İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2019-2020 Akademik Yili Ticaret Hukuku Dersi Final Telafi Sinavi Cevap Anahtari
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2019-2020 Akademik Yili Ticaret Hukuku Dersi Final Telafi Sinavi Cevap Anahtari
(Tek ve Çift Numarali Öğrenciler ile İkinci Öğretim Öğrencileri)
XXXX X (20 PUAN)
Tacir (A), ürettiği bilgisayarların Marmara Bölgesinde satışı konusunda (B) ile yazılı bir acentelik sözleşmesi akdetmiştir. Sözleşmede ayrıca (B)’nin acentelik sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir yıl boyunca, Marmara Bölgesinde bilgisayar satışı ile alakalı faaliyetlerde bulunmayacağı kararlaştırılmış ve bu taahhüde mukabil uygun bir ücret de belirlenmiştir.
İlerleyen günlerde esnaf (E), yazıhanesinde kullanmak üzere (A)’dan 5.000-TL bedelli bir bilgisayar satın almıştır. Bu satışa ilişkin düzenlenen, bilgisayar bedelinin 8.000-TL olarak gösterildiği faturayı 10.10.2019 tarihinde teslim alan (E) faturaya itiraz etmediği gibi, vadede (A)’ya bir ödeme de yapmamıştır. Bunun üzerine (A), (E)’ye karşı 8.000-TL’nin tahsili talebiyle bir icra takibi başlatmıştır. (E), faturaya itiraz etmemiş olsa dahi faturada gösterilen bedel üzerinden icra takibi yapılamayacağı gerekçesiyle takibe itiraz etmiştir.
Acentelik sözleşmesinin, kararlaştırılan sürenin dolması nedeniyle sona ermesinin ardından ve henüz bu sona ermenin üzerinden bir yıl geçmeden (B), bilgisayar ticareti konusunda faaliyet gösteren (Z) Anonim Şirketi’nin [=(Z) AŞ] sermayesinin %25’ini temsil eden payları satın almış ve ayrıca (A)’nın müşterilerine ilişkin bilgileri (Z) AŞ ile paylaşmıştır. Bu durumu öğrenen (A), (B)’ye noter aracılığıyla bir ihtarname göndererek, i) (B)’nin (Z) AŞ’de pay sahibi olmasının ve ii) kendisine [=(A)’ya] ait müşteri çevresine dair bilgileri (Z) AŞ’ye açıklamasının acentelik sözleşmesi sonrasına ilişkin olarak yaptıkları anlaşmaya aykırı olduğunu bildirmiş ve uğradığını ileri sürdüğü 50.000-TL tutarındaki zararı tazmin etmesini talep etmiştir.
Sorular
1. (E)’nin takibe yönelik itirazı yerinde midir? (E)’nin esnaf olmasını da dikkate alarak değerlendiriniz.
Bir fatura alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde, faturanın içeriği hakkında bir itirazda bulunmamışsa bu içeriği kabul etmiş sayılır (TK 21/2). Dolasıyla faturayı düzenleyen lehine, sekiz gün içinde itiraza uğramayan faturanın “olağan içeriğinin” taraflar arasındaki sözleşmeye uygun olduğuna ilişkin aksi ispat edilebilir bir karine öngörülmüştür.
“Bedel”, faturanın olağan içeriğindendir. Ancak TK 00/0’xx xxxxxxxxxx karinenin uygulanabilmesi için faturayı alan kişinin tacir olmasının gerekip gerekmediği hakkında doktrinde görüş birliği yoktur. Bir görüş uyarınca, TK 00/0’xx xxxxxxxx “faturayı alan kişi” ifadesi yer aldığından, faturayı alan kişinin tacir olmaması hâlinde dahi karine uygulanabilir. Bu görüşün kabul edilmesi durumunda, faturaya süresi içinde itiraz etmeyen (E)’nin icra takibine ilişkin itirazı yerinde değildir ve (E), sözleşme bedelinin 5.000-TL olduğunu ispatla yükümlüdür. Buna karşılık TK 21’in kanunda “tacir olmanın hükümleri” arasında düzenlenmesinden ve tacir olmayan kişilerin böyle bir yükümlülüğe tabi tutulmasının yerinde olmamasından hareketle, baskın görüş uyarınca incelediğimiz karinenin uygulanabilmesi için her iki tarafın da tacir olması gerekir. Bu görüşün kabul edilmesi hâlinde tacir olmayan (E)’nin itirazı yerindedir ve ispat yükünün yer değiştirmediği sonucuna ulaşılmalıdır.
