunda gelişme göstermeleri onları
çeşitli devlet kademelerinde kâtiplik tercümanlık ve
öğretmenlik yapmalarına yol açmıştır. Uygurlar kâğıdı ve matbaayı Avrupalılardan önce kullanmışlardır. Uygur kütüphanelerinde dini nitelikli eserler bulunmaktadır.
2. Askeri Eğitim
Atlı göçebe yaşam tarzını benimseyen Türkler sürekli savaş tehlikesi ile karşı karşıya olduğu için her an hazırlıklı olmak zorundaydılar. Bu sebeple Türklerin çocukluk çağlarında oynadıkları oyunlar askeri eğitimin başlangıcını oluşturur. Dede xxxxxx hikâyelerindeki Xxxxx Xxx hikâyesi Türklerin kendi çabalarıyla ad aldıklarını gösterir. Xxxxx zamanında yapılan sürek avları askeri tatbikat niteliği taşır.
3. Mesleki Eğitim
Türkler hayvancılık ve tarımla uğraşsalar da savaşçı karaktere sahip olduklarından bu yaşantıya uygun araç ve gereç yapmışlardır. Meslek Eğitim usta-çırak ilişkisi içinde yapılmıştır. Türklerde madencilik özellikle demircilik
gelişmiştir. Uygurlarda tahta oymacılığı gelişmiş ve bu da matbaacılığa zemin hazırlamıştır. Eski Türkler
dokumacılık(halı ve kilim), demircilik(kılıç, bıçak) ve altın işlemeciliği(çeşitli süs eşyaları), heykelcilik(balbal) ve oymacılık(ahşap disk) gibi sanatlarla uğraşmışlar ve çeşitli eserler yapmışlardır.
4. Türklerde Bilim
Yapılan kazılarda bulunan eşyalar Türklerin kimya, ilaç yapımı, veterinerlik, tıp ile ilgilendiklerini gösterir.
Türklerin yaşam tarzı bilimsel faaliyetlerine etki etmiştir. Astronomi bilimiyle ilgilenmişler ve 12 Hayvanlı
Türk Takvimini yapmışlardır. Yine astronomi çalışmaları nevruz gününün tespit edilmesini ve baharın başlangıcı
olarak görülmesini sağlamıştır. Ticaretle uğraşan Türkler matematik ile de uğraşmışlardır. Türklerin tıp alanında da
çalışmaları vardır. otacı denilen şifacılar halkın tedavisinde görev almışlardır. Uygurlar tıp alanında diğer Türk
devletlerinden daha ileri gitmişler çiçek hastalığının tedavisini ve eczacılıkta çeşitli ilaçları bulmuşlardır.
B. TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE EĞİTİM
1. Eğitim Anlayışı
Türk-İslam devletlerinde Karahanlılar dönemi bir dönüm noktasıdır. İlk Türk devletlerinde dağınık şekilde verilen eğitim bu dönemde bir plana bağlanmıştır. Eğitimin tüm toplum kesimleri için önemli olduğu görüşü ağırlık
kazanmıştır.
2. Medreseler
Eğitim, bir bütün olarak değerlendirilerek kurumsallaşmaya gidilmiş ve eğitim medrese adı verilen kurumlarda
yapılmaya başlandı. Medreselerin kuruluşunda Uygurlar dönemi tapınaklarında verilen eğitimin etkisi vardır. Ayrıca Türklerin İslam’ı kabul etmeleri ve diğer İslam
devletlerindeki Darü’l-Hikme, Beytü’l-Hikme ve Daru’l-İlm gibi eğitim kurumlarının da etkisi olmuştur. Medreseler ilk olarak Karahanlılar zamanında kurulmaya başlamıştır.
Dönemin ilk medresesi Xxxxxxxxx’xx Tabgaç Xxxxx Xxx tarafından kuruldu.
Medreseler; cami, kütüphane, genel eğitimin verildiği odalar, çalışma odaları, halkın ders dinlemek için
katılabileceği salonlar, öğrenci ve öğretmenlerin kalacağı odalar ve dinlenme alanlarından oluşurdu.
Karahanlılarda medresenin yöneticilerine fakih;
öğretmenlerine müderris denirdi. Medrese müderrisleri ve yöneticilerinin seçimi Semerkant’taki ilim adamları
tarafından yapılırdı. Medrese çalışanlarına verilen ücretler yaptıkları işe göre değişirdi.
İlk Selçuklu medresesi Xxxxxx Xxx tarafından Nişabur’da açıldı. Nizamülmülk tarafından kurulan Nizamiye Medreseleri Türk eğitim tarihinde bir dönüm noktasıdır. Nizamiye Medreseleri’nde hukuk, din ve dil eğitimi ağırlıklı bir program uygulanıyordu.
Nizamiye Medreselerinin Kuruluş amaçları; Selçuklu
topraklarında yıkıcı ve bölücü faaliyetleri önlemek için bilim insanı yetiştirerek fikre fikir ile karşılık vermek, genişleyen devletin yönetim kademeleri için memur yetiştirmek, din
adamı ihtiyacını karşılamak ve Oğuzların İslam inançlarını pekiştirmek, bilim insanı yetiştirerek onların bilgilerinden devlet ve ülke yararına faydalanmaktı.
Tıp eğitimi hastane ve tıp okulu niteliğindeki bimaristan ve
darüşşifalarda verilmekteydi. Medreselerin eğitim dili
Arapçaydı. Medreselerden başarıyla mezun olanlara meslek
icazetname (diploma) verilirdi.
Anadolu’da kurulan ilk Türk beylikleri ve Türkiye Selçukluları’nın kurdukları medreseler külliye
niteliğindeydi. Tokat Niksar’da yapılan Yağıbasan Medresesi Anadolu’nun ilk medresesidir. Mısır’da kurulan Tolunoğulları inanç farkı gözetmeksizin bilim insanlarına büyük önem vermişlerdi. Bu durum Mısır’ı bilimin merkezi haline getirdi.
3. Yaygın Eğitim - Ahilik
Türkiye tarihinde ilk defa Türkiye Selçukluları tarafından oluşturulan Ahi teşkilatının üyeleri usta, kalfa ve
çıraklardı. Bu teşkilatın amacı üyeleri arasında dayanışmayı sağlamak, mesleklerini iyi bir şekilde yapmak ve üyelerini
mesleki eğitim ile yetiştirmekti. Ahilikte eğitim işbaşında ve iş dışında oluyordu. İş dışında eğitim teşkilatın zaviyelerinde muallim ahi ve pir denilen öğreticiler tarafından verilirdi. Teşkilat üyelerine dinin esasları, okuma ve yazma, ahlak,
temizlik, kurumun düzeni ve geleneği, silah kullanımı ve beden eğitimi öğretilirdi.
Ahiliğin iş başında uyguladığı eğitim ise uygulamalı olarak mesleğin inceliklerinin öğretilmesi şeklindeydi ve daha
etkiliydi. Her meslek sahibi yanında mutlaka bir çırak
bulundurmak zorundaydı. Zanaat dalında belli bir seviyeye gelen çırak icazet alır ve kendi işini kurardı. Ayrıca esnaf ve zanaatkârlara dürüst çalışkan olma, müşteriye saygılı olma kanaatkâr olma, çırakları iyi yetiştirme, komşularının da
kazanmasını isteme gibi davranışlar kazandırılmaya çalışılırdı.
Halka dönük yaygın eğitim ise cami, mescit, kütüphane ve medreselerin halka açık bölümlerinde yapılırdı.
4. Atabeylik
Türklerde şehzadelere devlet yönetimi hakkında eğitim verilmesi amacıyla tecrübeli ve bilge kişiler
görevlendirilmişti. Kök Türklerde vezir Xxxxxxxx, Xxxxx Xxxxx’xx eğitimi ve danışmanlığını üstlenmişti. Büyük Selçuklularda meliklere devlet yönetimiyle ilgili bilgi ve tecrübe kazandırmak için görevlendirilen devlet
atabey denilirdi. Sultan Xxxxxxxx’xx atabeyliğine Nizamülmülk getirilmişti. Osmanlı Devleti zamanında şehzadeleri eğiten bu görevlilere lala denilmiştir.
5. Türk-İslam Devletlerinde Bilim
İslamiyet’in bilime çok önem vermesi pek çok Müslüman
bilim adamının yetişmesini ve bilimsel çalışmalar yapmasını sağladı. Müslüman bilim adamları Abbasiler dönemiyle
birlikte birçok yabancı kaynağı Arapçaya çevirmiş ve orijinal fikirleri sayesinde önemli buluşlar yapmışlardır.