2. a) (B)’nin (Z) AŞ’de pay sahibi olması (A) ile aralarındaki sözleşme sonrasına ilişkin anlaşmayı ihlal eder mi? Tartışınız.
(A) ile (B) arasında TK 123 uyarınca sözleşme sonrası rekabet yasağı anlaşması akdedilmiştir. Acentenin işletmesine ilişkin faaliyetlerini sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonrası için sınırlandıran anlaşmanın geçerli olabilmesi için yazılı şekilde yapılması şarttır. Ayrıca, bir geçerlilik koşulu olmamakla birlikte, anlaşma hükümlerini içeren ve müvekkil tarafından imzalanmış bulunan bir belgenin acenteye verilmesi de kanunda gerekli görülmüştür. Anlaşma en çok, ilişkinin bitiminden itibaren iki yıllık süre için yapılabilir ve yalnızca acenteye bırakılmış olan bölgeye veya müşteri çevresine ve acentenin kurulmasına aracılık ettiği sözleşmelerin taalluk ettiği konulara ilişkin olabilir. Müvekkilin, rekabet sınırlaması dolayısıyla, acenteye uygun bir tazminat/ücret ödemesi şarttır. Somut olaydaki rekabet yasağı anlaşması TK 123’te aranan şartlara uygun bir biçimde akdedilmiş olup, geçerlidir. Bu anlaşma uyarınca (B), belirli bir bölgede ve zaman
diliminde (=Marmara Bölgesinde, bir yıl boyunca), kendisi veya bir başkası adına bilgisayar satışına ilişkin faaliyetlerde bulunamayacaktır.
Acentenin sözleşme sonrası rekabet yasağı anlaşmasında belirlenen yer, konu ve zamana aykırı olarak böyle bir işi kendisi veya başkası adına yapması yahut ilgili konuda faaliyet gösteren bir şirkete sınırsız sorumlu ortak olması gibi faaliyetleri rekabet yasağı kapsamında sayılır. Acentenin aynı konuda faaliyet gösteren bir sermaye şirketine ortak olması ise kural olarak rekabet yasağına aykırılık teşkil etmez. Ancak acentenin bu şirkette çeşitli yollarla yönetimi belirleme imkânını haiz olması durumunda rekabet yasağına aykırılık söz konusu olabilir. Somut olayda (B), rakip şirket (Z) AŞ’de sahip olduğu sermaye payı itibarıyla yönetimi belirleme imkânına sahip olmadığından, (B)’nin bu ortaklığı rekabet yasağı anlaşmasını ihlal edici nitelikte değildir.
b) (B)’nin müşteri çevresine ilişkin bilgileri (Z) AŞ ile paylaşması (A) ile aralarındaki sözleşme sonrasına ilişkin anlaşmayı ihlal eder mi? Tartışınız. (A)’nın, bu eylemden doğan zararının giderilmesine yönelik farklı bir hukuki sebebe istinaden tazminat talep etme imkânı var mıdır? Açıklayınız.
TK 123 uyarınca rekabet yasağı anlaşması, acentenin işletmesine ilişkin faaliyetlerini acentelik sözleşmesinin sona ermesinden sonrası için sınırlandırmayı amaçlar. Bu bakımdan rekabet yasağı anlaşmasında karakteristik edim, acentenin rekabet etmemesidir. Eski müvekkilin iş sırlarının/müşteri çevresinin açıklanması “rekabet etme” kapsamında sayılmadığından, (B)’nin (A)’nın müşteri çevresine dair bilgileri (Z) AŞ’ye açıklaması rekabet yasağı anlaşmasına aykırılık teşkil etmez.
Ancak (A), haksız rekabet hükümleri uyarınca (B)’den tazminat talep edebilir. Zira müşteri çevresine ilişkin bilgiler (A)’nın iş sırrı niteliğindedir. Dolayısıyla (B)’nin müşteri çevresine ilişkin bilgileri (Z) AŞ ile paylaşması, TK 55/1-(d) uyarınca iş sırlarının hukuka aykırı olarak açıklanması anlamına gelir.