Müslüman Türk devletleri de bilim adamlarını desteklemiş, onları bilimsel çalışmalara özendirmiş ve medreseler açarak bilimsel faaliyetlere imkân sağlamışlardır. Böylece
Semerkant, Buhara, Fergana ve Bağdad gibi şehirler birer bilim ve kültür merkezleri haline gelmiştir.
Medreseler sayesinde dini ilimler yanında tıp, astronomi, matematik, kimya, tarih ve coğrafya alanında dünyayı
etkileyecek hizmetler ve buluşlar yapılmıştır.
C. OSMANLI DEVLETİ’NDE EĞİTİM (XIII
– XVIII. YÜZYILLAR)
Osmanlı Devleti’nin eğitim anlayışı ideal insan tipini
yetiştirmek temeline dayanırdı. Hedeflenen insan itaatkâr, vatanını seven, dindar, sevecen ve vefakâr olmalıdır.
Osmanlıda eğitim faaliyetleri, düzenli eğitim kurumları (örgün eğitim) ve sosyal kurumlarda (yaygın eğitim) yapılmaktadır.
1. Örgün Eğitim Kurumları
Osmanlı Devleti’nde eğitim ve öğretimin yapıldığı ilkokul,
sıbyan mektebi (mahalle mektebi) idi. Külliyelerin
içerisinde, camilerin bitişiğinde veya müstakil bir yapı hâlinde kurulan sıbyan mektepleri her köy, mahalle ve semtte açılmıştır. Ayrıca bu mektepler kız, erkek veya karma olmak üzere farklı binalar şeklindedir. Okulları,
devlet adamları ya da varlıklı kişiler vakıf yoluyla kurar ve giderleri vakıf gelirleriyle karşılanırdı.
Okula kayıt-kabul gibi herhangi bir işlem söz konusu
değildi. Müslüman olan her ailenin çocuğu bu mekteplere gidebilirdi. Okuma yazma bilen ve bu iş için uygun olduğu kabul edilen imam, müezzin, kayyum vb. kişiler bu
mekteplerde ders verirlerdi. Kız çocukları da bilgili, tecrübeli ve hafız olan kadınlar tarafından eğitilirdi.
Okulların genel amacı çocuğa okuma yazma ile İslam
dininin kaidelerini ve Kur’an-ı Kerim okumayı öğretmekti. Bundan dolayı mekteplerde elifba, Kur’an talimi, bazı surelerin ezberletilmesi, temel ilmihâl bilgileri, tecvit, yazı yazma ve dört temel işlem öğrencilere öğretilirdi. Mezun
olabilmek için en az bir defa Kuran’ı hatmetme mecburiyeti vardı. Osmanlı Devleti’nde ilköğretim, II. Xxxxxx Döneminde İstanbul’da zorunlu hâle getirildi. Sıbyan mektepleri Tanzimat Dönemine kadar görevlerini devam ettirdi.
Osmanlı Devleti ülkede yaşayan gayrimüslim cemaatlere eğitim konusunda serbestlik tanımıştı. Her cemaat kendi okullarında serbestçe eğitim ve öğretim görürlerdi.
Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerin ayrı okulları
bulunuyordu. Bu okullar tamamen bağlı oldukları kiliseler, havralar tarafından denetlenirdi. Öğreticileri büyük oranda papaz ve hahamlar idi.
b. Medreseler
Osmanlı Devleti’nde orta ve yükseköğretim medreselerde verilirdi. Medreseler ile topluma ve devlete gerekli din, ilim ve eğitim hizmetleri yanında devlet idaresinde ihtiyaç duyulan idari (ilmiye, kalemiye) ve adli personelin
yetiştirilmesi de sağlanmıştı.
Osmanlılarda ilk medrese, 1330’da Xxxxx Xxx tarafından İznik’te yaptırılmıştır. Sınırlar genişledikçe Bursa, Edirne gibi birçok şehirde medreseler yapılmıştır. İlk dönemlerde Mısır, Suriye, İran, Türkistan ve Anadolu beyliklerinden gelen âlimler de Osmanlı medreselerinde ders vermişlerdir.
Xxxxx Xxxxxxxxx okutulacak derslerden müderrislere
ödenecek maaşlara kadar değişik düzenlemeleri içeren plan hazırlanmış ve medrese eğitimi bir sistem üzerine
oturtulmuştur. 1463- 1470 yıllarında Xxxxx Xxxxxxxxx (Sahn- ı Seman) yaptırılmıştır. Ayrıca Fatih, camiye çevrilen
Ayasofya’nın içinde ve bugünkü Eyüp Camii’nin yanında medreseler açtırmıştır. Sahn-ı Seman Medreseleri,
Kanuni’ye kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh, Arap dili ve edebiyatını okutan birer ilahiyat fakültesi veya İslam akademisi seviyesindeydi.
Kaxxxx Xxxxxx Xxxxxxxx, Xxxxx Xxxxx’x Xxtanbul’da
Süleymaniye Camii ve Medresesini yaptırmıştır. Osmanlı eğitim ve öğretimini en yüksek noktaya ulaştıran
Süleymaniye Medresesi, fen ve tıp ilimlerinin verildiği bir eğitim kurumu hâline getirilmiştir. Hariç ve dâhil medreselerini bitiren talebe, dilerse Sahn-ı Seman ve
Süleymaniye Medreseleri’ne devam eder ve medrese öğrenimini tamamladıktan sonra icazet alırdı.
Orta düzeydeki medrese öğrencilerine softa, yükseköğretim düzeyindeki öğrencilere de danişmend denirdi. Sahn’ı
bitirenlere icazetname (diploma) verilirdi. Her medresede esas olarak bir müderris bulunur, yardımcısına da muid denirdi. Müderrisler, Sahn düzeyindeki bir medreseyi bitirenlerden mülazemet(sıra bekleme) denen bir sistemle atanırdı. Medreselerden mezun olanlar müderris, müftü, kadı, defterdar, hekim, imam, nişancı ve benzeri olurlardı.
Osmanlılarda eğitim öğretim hizmetleri vakıf yoluyla sağlanmıştır. Kaxxxx Xxxxxx Xxxxxxxx’xx xlk yıllarında Anadolu ve Rumeli’de vakıflarca yönetilen toplam 216 medrese bulunmaktaydı.
Medreselerin her kademesinde eğitim, ücretsiz olup büyük medreselerde öğrencinin yeme, içme, yatma, giyim-kuşam, öğrenim masrafları medreselerin vakıfları tarafından
karşılanır, ayrıca kendilerine karşılıksız burs verilirdi. Medreselerde önceleri matematik, felsefe (hikmet), astronomi gibi müspet bilimler de okutuluyordu. Zamanla medreselerden müspet bilimler çıkarıldı, yalnızca dinî ve hukuki bilimler kaldı.
XVII. yüzyıldan itibaren medreselerin bozulmasında; okutulmakta olan felsefe, mantık gibi akli bilimlerin boş ve gereksiz olduğunun düşünülmesi, müderris atama sisteminin bozularak kanunlara aykırı olarak devlet adamlarının müdahalesiyle bazı ulema çocuklarına küçük yaşlarda
müderrislik verilmesi (beşik uleması), öğrencilerin yeterli öğretim yapmadan müderris olmaları etkili olmuştur.
Medrese öğrencilerinin Cexxxx xsyanlarına katılması öğrenci disiplinin bozulmasına sebep olmuştur.
Padişahlar zaman zaman kanunnameler çıkararak
medreseleri ıslah etmeye çalışmışlardır. Koxx Xxx xe Xxxxx Xxxxxx xibi düşünürler medrese ve ilmiye sınıfının ıslahına yönelik raporlar sunmuşlardır.
Saray Eğitimi:
Osmanlı Sarayı devletin yönetildiği bir merkez olmakla birlikte aynı zamanda yönetici kadroların yetiştirildiği bir okuldu. Sarayda bulunan okullar; Enxxxxx, Şehzadegan Mektebi ve Harem idi.
Enderun Mektebi’nde devşirme sistemiyle saraya alınan
acemioğlanlar eğitim görürdü. Burada eğitim oda diye tabir edilen yedi kademeden oluşmaktaydı. Bir üst kademeye
geçmek için başarılı olmak şarttı. Eğitimi tamamlayanlar vezir, beylerbeyi gibi yöneticiliklere tayin edilirdi.
Şehzadegan Mektebi, şehzadelerin ilköğretimine mahsus sarayda bulunan okuldur. Harem ise saraydaki kadınların ve cariyelerin yaşamını sürdürdüğü bölüm olup aynı
zamanda eğitim gördüğü okuldur.
Cariyelere dinî eğitim okuma-yazma, yeteneklerine göre musiki, resim, edebiyat, dikiş- nakış, örgü gibi dersler verilirdi. Eğitim süresi yedi sekiz yıldı.
ç. Asker Eğitimi
Osmanlı kara ordusunun en önemli bölümünü kapıkulu ocakları ile tımarlı sipahiler oluştururdu. Kapıkulu
ocaklarının eğitimi kışlalarda yapılırdı. Devşirme usulü ile alınan genç erkekler çıkma denilen bir usul ile üst ocaklara alınırlardı. Eğitim gören bu gençlerden yetenekli olanlar
tespit edilip Enderun Mektebi’ne alınır, geri kalanlar eğitim sonrası yeniçeri ocağına gönderilirlerdi.
Tımarlı sipahiler, gelirlerine göre belli sayıda cebelü denilen atlı askerleri toplar ve bunlara gerekli askerî eğitimi verirdi. Deniz kuvvetlerinin askerlerine levent denilirdi. Leventler Batı Anadolu’daki Türk gençlerinden seçilir, tersane ve gemilerde eğitilirlerdi.
Ayrıca orduda mehterhane, cambazhane, tophane, humbarahane, tüfekhane ve kılıçhane gibi bazı silahların imalatının yapıldığı sanat okulları da vardı.
2. Yaygın Eğitim Kurumları
a. Esnaf Eğitimi: Osmanlılarda esnaf teşkilatları olan
loncalar kendi mensuplarına mesleki, dini ve ahlaki eğitim verirdi. Esnaf olmak isteyenler küçük yaşta çırak olarak işe başlar, sınavla kalfa ve üç yıl kalfalıktan sonra yine sınavla ustalığı hak kazanırdı. Usta olanlar iş yeri açabilirdi.
b. Halk Eğitimi: Osmanlıda halk cami, mescit, tekke, kütüphane, cem evleri, yaren sohbetleri, sıra geceleri, sahaf ve konaklarda çeşitli vesilelerle eğitilirlerdi.
3. XVIII ve XIX. Yüzyıl Başlarında Eğitimde Yenileşme Hareketleri
XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletlerle yaptığı savaşların büyük bir kısmını kaybetmesi, askerî alanda yenilikler yapmasına sebep oldu. Bu yenilik
hareketleri daha sonra diğer alanlara da yayıldı.
Yenilikler yapılırken Avrupa’dan getirilen uzmanlardan da yararlanıldı. I. Xxxxxx Döneminde Humbaracı Xxxxx
Xxxx’xxx (Xxxxx de Xxxxxxxx) çalışmalarıyla kara subayı yetiştirmek için 0000’xx Xxxxxxxxxxx (xxxx
mühendishanesi) açılmıştı. Bu okul III. Sexxx xöneminde Nizam-ı Cedid ıslahatları çerçevesinde daha da
genişletilerek adı Mühendishane-i Berri-i Hümayun’a çevrilmiştir. III. Xxxxxxx xöneminde deniz subayı
yetiştirmek için 1773’te açılan Deniz Mühendishanesi, III. Sexxx xöneminde daha da genişletilerek adı Mühendishane- i Bahri-i Hümayun olmuştur. Dönemin yenilik hareketlerinden birisi de Osmanlıların matbaayı
kullanmasıdır.
XIX. yüzyıl başlarında Batı teknolojisini öğrenmek üzere Avrupa’ya öğrenciler gönderilmeye başlanmıştır. II. Xxxxxx Döneminde ordunun doktor ihtiyacını karşılamak üzere Tıphane-i Âmire ve Cexxxxxxxx-x Mamure (1827) ve yeni kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusuna subay yetiştirmek amacıyla da Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye (1834) açılmıştı.
4. Osmanlıda Bilim
Osmanlı Devlet’inde XVIII. yüzyıla kadar medreselerde dini ve pozitif bilimler okutulmaktaydı. Dini bilimler; Kuran,
hadis, fıkıh, kelam ve Arapça; pozitif bilimler ise araştırma, deney ve gözleme dayanan matematik, kimya, fizik, tıp ve astronomi gibi bilimlerdi.
Başta padişahlar olmak üzere devlet yöneticileri bilginleri himaye etmiş ve onlara çalışma imkânları sağlamışlardır. Faxxx xle birlikte sosyal ve fen bilimleri ön plana çıkmıştır. İstanbul’u bir bilim merkezi haline getiren Fatih, Batı dillerinden birçok eseri tercüme ettirerek bizzat
incelemiştir. XV. Ve XVI. yüzyıllarda önemli bilim insanları yetişmiştir:
Kadızade-i Rumi(1337- 1421): Bursa’daki ilk eğitimimden sonra ilim tahsili için Horasan ve Maveraünnehir’e gitmiş ve Semerkant’ta Uluğ Bey’in medresesinde müderrislik, rasathanede müdürlük yapmıştır. Ulxx Xxx, Xxx Xxxxx xe Xxxxxxxxx Şirvânî öğrencilerim arasındadır. Astronomi ve matematik alanlarında eserleri vardır.
Saxxxxxxxxx Xxxxxxxxxx(0386- 1470): Amasya
Darüşşifası’nda hekimlik yapmıştır. Xxxxx Xxxxxx Xxxxxx’e ithaf ettiği Kitâbü’l- Cerrâhiyyetü’l-Hâniyye adlı eserinde hasta tedavi metotlarını en ince ayrıntılarına kadar
minyatürlerle destekleyerek anlatmıştır. Mücerrebname adlı eserinde hayvanlar ve kendi üzerinde denediği ilaçlar ile
tedavi metotlarına yer vermiştir.
Altuncuzade (15. yüzyıl): Xxxxx Xxxxxx Xxxxxx dönemi hekimlerindendir. Özellikle idrar yolu hastalıkları üzerinde başarılı çalışmalar yapmıştır. Bitkilerden ilaç yapma konusunda uzmanlaşmış ve birçok hastalığı ilaçla tedavi
etmiştir.
Xxxxxxxx Xxxxxx(0490- 1574): Kanuni dönemi
şeyhülislamlarından olup 30 yıl şeyhülislamlık görevinde bulunmuştur. Kaxxxx Xxxxxx Xxxxxxxx’xx xluşturduğu
kanunların hazırlanmasına katkıda bulunmuştur. Tefsir, fıkıh gibi ilim dallarında eserler yazmıştır.
Xxxx Xxxx(0475- 1555): Osmanlı donanma komutanlarından olup kaptan-ı deryalık yapmıştır. Kitab-ı Bahriye adlı
eserinde Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okxxxxxx xakkında bilgiler vermiştir. Eserinde Amerika’nın keşfinden ve dünyanın yuvarlak olduğundan bahsetmiştir. Çizdiği dünya haritası çok meşhurdur.
Sexxx Xxx Xxxx(0498- 1563): Osmanlı donanma
komutanlarındandır. Hint deniz seferlerinde bulunmuştur.
Mir’atü’l-Memâlik adlı eserinde bu seferi ve dönüşünü anlatmıştır. Kitâbü’l-Muhit’te ise yön tayini, büyük
fırtınalar, limanlar, rüzgârlar, zaman hesabı gibi denizcilikle ilgili bilgiler vermiştir.
Taxxxxxxxx Xxxxxx(0525- 1585): Astronomi, matematik ve mühendislik alanlarında çalışmalar yapmıştır.
Osmanlılarda ilk Rasathaneyi kurmuştur. Eserlerinde
astronomi aletlerinin kullanımını, astronomi cetvellerini ve mühendislikle ilgili çalışmalarını anlatmıştır.
Xxxxx Xxxxxx(0608- 1656): Tarih, coğrafya ve bibliyografya alanındaki çalışmalarının yanı sıra medreselerdeki
eksiklikleri Eleştirmiştir. Keşfü’z-Zünûn adlı eseri on beş bine yakın kitap ve on bine yakın yazarı tanıtan büyük bir
bibliyografya ansiklopedisi mahiyetindedir. Cihannüma adlı eseri ise çeşitli ülkeler hakkında bilgi verdiği coğrafya
kitabıdır. Bunların dışında yirmiye yakın eseri daha vardır.