Ek Açıklama: TK’da buna ilişkin açık bir düzenleme yer almasa da Alman ve İsviçre hukuklarında, acentenin sadakat yükümlülüğünün bir sonucu olarak, acentenin, acentelik sözleşmesinin sona ermesinden sonra bile (eski) müvekkilinin iş sırlarını ifşa edemeyeceği kabul edilmektedir. Bu gerekçe ileri sürülerek (B)’nin faaliyetinin, acentelik sözleşmesi sonrasına da sirayet eden sadakat yükümlülüğüne aykırılık teşkil ettiği, (A)’nın buna dayanarak bir talepte bulunabileceği de savunulabilir.
OLAY II (20 PUAN)
(D), satın aldığı mallar karşılığında (L)’ye 11.04.2019 düzenlenme tarihli, vade kısmı boş bırakılmış ve diğer unsurları tam olan bir bono düzenleyerek teslim etmiştir. (L), bu bonoyu “Ödenmemesinden sorumlu değilim.” kaydını düştüğü bir tam ciro ile (A)’ya; (A) ise imzasının yanına “27.12.2019’a kadar ibraz ediniz.” ibaresini eklediği bir tam ciro ile (B)’ye devretmiştir. Bonoyu (B)’nin masasında bulan (M), (B)’nin imzasını taklit ederek senedi (H)’ye bir beyaz ciro ile devretmiştir. (H), 06.01.2020 tarihinde bonoyu ödenmesi için (D)’ye ibraz etmiş, (D) ise ödeme yapmayı reddetmiştir. Bunun üzerine (H), 10.01.2020 tarihinde noter vasıtasıyla bir ödememe protestosu düzenlettirmiştir.
Sorular
1. (H)’nin başvurma hakkı doğmuş mudur? Ciro zincirini çizip (H)’nin yetkili hamil olup olmadığını da tespit ederek açıklayınız.
(A)’ya ödeyiniz. Ödenmemesinden sorumlu değilim.
İmza (L)
(B)’ye ödeyiniz. 27.12.2019’a kadar ibraz ediniz.
İmza (A)
(Ödeyiniz.)
İmza (B)
Şeklen yetkili hamil, bonoyu düzgün bir ciro zincirine dayanarak elinde bulunduran kişidir. TK 686 uyarınca düzgün bir ciro zinciri için gereken koşullar şu şekildedir: Öncelikle ilk ciro lehtar tarafından yapılmalıdır.
İkinci olarak her bir tam ciro işleminde, senet kendisine ciro edilen kişi bir sonraki cironun cirantası olmalıdır. Nihayet son cironun beyaz ciro veya hamil lehine yapılmış bir tam ciro olması gerekir. Ciro zincirinde yer alan beyaz ciro zinciri bozmaz.
Öte yandan eğer bir bono, bono ile borçlanmaya ehil olmayan kişilerin imzasını, sahte imzaları, hayalî kişilerin imzalarını veya imzalayan ya da adlarına imzalanmış olan kişileri herhangi bir sebeple bağlamayan imzaları içerirse, diğer imzaların geçerliliği bundan etkilenmez [TK 778/2-(d), 677]. Buna “imzaların bağımsızlığı/istiklali ilkesi” denilir. Dolayısıyla (B)’nin imzasının (M) tarafından taklit edilmiş olması diğer imzaların sıhhatini etkilemeyeceği gibi, ciro zincirini de bozmayacaktır.
Açıklanan tüm bu şartlar olayda sağlandığından, (H) senedin meşru hamilidir.
Başvurma hakkının doğması için bononun öncelikle ödenmek üzere düzenleyene ibraz edilmesi zorunludur. TK 713 vd. hükümlerine göre, eğer düzenleyene başvurulmasına rağmen bono ödenmezse hamilin başvurma hakkını kullanabilmesi için bononun ödenmediğini noter tarafından düzenlenen bir protesto ile tespit ettirmesi gerekir (=ödememe protestosu). Görüldüğünde vadeli bonolarda TK 704/1’e göre senedin düzenlenme tarihinden itibaren bir yıl içerisinde ibraz edilmesi ve ödeme yapılmazsa TK 714/3’e göre yine bu süre içinde protesto düzenlenmesi gerekir [TK 778/1-(b), (d)].