Xxxxxxxx Xxxxx Xxxxxx(XVII. yüzyıl): İnsanlıktarihinin ilk uçuşunu gerçekleştiren Türk bilim adamıdır. Kendisinden önce uçuş denemeleri yapan insanların eserlerini incelemiş ve yaptığı kanatları takarak IV. Muxxx’xx xuzurunda Galata Kulesi’nden uçarak Boğazı geçip ve Üsküdar’a inmiştir.
Laxxxx Xxxxx Xxxxxx(XVII. yüzyıl): Tarihteki roketle ilk uçuş denemesini yapan Türk bilim adamıdır. IV. Muxxx’xx xızının doğum gününde (1633) yapmış olduğu roketle
yaklaşık 300 metre kadar havalandıktan sonra taktığı kanatlarla İstanbul Boğazı’na iniş yapmıştır.
Xxxxxx Xxxxxx(0611- 1682): Osmanlı seyyahıdır. Hayatı boyunca başta Osmanlı Toprakları olmak üzere komşu
ülkelerde gezip gördüğü yerlerin coğrafyasını, tarihini, idari yapısını, örf ve adetlerini 10 ciltlik Seyahatname adlı
eserinde toplamıştır.
Koxx Xxx(XVII. yüzyıl): IV. Muxxx’x Xsmanlı Devleti’nin duraklamasının sebepleri ve çareleriyle ilgili raporlar sunan bir devlet adamıdır.
Huxxxxxxx Xxxxx Xxxx(0675- 1747): Asıl adı Xxxxx de Xxxxxxxx olup bir Fransız subayı iken sığındığı Osmanlı Devleti tarafından Humbaracı Ocağını ıslah etmekle
görevlendirilmiştir. Osmanlı’da modern manada topçu okulunun kurulmasını sağlayarak topçu subaylarına matematik dersleri vermiştir.
Xxxxx Xxxxxx Xxxx(1822- 1895): Osmanlı Devletinin tarih ve hukukçu devlet adamlarındandır. Mecelle’yi hazırlayan komisyonun başkanlığını yapmıştır. Bunun dışında Tarih-i Xxxxxx adlı eserinde Osmanlı Devleti’nin son döneminin
tarihini anlatmıştır. Kısas-ı Enbiya adlı eserinde ise
peygamberlerin hayatı, halifeler dönemi ve II. Muxxx’x xadarki Osmanlı tarihini anlatmıştır.
Ç. TANZİMAT SONRASI OSMANLI EĞİTİMİ
Klasik dönem Osmanlı eğitim sisteminin yetersiz kalması sebebiyle Tanzimat Dönemi aydınları medresenin dışında yeni eğitim düzeni kurmak için çalışmaya başladı.
Tanzimat Döneminde siyasi alanda olduğu gibi eğitim alanında da Osmanlıcılık ilkesi hayata geçirilmeye
çalışılmıştır. Yeni okullar açılarak Müslüman ve gayrimüslim herkesin buralarda aydınlanıp Osmanlı vatandaşlığı bilincine erişmesi hedeflenmiştir.
Tanzimatçılar, rüştiye sayısını artırarak Osmanlı tebaasını kaynaştırmayı; bir yandan da Batı’daki eğitim kurumlarının benzerlerini açarak her alanda eleman ve uzman yetiştirmeyi amaçlamışlardır.
Tanzimat dönemindeki bir diğer yenilik de usul-i cedid (yeni usul, yöntem) idi. Buna göre eğitim ve öğretimde ders araç gereçleri konusunda yenileşme, özellikle öğretmenlerin geleneksel öğretim yöntemlerini bırakıp yeni ve etkili
öğretim yöntemlerini uygulaması hedeflenmiştir. Medrese
dışındaki örgün eğitimde ilk, orta ve yükseköğretim şeklinde bir derecelemeye gidilmiş ve kapsamlı düzenlemeler düşünülmüştür. 1856’da bütün eğitim işleri Maarif-i Umumiye Nezareti’ne bağlandı.
1869’da çıkarılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile o güne kadarki uygulamalar bir sisteme bağlanmış, ayrıca
XIX. yüzyılın sonuna kadar yapılacak işler için planlar
hazırlanmıştır. Bir eğitim meclisi kurularak ders kitaplarının yazımı, öğretmenlerin tayini ve devlet okullarının denetimi bu meclise verilmiştir.
1. İlköğretim
Sıbyan mekteplerinde düzenleme yapılarak okutulacak
dersler, sınav sistemi, öğretmenlik şartları ve okulların inşası
ve tamiri, öğretmen maaşları, diğer masrafların nasıl karşılanacağı hükme bağlanmıştır.
Maxxxx Xxxxxxxxxx xağlı okullara mekteb-i iptidai(ilkokul), Evxxx Xxxxxxxxxx xağlı okullara sıbyan mektebi denilmiştir. 1876 Kanun-ı Esasi’ye göre ilköğretim zorunlu hale
getirilmiştir. 1913’te rüştiyeler ilköğretime dâhil edilerek bu mekteplerde eğitim 6 yıla çıkarılmıştır. 1910’dan itibaren Osmanlıda azınlıkların girişimiyle özel okul öncesi eğitim kurumları (anaokulu) açılmaya başlanmıştır. 1914’te ise ilk resmi okul öncesi eğitim kurumu açılmıştır.
2. Ortaöğretim
a. Rüştiyeler: II. Xxxxxx Dönemine kadar sıbyan
mektepleri ilk askeri okullar arasında bir öğretim kademesi yoktu. Özellikle askeri okullara öğrenci yetiştirmek
amacıyla rüştiyeler açılmıştır. Sıbyan mekteplerini bitirip
şehadetname alan öğrenciler sınavsız rüştiyelere kabul
edxxxxxx. İstanbul’da kızlar için de kız rüşdiyeleri açılmıştır. 1910 yılında 80 kız rüştiyesi bulunmaktaydı. II. Meşrutiyet döneminde idadiler, rüştiye sınıflarını da içine almıştır.
1913’te çıkarılan kanunla rüştiyeler iptidai mektepleriyle birleştirilmiştir.
Rüştiyelerde kapsamlı bir ders programı vardı. Dinî ve pozitif bilimler birlikte okutulmaktaydı. Ticaretin yoğun
olduğu bölgelerde yabancı dil dersi Fransızca konulmuştur.
b. İdadiler: Tanzimat döneminin sonlarına doğru
rüştiyelerin üzerinde ve yüksekokullara öğrenci yetiştirmek amacıyla 1868’deGalatasaray Sultanisi açılmıştı. 1869
Maarif Nizamnamesi’ne göre İdadilerin açılma amacı, bütün tebaa çocuklarının bir arada eğitim görebilmeleri ve Osmanlı birliğini sağlamak idi. İdadilerin öğretim süreci 3 yıl
olacaktı. Daha sonraki dönemlerde rüştiyelerin idadilerle birleştirilmesiyle kasabalardaki idadilerin eğitim süreci 5, şehirlerdeki ise 7 yıla çıkarıldı.
Ekonomik zorluklar yüzünden 1873 yılına kadar idadiler açılamadı. İdadilerin ülke çapında yaygınlaşmaları II. Abxxxxxxxx xöneminde oldu. Bütün yedi yıllık idadiler 1910- 1913 yılları arasında önce sultani daha sonrada lise adını aldı.
c. Sultaniler: Sultanilerin açılmasında Fransız eğitim kurumları model alınmış ve idadilerin üzerinde eğitim vermeleri hedeflenmiştir. 1873’te eğitime başlayan
Darüşşafaka, sultani seviyesinde eğitim veren bir okuldu. Fransız asker, lise programını uygulayan bu okulda kimsesiz ve fakir çocuklar okuyordu. İlk kız idadisi 0000’xx
Xxxxxxxx’da açılan ve 1913’te İstanbul İnas Sultanisi, 1915’te de Bezm-i Âlem Sultanisi adını alan okuldur.
3. Yükseköğretim (Darülfünun)
Osmanlı Devleti’nde 1845 yılında medrese dışında bir yüksek öğretim kurumu olarak Darülfünun’un açılması gündeme geldi. Açılacak okulda Müslüman ve gayrimüslim öğrenciler birlikte okuyacak ve mezun olunca devletin çeşitli kademelerinde görev alacaklardı.
Darülfünun’a öğrenci yetiştirmek için lise düzeyinde bir okul olan Darülmaarif kuruldu. Öğretim elemanı
yetiştirmek maksadıyla Avrupa’ya öğrenciler gönderildi. 1851’de okulların ve açılacak Darülfünun’un ders kitaplarını hazırlamak ve bilim akademisi olarak çalışmak üzere
Encümen-i Daniş adıyla bir komisyon kuruldu. Bu komisyon on bir yıl kadar çalıştı.
Darülfünun ilk derslerini 1863’te halka açık konferanslar şeklinde vermeye başladı. Derslere rağbet azalınca eğitime son verildi. 1870’te tekrar derslere başlanan Darülfünun’da felsefe, edebiyat; tabi ilimler, matematik ve hukuk olmak
üzere üç bölüm bulunmaktaydı. Bölümlerde eğitim süresi üç yıldı. Ancak bir yıllık eğitimden sonra yine derslere ara
verildi. İki defa daha açılıp kapanan Darülfünun, varlığını 1933 yılına kadar sürdürdü. Yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu.
4. Mesleki Eğitim
Osmanlı Devleti’nde yerli sanayi kapitülasyonlar nedeniyle korumasız kalmış ve çöküş sürecine girmişti. Devlet
adamları bu durumu önlemenin yollarından biri olarak da teknik bilgi verecek okulların açılmasını zorunlu görüyorlardı. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren
öğretmenlik, ziraat, tıp, memurluk, hukuk, ticaret gibi
alanlarda birçok meslek okulu açılmıştır. Bu dönemde kız
çocuklarının eğitimlerine dair yeni düzenlemeler yapılmıştır.
1869 Maarifi Umumiye Nizamnamesi ile kızlar için öğretmen okulu açılması, rüştiye sayısının arttırılması
kararlaştırıldı. Ayrıca kız sanat okulları ve kadın sağlığı için ebe mektebi açıldı.
Bunlar dışında I ve II. Meşrutiyet dönemlerinde Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Okulu), Hendese-i Mülkiye Mektebi (İktisat Okulu), Polis Mektebi, Darülelhan (Konservatuar) gibi değişik alanlarda birçok okul açılmıştır.
5. Azınlık ve Yabancı Okulları
a. Azınlık Okulları: Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler, Tanzimattan sonra pek çok okul açtılar. Geniş imkâna sahip azınlık okullarının bazılarında matbaa bile bulunmaktaydı.
Bu okullar zamanla azınlıklar arasında milliyetçilik
fikirlerinin yayılmasında etkili olmuştur. 1897 yılı itibariyle Osmanlı sınırları içinde azınlıkların sahip oldukları okul sayısı 6.523’tür.
b. Yaxxxxx Xxxxxxx
Osmanlı Devleti, yabancılara ekonomik kapitülasyonların yanında eğitim alanında da ayrıcalık tanımıştı. Yabancılara tanınan bu serbestlik misyonerlerin Osmanlı ülkesine
gelerek birçok okul açmasına neden oldu. 1897 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda; 131 Amerikan, 127 Fransız, 60
İngiliz, 22 Alman, 22 İtalyan, 11 Avusturya, 7 Rus ve 4 İran okulu vardı.
Ticaret ve misyonerlik amacıyla Osmanlı ülkesine gelen
yabancıların amacı; açtıkları bu okullarda kendi kültürlerini yaymak, misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak, azınlıklıkları milliyetçilik şuuruyla devlete karşı isyan ettirmekti.
Osmanlı Devleti bu okulları denetleyemiyordu. 1914’te kapitülasyonların kaldırılması ile bu okulların çoğu
kapatıldı. 1915 yılında çıkarılan talimatname ile bu okulların zararlı faaliyetleri önlenmek istenmişti. Ancak bu
okullardaki yıkıcı faaliyetler önlemedi. Tanzimat döneminde yapılan değişikliklerle öğretim kurumlarında ortaya çıkan bu çeşitlilik; çok farklı bilgi, düşünce, dünya görüşüne sahip
insanlar yetişmesine sebep olmuştur. Bu zıtlıklar toplumda olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
D. CUMHURİYET DÖNEMİNDE EĞİTİM (1938’E KADAR)
1. Cumhuriyet Dönemi Eğitim Anlayışı
Milli Mücadele yıllarında eğitimi planlama adına 1921
yılında Maarif Kongresi toplanmış ve kongrede ilkokul ve ortaöğretim programları ile köy öğretmeni yetiştirilmesi konuları görüşülmüştü.
1923’te imzalanan Xxxxx Xxxxxxxxxx’nda yabancı okullar
meselesi ele alınmıştı. Buna göre yabancı okullar Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulunduğu tüzük ve yönetmeliklere uyacaklardı. Bu okullardaki eğitim ve öğretimi Türk hükümeti düzenleyecekti
Cumhuriyet dönemi eğitim alanında yapılan çalışmalar,
Osmanlıdan miras kalan problem ve sıkıntıları ortadan
kaldırmanın yanında, çağdaş eğitim alanında meydana gelen değişimleri de yakalamayı hedefliyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında okur- yazar nüfus azdı. Öğretmenlerin çoğu
mesleki eğitimden geçmemişti ve öğretim programları günün ihtiyaçlarına cevap veremez durumdaydı. Okul
binalarının çoğu eğitim öğretime elverişli değildi. Ayrıca ders araç- gereçleri bakımından okullar yetersizdi. Eğitimle ilgili merkez ve taşra teşkilatı tam anlamıyla kurulamamıştı.
Eğitim ve kültür alanlarındaki inkılâpların yapılmasında; eğitim ve öğretimdeki çatışmayı ortadan
kaldırarak birlik beraberliğin sağlamak, eğitim ve öğretim faaliyetlerini çağdaş ve laik hale getirmek, eğitimi yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak ve her alanda yeterli
eleman yetiştirmek, eğitim ve öğretimde fırsat eşitliğini sağlamak, Türk dilini ve tarihini araştırmak gibi amaçlar etkili olmuştur.
3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla eğitim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na
bağlanarak öğretim birliği sağlandı. Azınlık ve yabancı okulların dini ve siyasi amaçlarla öğretim yapmaları
yasaklandı.
1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan Türk Harfleri Hakkında Kanun ile Latin harflerini kabul edildi.
2. Eğitim-Öğretim Alanındaki Diğer Gelişmeler Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren okul öncesinden, üniversiteye kadar eğitim kurumlarının yaygınlaştırılması için çalışmalar yapılmıştır.
a) 1924 yılında Topkapı Sarayı müze haline getirilmiş, aynı yıl Ankara’da Musiki Muallim Mektebi açılmıştır.
b) 1925’te açılan Ankara Hukuk Mektebi Hukuk Fakültesi adını almıştır.
c) 0000’xx Xxxxxx’da Etnografya Müzesi açılmıştır.
d) 1933’te Darulfünun kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Bu üniversitede Xxxxxx Almanyası’ndan kaçan bilim adamları da görev almışlardır.
e) 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulmuştur.
f) 1936’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi açılmıştır.
g) İstanbul’daki Sanayi-i Nefise Mektebi, Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürülmüştür.
h) 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı açılmıştır.
i) 1937 yılında Dolmabahçe Sarayı’nın bir kısmı müze haline dönüştürülmüştür.
j) Eğitim ve öğretimi yaygınlaştırmak için çok sayıda ilk, orta, lise ve öğretmen okulu açılmıştır.
6. TÜRKLERDE SANAT
A. İLK TÜRK DEVLETLERİNDE SANAT Orta Xxxx Xxxx sanatının temeli ilk Türk devletlerinde görülen altı göçebe kültürüne dayanır. Göçebe yaşamı
tarzını benimseyen Hunlarda ve Kök Türklerde taşınabilir sanat eserleri öne çıkarken yerleşik hayata geçen Uygurlar farklı eserler yapmışlardır.
Türkler sabit ev kültüründen haberdar olmalarına rağmen konargöçer yaşam tarzından dolayı çadırda yaşamayı tercih etmişler, bu da çadır sanatının gelişmesine neden olmuştur.
Çadır geleneği, mimarinin yanında süsleme sanatını da
etkilemiştir. Orta Asya’da Türklerin kullandıkları özellikle kağan çadırları süsleme bakımından daha zengin ve daha büyüktü. Otağlarda kumaş, keçe ve çadır üzerine aplike
tekniği ile yapılmış kaplan ile dağ keçisi geyik gibi hayvanların mücadelelerini anlatan betimlemeler vardı.
Köktürkler döneminde anıt mezarlar (Tonyukuk, Kültigin ve Xxxxx Xxxxx mezarları) yapılmış ve bu mezarlarda dikdörtgen bir alan içinde, tören yolu ve bu yol üzerinde
ölen kişinin yaptıklarını ve devletin durumunu anlatan kitabeler, çeşitli heykeller ve ortada bir sunak vardı.
Yerleşik yaşama geçen Uygurlar anıtmezarları, çadırdan esinlenerek kubbeli yapmışlardır. Karahohoça
yakınlarındaki kubbeli anıt mezarları bu döneme aittir.
Ayrıca kubbeli tapınaklarda (stupa) duvar ile kubbe
arasındaki bağlantıyı sağlamak için üçgen kullanmışlardır. Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde de kullanılan bu üçgenlere Türk üçgeni denir.
Uygurlar mimari alanda büyük gelişme göstermiş, birçok şehir kurup etrafını surlarla çevirmiş, evler, saraylar, Budist
tapınakları inşa etmişlerdir. Hunlar ve Kök Türklerde bilinen kerpiç ve tuğladan yapılmış toprak damlı ev mimarisini Uygurlar geliştirmiştir. Bu dönemde yapılan manastır ve
tapınaklar, Türk İslam devletlerindeki medreselere örnek olmuştur.
Kök Türkler döneminde heykel sanatı önemli gelişme göstermiş ve heykellerdeki yüz ve saç biçimi ile tarzı gerçeğe yakın bir şekilde yontulmuştur. Öldürülen
düşmanları temsil eden balballar (bengü taş, baba taş ve kadın taş) balballar mezar taşı olarak günümüze
yansımıştır. Uygurlar döneminde heykel sanatı gelişmiş;
işlenmesi kolay alçı, toprak, ahşap, taş ve madenden eserler yapılmıştır.
Türk resim sanatının temeli Uygurlar döneminde atılmıştır. Uygurların tapınakları süslemek için yaptıkları duvar resimlerinde (fresko) insan yüzündeki duygular gösterilmiş ve portre sanatına geçiş yapılmıştır. Ayrıca kitapları
süslemek için dini ve günlük hayatı resmeden minyatürler yapılmıştır. Minyatür sanatı Uygurlardan Moğollar
aracılığıyla İran ve Anadolu’ya taşınarak Osmanlılara
geçmiştir. Çini sanatının da Uygurlarda başladığı bilinmektedir.
Türkler; demircilik, dokumacılık, dericilik, maden ve ahşap işçiliği gibi el sanatları ile uğraşmışlardır. Yaptıkları
eserlerde çeşitli hayvanları ve mücadele sahnelerini anlatan motifler vardır. Bu süslemeye hayvan üslubu denilir. Türk maden sanatının ilk örnekleri altın, gümüş, demir ve bronz gibi madenlerden yapılmıştır. Ham demirden çelik elde
etmişler kılıç, kalkan, mızrak, ok uçları gibi eşyalar
yapmışlardır. Türkler ahşap malzemeden ihtiyaçlarına göre sandalye, masa, dolap gibi ev eşyaları, mutfak takımları, göçlerde kullanılan araba ile at koşum takımlarını da
ustalıkla yapmışlardır.
Türkler dokumacılık sanatında da gelişme göstermişler yünden keçe, çadır, çeşitli giysiler dokumuşlardır.
Türklerde halıcılık sanatı da erken dönemlerden itibaren gelişme göstermiştir. Güney Sibirya’da Altay dağları
eteklerindeki kurganlarda bulunan Pazırık Halısı, dünyanın en eski halısı olarak kabul edilmektedir. 1,9 m eninde 2 m boyunda olan halı, ince yün iplik kullanılarak Türk düğümüyle dokunmuştur. Desimetre kareye 3600 düğüm
atılmıştır.
B. TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE SANAT
1. Mimari
Türk-İslam sanatının temelleri Karahanlılar döneminde atılmıştır. Bu dönemin mimari eserleri diğer dönemlere örnek oluşturmuştur. Gazneliler Döneminde Hint ve İslam
sanatları kaynaşmış, Büyük Selçuklular; Xxxxxx, Sasani ve Karahanlı sanat ve mimari geleneklerini geliştirerek yeni sentezlere ulaşmış ve Türkiye Selçuklu sanatına kaynak
teşkil etmişlerdir.
a) Dini Mimari:
Türk-İslam devletlerinde yerleşik hayata geçişle birlikte imar faaliyetleri başlamış ve camiler başta olmak üzere medrese, kervansaray, köprü gibi pek çok eserler inşa
edilmiştir. Karahanlılar’da camide kullanılan kubbe, önemli bir mimari unsur olarak öne çıkmıştır. Türk üçgeni
kullanılmaya devam etmiştir. Büyük Selçuklularda büyük çapta camiler yapılmış ve eyvanlı tip cami modelini
geliştirmişlerdir. Büyük Selçukluların İran’da yaptıkları Mescid-i Cuma camileri kubbenin önem kazandığı camilerdir.
İslamiyet’in etkisiyle gelişen minare geleneği Türk-İslam sanatında önemli bir yere sahiptir. Minareler tuğlaların farklı dizilmesiyle, çeşitli bitki motifleriyle, geometrik desenler, çini süslemeleri ve kufi yazılarla süslenmiştir.
13. yüzyıldan itibaren Anadolu’da cami ve medreselerin giriş kapılarına çifte minare yapılmıştır. Çifte minareler devleti sembolize etmesi ve daha ihtişamlı görünmesi
nedeniyle kullanılmıştır. Erzurum Çifte Minareli Medrese, Sivas Gök Medrese, Sivas Çifte Minareli Medrese bunlara örnektir. Osmanlı minareleri daha önceki dönemlere göre daha ince ve süslüdür.
İlk Türk-İslam devletlerinde anıt mezar ilk kez Karahanlılar döneminde Türbe Mimarisi şeklinde ortaya çıkmıştır.
Selçuklularda anıt mezarlar türbe ve kümbet olmak üzere iki şekilde inşa edilmiştir. Konik veya piramit bir külahla
örtülen mezarlara kümbet, kubbeyle örtülü olanına da türbe denir.
Anadolu’da taş bol bulunduğu için anıtmezarlarda tuğlanın yerine daha çok taş kullanılmıştır. Başlangıçta tek olarak yapılan bu binalar daha sonra cami ve medreselere bitişik olarak inşa edilmiştir.
Dini mimarinin önemli unsurlarından biri de medreselerdir.
Türk-İslam devletlerinde ilk medrese Karahanlılar
zamanında yapılmıştır. Selçuklular medresede yeni bir tarz oluşturmuşlardır. Bu tipte yatılı öğrenci odaları ve
dersaneler bir araya gelmiştir. Bu dönemin en önemli medresesi şüphesiz Nizamiye Medreseleri’dir.
Beylikler ve Türkiye Selçukluları dönemi medrese mimarisi, temel olarak Büyük Selçuklu geleneğine dayanır. Anadolu medreseleri kubbeli ve eyvanlı olarak iki tip hâlindedir,
daha küçük ölçülerde ve dikdörtgen şeklinde yapılmış olup süslemeli taç kapıya sahiptir. Kubbeli medreselerde avlunun üstü bir kubbeyle örtülüdür.
b) Sivil Mimari
Bu alanda ilk eser kervansaraylar ilk kez Karahanlılar
zamanında yapılmış ve adına ribat denilmiştir. Güvenlik ve konaklama amacıyla yapılan ribatlar savunma duvarlarıyla çevrili, mescit, ahır ve odalardan oluşan bir yapıdır.
Türkiye Selçukluları’nda kervansaraylar anıtsallıkları,
planları ve süslemeleriyle ön plana çıkar. Han veya Xxxxxx Xxx denilen bu yapılar avlulu kapalı ve karma olarak inşa edilmiştir. Avlunun ortasındaki köşk mescidiyle beraber kütüphane, revir, hamam, tamirhane gibi toplum ihtiyacına yönelik birçok bölüm de hanlarda yer almaktadır.
Saraylar, Gazneliler döneminde daha fazla gelişme
göstermiştir. Gazne saray planları daha sonraki dönemlere örnek oluşturmuştur.
Türkler Anadolu’ya gelirken Orta Asya ve İran’daki geleneksel mimariden etkilenerek konut mimarisinde yeni sentezler oluşturmuştur. İlk Türk evleri çadırın bir kopyası
olarak inşa edildi. Çadırdaki düzen daha sabit sembollerle ev planına aktarıldı.
Beylikler Döneminde Mixxxx Xxxxxx Xxxxxxxler Türkiye Selçukluları’nın Kösedağ Savaşı’ndan sonra dağılmasıyla birlikte Anadolu’da beylikler dönemi
başlamıştır. Bu beylikler yaptıkları eserlerle Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli rol oynamışlar ve Osmanlı mimari anlayışına da temel oluşturmuşlardır.
2. Süsleme Sanatı
Türk-İslam devletlerinde süsleme sanatı il Türk devletlerine göre değişiklik ve çeşitlilik göstermiştir. Uygurlardan beri kullanılan çini sanatı Karahanlılar ve Gaznelilerde de görülmektedir. Bu sanat beylikler döneminde de gelişimini sürdürmüştür. Çinilerde yazı ve geometrik şekiller
kullanılmıştır.
Türkler Anadolu’ya gelinceye kadar eserlerinde tuğla süslemeleri kullanmışlar, Anadolu’da taşın bol olması taş oymacığını da geliştirmiştir. Taş süslemelerde çift başlı kartal, kartal, kuş, ejder, aslan, geyik, melek, yıldız gibi figürler kullanılmıştır. Taş süslemenin yanında ahşap
işçiliği yapıların pencere ve kapı kanatlarında, cami minberlerinde kullanılmıştır.
Resim konusundaki dini endişe minyatür sanatının
gelişmesini sağlamıştır. İlk büyük Türk hattatı Amasyalı Yakut’un (XIII. yüzyıl) hat sanatının tüm kaidelerini ortaya koymasıyla Türk hat sanatının temelleri atılmıştır. Hat sanatı sadece kitaplarda değil seramik kaplar, madenî eşyalar ve mimari eserler üzerinde de görülmektedir.
3. El Sanatları
Büyük Selçuklular döneminde gelişen maden sanatı XII. yüzyılda Artuklular ve Selçuklular ile Anadolu’da varlığını sürdürmüştür. Oyma, kakma, kabartma gibi tekniklerin kullanıldığı bu sanat alanında kandil, şamdan, buhurdanlık gibi gündelik yaşama ilişkin birçok madeni eşyalar
yapılmıştır.
İlk Türk devletlerinden itibaren yaygın olan halı ve kilim dokumacılığı gelişerek devam etmiştir. Halıyı Anadolu’ya Türkler getirmiş ve halıcılık Orta Anadolu’dan Batı’ya yayılmıştır. Halılarda baklava, yıldız, bitki ve hayvan motifleri kullanılmıştır.
C. OSMANLI SANATI
Osmanlı sanatı, Selçuklu, İran ve Bizans sanatından da
etkilenerek kendine has bir üslup oluşturmuş ve dünya sanat tarihinde kendisine müstesna bir yer edinmiştir.
1. Mimari
Osmanlı mimarisi, en çok Selçuklu mimarisinden
etkilenmiştir. Çeşitli dönemlerde farklı özellikler gösteren Osmanlı mimarisi erken, klasik ve geç dönem olmak üzere sınıflandırılabilir.
a. Dinî Mimari:
Erken dönem Osmanlı mimari eserleri İznik, Bursa ve Edirne’de yapılmıştır. Dinî mimari alanındaki cami, medrese ve türbelerdir. Osmanlı Devleti bu dönemde
Selçuklu Dönemi camilerini örnek almışlardır. Tek kubbeli, ters T planlı, çok ve merkezî kubbeli camiler ve Klasik Döneme geçiş camileri bu döneme ait örneklerdir.
İstanbul’un Fethi’yle başlayan klasik dönemde Osmanlı mimarisi kendine has üslubunu oluşturmuştur. İlk kez merkezî kubbeli camilere yarım kubbeler eklemek ya da tek bir merkezî kubbe ile mekânı örterek geniş alan oluşturma amacı bir ölçüde gerçekleştirildi. Bu dönemin ilk örneği
İstanbul Bayezit Camii’dir.
Osmanlı mimarisi, Xxxxx Xxxxx(1489–1588) ile en yüksek zirvesine ulaşmıştır. Xxxxx, Xxxxxx, II. Xxxxx ve III. Xxxxx devirlerinde mimarbaşılık yapan Xxxxx Xxxxx, 300’den
fazla eser yapmıştır. En önemli üç eseri; İstanbul Şehzadebaşı Camii çıraklık, İstanbul Süleymaniye Camii kalfalık, Edirne Selimiye Camii ustalık dönemi eserleridir.
Bu dönem aynı zamanda büyük külliyeler devri’dir. Şehirler, merkeze yapılan külliyenin etrafında gelişme gösterdi. Bu dönemde Edirne, Amasya ve İstanbul’da yapılan külliyeler yapılmıştır.
XVII. yüzyılda Mimar Xxxxxx Xxx Xxxxxx Xxxxx Camii’ni yapmıştır. İstanbul Eminönü Meydanı’ndaki Yeni Camii 17. yüzyılda yapılan klasik eserlerdendir.
XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti ile Avrupa arasındaki yakın ilişkiler mimariyi de etkilemiş ve Batı sanatındaki Barok ve Rokoko tarzları Osmanlı mimarisinde
kullanılmaya başlanmıştır. Valide Camii, Laleli Camii ve Nuruosmaniye Camii bu anlayışa örnektir. Bu yeni tarz Geç Dönem Osmanlı Mimarisi olarak adlandırılmıştır.
Klasik Dönem Osmanlı medreseleri genellikle külliye içinde yer alırken bağımsız olarak yapılanları da vardır. Sahn-ı Seman ve Süleymaniye medreseleri en önemlileridir.
Osmanlı türbeleri daha sonraları çokgen gövdeli olarak inşa edilmiş, iç ve dış mekânda süslemelere yer verilmiştir.
Xxxxx Xxxxx’xx birlikte önü revakla örtülü türbeler yapılmıştır.
b. Sivil Mimari:
Osmanl Devleti; kuruluşundan itibaren İznik, Bursa, Edirne ve İstanbul başta olmak üzere fethedilen yerlerde sivil mimariye de önem vermiştir. Bu yapıların başında saray, köşk, kervansaray, han, çarşı (bedesten), sebil (çeşme), hamam ve su kemerleri gelmektedir.
Osmanlı Dönemi en önemli sarayı Fatih döneminde yaptırılan Topkapı Sarayı’dır. 380 yıl Osmanlı
padişahlarının yaşadığı ve devletin yönetildiği merkez olmuştur.
Geç Dönem Osmanlı mimarisinde dinî alanda olduğu gibi sivil alanda da Batı etkisi görülmüştür. Xxxxxx Xxxxxxxxxx döneminde Avrupa sarayları örnek alınarak Dolmabahçe Sarayı yaptırılmıştır. Sarayın mimarları Xxxx Xxxx Xxxx, Xxxxxx Xxxxxx ve Xxxxxxx Xxxxxx’xxx. Sarayın süslemeleri barok, rokoko, ampir özelliklerini gösterir.
Türklerin farklı coğrafyalardan etkilenerek kazandıkları mimari tecrübeler zaman içinde kaynaşarak geleneksel Türk evini ortaya çıkarmıştır. Tüm Osmanlı topraklarında inşa
edilen bu evler, bugün Balkanlarda ve Kırım’da görülmeye etmektedir.
Osmanlı Devleti’nde ticaret yolları üzerinde
kervansaraylar ve şehir merkezinde hanlar inşa edilmiştir.
Osmanlı kervansarayları tuğla ve kesme taştan Selçuklu
planına uygun biçimde yapılmıştır. Hanlar ise iki katlı olup alt katlarda depo ve ahırlar, üst katlarda yolcuların kalmaları için odalar bulunmaktadır.
Ayrıca şehirlerde ticaretin yapıldığı bedestenler yapılmıştır.
Etrafı dükkânlarla çevrili olup üzerleri kubbeler ile örtülüdür. Bedestenler genellikle taştan yapılmıştır.
Osmanlı Devleti egemenlik kurduğu Balkanlar, Kırım, Orta Doğu ve Kuzey Afrika topraklarında pek çok cami, köprü, tekke, han, hamam, kale gibi eserler yapmıştır.
2. Süsleme Sanatları
Osmanlı Devleti’nde minyatür sanatı gelişmiş pek çok
sanatçı yetişmiştir. Xxxxxx Xxxxx Xxx(XV. yüzyıl), Matrakçı Nasuh(XVI. yüzyıl), Levni(XVIII. yüzyıl) bunlardan
bazılarıdır. Bunların dışında hat, ebru tezhip, çinicilik, oymacılık ve ahşap işçiliği sanatları da çok gelişmiş ve birbirinden güzel eserler verilmiştir.
3. El Sanatları
Halıcılık, Osmanlı döneminde de gelişimini sürdürmüştür. Halılarda genellikle Selçuklularda kullanılan geometrik motifler yerini bitkisel motiflere bırakmıştır. Yün, pamuk ve ipekten halılar dokunmuştur. Osmanlılar altın, gümüş, bakır ve pirinçten tombak denilen altın kaplamalı eşyalar, minare âlemleri, ibrik, leğen, gümüş, bakır tepsiler ve benzeri
mutfak eşyaları yapmışlardır. Osmanlılarda ciltçilik sanatı da gelişmiştir.
4. Müzik
Osmanlıda musikinin öğretilip icra edildiği yer Enderun mektebi, Mehterhane Mevlevi ve Bektaşi tekkeleriydi. Ayrıca Xxxxxxxxxxx, Xxxxxxx gibi halk şairleri de
Türk sazı ile türküler söylerdi.
XIV. ve XV. yüzyılda yetişen Xxxxxxxxxx Xxxx ile Xxxxxxxxxx Xxxxxx, XVI. yüzyılda da Kırım Xxxx Xxxx Xxxxx Xxx önemli bestekârlardandı. Bu dönemde
Türk musikisinin başlıca aletleri ney, kemençe, çöğür, zil, zurna, kopuz, bağlama, davul, kös ve tamburdu.
XVII. yüzyılda ise Xxxx Xxx, Hafız Post Xxxxxxx Xxxx Xxxxxx (ölümü: 1712) gibi önemli bestekârlar yetişti. Itrî, musikimize Neva-kar makamını kazandırdı.
XIX. yüzyılın en önemli bestekârları Xxxxxx Xxxx Xxxxxx, Xxxxxxxxxx Xxxxxx Xxxxxx, Xxxxxx Xxxxx Xxxx, Xxxx Xxxx Xxx, Xxxxx Xxx ve Xxxxxxx Xxxxx Xxx’xx. Ayrıca 1826’da İtalyan Donazetti başkanlığında (1831) Mızıka-yı Hümayun kurulmuştur. 1908’de de
Darülelhan (konservatuvar) kuruldu. Bunun yanında Osmanlı padişahlarından müzik ile uğraşmıştı. II. Xxxxx, XX. Bayezit, IV. Xxxxx, XX. Xxxxxxx, XXX. Xxxxx, XXX. Xxxxx, XX.
Xxxxxx bunlara örnek verilebilir. III. Xxxxx Xxxx xxxxxx makamını keşfetmiş ve besteler yapmıştır.
Ç. CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK SANATI
1. Mimari
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra başlayan milliyetçilik
akımı, Osmanlı mimarlarını da etkilemiş ve Osmanlı
mimarisini Batı etkilerinden kurtarmak isteyen mimarlar, I. Ulusal Mimarlık Akımı etrafında toplanmıştır. Bu akıma göre Selçuklu ve Osmanlıdan gelen mimari öğeler Batı
tarzlarıyla birleştirilmelidir.
Bu dönemde yapılan eserlerde Klasik Osmanlı mimarisinde görülen sütun ve kemerler yeniden kullanılmış ve yapıların cephe, giriş ve köşeleri kubbelerle hareketlendirilerek, yapı planları Batı’dan alınırken süslemede Türk çinileri
kullanılmıştır. Xxx Xxxxx Xxx, Xxxxx Xxxxxxxxxx Xxx, Xxxxx Xxx dönemin ünlü mimarları arasındadır.
1940- 1950 yılları arasında ortaya çıkan II. Ulusal Mimarlık Akımı Selçuklu ve Osmanlı geleneğini devam ettirmiştir. Bu dönemdeki sivil mimarlık özellikle Türk evinin etkisinde
kalmıştır. Dönemin eserlerinden biri; Xxxx Xxxx ve Xxxxx Xxxx’xxx yaptığı Anıtkabir’dir.
2. Müzik
Cumhuriyet Döneminde inkılâpların etkisiyle daha çok Klasik Batı Müziğine önem verildi. 1924 yılında müzik öğretmeni yetiştirmek için Musiki Muallim Mektebi
kuruldu. Sanatçı yetiştirme işlevini de üstlenen kurum, daha sonra Ankara Devlet Konservatuvarı oldu. Müzik eğitimi
için Avrupa ülkelerine öğrenci gönderildi. Öğrenimlerini devlet adına yurtdışında yapan Xxxx Xxxxx Xxxxx, Xxxxx
Xxxxx Xxxxx, Xxxxx Xxxxx Xxxxxx, Xxxxx Xxxxx Xxxxx Türk sanat tarihinde Türk Beşleri olarak anılmıştır. Eserlerinde
genellikle Batı müziği ilkelerini halk müziğinden gelen öğelerle birleştirmişlerdir.
3. Güzel Sanatlar
1883’te Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulmasıyla başlayan heykelcilik Cumhuriyet döneminde önemli gelişmeler kaydetmiştir. Xxxxxxxx Xxxxxx ve inkılâpların konu alınarak çok sayıda Xxxxxxx büstü ve heykelleri yapılmıştır. Xxxxx Xxxxxxx, Xxxxxx Xxxxxxxx yerli sanatçılardan Ratip Xxxx Xxxxxxxx,
Xxx Xxxx Xxxx, Xxxxx Xxxxxxxxx dönemin ünlü heykeltıraşlarıdır.
Minyatür sanatı XVIII. yüzyılda giderek etkinliğini kaybetmiş ve yerini resim sanatına bırakmıştı. Xxxxxx Xxxxxxxxx döneminde Avrupa’ya gönderilen ilk resim
sanatçıları Türkiye’de resim sanatının gelişmesinde etkili olmuştur. Xxxxx Xxxxx Xxxx, Xxxxx Xxxxx Xxx,
Xxxxxxxx Xxxxxx Xxx ve Xxxxxxx Xxxxx Xxxx bu dönemde yetişen ünlü ressamlardır.
1883’te kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’nden (Güzel Sanatlar Akademisi) mezun olan Xxxxxxx Xxxxx, Xxxxxxx Xxxx Xxxxx, Xxxxx Xxxxxx gibi kişiler Türkiye’de resim sanatının gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.
1929’da Bağımsız Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği kurulmuştur. İlk kuşak ressamları Türk resim sanatında yeni bir dönemin öncüsü olmuş ve bu sanatın benimsenmesi için büyük çaba harcamışlardır. 1933’te resim sanatının Avrupa sanat akımları doğrultusunda gelişmesi gerektiğini savunan bazı ressamlar D Grubu’nu kurmuşlardır. Bu sanatçılar eserlerinde kübizmin etkisinde kalmışlardır.
4. Edebiyat
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, daha önce Millî Edebiyat akımı etkisinde şiirler yazan Beş Hececiler, hece ölçüsüyle şiir
yazmayı sürdürmüştür. Ayrıca Xxxxx Xxxxx Xxxxxxx, Xxxxx Xxxxx, Xxxxx Xxxxx Xxxxxxxx, Xxxxx Xxxxx Xxxxx, Xxxxx Xxxxx Xxxxxxx gibi şairler de önemli eserler vermişlerdir.
1928’de Yedi Meşaleciler olarak bilinen topluluk ortaya çıkmıştır. Yine bu yıllarda Xxxxx Xxxxx Xxxxxxx ile Xxxxx Xxxxx Xxxxxxxx dönemin diğer önemli şairleridir. Hikâye ve romanda; Xxxxx Xxxxx Xxxxxxxxxxxxx, Xxxxx Xxxx
Xxxxxxxx, Xxxx Xxxx Xxxxxxxxxx, Xxxxxx Xxxxxx Xxxxxxx ve Xxxxxx Xxxx dönemin öne çıkan en önemli yazarlardır. Bu dönemde Türk Dil Kurumu kurulmuştur. Dilde sadeleşme çalışmaları hızlanmış; sürüp gelen dil tartışmaları olmuştur.
Eserlerde Xxxxxxxx Xxxxxx, millî sorunlar ve halkın yaşam biçimi işlenmiştir. Sanatçılar, yapılan inkılâpları
benimsetmeyi, halkı aydınlatmayı görev saymışlardır. Şiirde ise aruz vezninin yerini hece ölçüsü almıştır.