Olaydaki senette vade unsuru boş bırakıldığından, söz konusu bono görüldüğünde vadelidir (TK 777/2) ve olayda protesto, düzenlenme tarihinden itibaren bir yıllık ibraz süresi içerisinde çekildiğinden başvuru hakkının kullanılması mümkündür.
2. (H)’nin başvurma hakkının bulunduğu varsayımında, bono dolayısıyla kime/kimlere müracaat edebileceğini olaydaki her bir kişi bakımından ayrı ayrı değerlendiriniz.
Usulüne uygun bir ödememe protestosu çekildikten sonra bononun hamili TK 713 uyarınca senedin düzenleyenine, cirantalara ve bono dolayısıyla taahhüt altına girmiş diğer kişilere başvurabilir [TK 778/1-(d)]. Bu kapsamda (H) ilk olarak senedin asıl borçlusu olan düzenleyen (D)’ye başvurabilir.
(H)’nin (L)’ye karşı başvuru hakkını kullanması mümkün değildir. Zira (L)’nin cirosuna eklediği “Ödenmemesinden sorumlu değilim.” şeklindeki kayıt, bir sorumsuzluk kaydıdır. Sorumsuzluk kaydı, cironun teminat işlevini herkese karşı ortadan kaldırır [TK 778/1-(a), 685/1]. Bu nedenle cirosuna böyle bir kayıt ekleyen ciranta, senedi ciro ettiği kişi de dâhil olmak üzere, ödememeden dolayı hiç kimseye karşı sorumlu tutulamaz.
İkinci olarak (H)’nin (A)’ya karşı da başvuru hakkını kullanması mümkün değildir. Çünkü TK 704/1 uyarınca görüldüğünde ödenmek üzere düzenlenen senetlerde bir yıllık ibraz süreleri cirantalar tarafından kısaltılabilir [TK 778/1-(b)]. Fakat ciroda ibraz için bir süre şart kılınmışsa, ancak ciranta bu süreyi ileri sürebilir [TK 778/1-(d), 730/3]. Xxxxxx (A) cirosuna “27.12.2019’a kadar ibraz ediniz.” kaydını eklediğine ve senet 06.01.2020 tarihinde ödeme için ibraz edildiğine göre, (A) ibraz süresini kısaltmak için yazdığı bu kayda dayanarak TK 730/3 uyarınca ödeme yapmama hakkına sahiptir.
Son olarak, imzası (M) tarafından taklit edilen (B)’nin de (H)’ye karşı herhangi bir sorumluluğu yoktur. (B)’nin adına sahte imza atılması, onun kendisine başvuran herkese karşı ileri sürebileceği bir mutlak def’i meydana getirir. Yani olayda (B), imzasının taklit edildiğine ilişkin mutlak def’iyi, başvuruyu yapanın iyiniyetli olup olmaması fark etmeksizin, kendisine ödeme için başvuran herkese karşı ileri sürebilir.
Ek Açıklama: (B)’nin imzasını taklit eden (M) ise atmış olduğu sahte imza dolayısıyla, doktrindeki bir görüşe göre TK 678’de yer alan yetkisiz temsil hükümlerine [TK 778/2-(e)] veya diğer bir görüş uyarınca BK 49 ve devamında yer alan haksız fiil hükümleri çerçevesinde (H)’ye karşı sorumlu tutulabilir.
OLAY III (60 PUAN)
Esas sermayesi 1.000.000-TL olan ve eşit itibari değerli 100 adet paya bölünmüş bulunan (S) Tarım Ürünleri Ticaret Anonim Şirketi [=(S) AŞ] 10.10.2016 tarihinde ticaret siciline tescil ve ilan edilerek kurulmuştur. Tamamı nama yazılı olan ve şirketin tescilinden önce itibari değerlerinin dörtte biri ödenmiş bulunan şirket paylarının 20 adedi (P1)’e, 55 adedi (P2)’ye, 25 adedi de (P3)’e aittir. Şirketin esas sözleşmesinde -zorunlu diğer kayıtların yanı sıra- “yönetim kurulunun iki üyeden oluşacağı” hükmü yer almaktadır.
Hakkında iflas yoluyla icra takibi başlatılmış olan (Ü), (P1)’in paylarının tamamını satın almış ve 12.12.2017 tarihinde şirkete bu durumu bildirerek pay defterine kaydını istemiştir. Bu talebe karşılık (S) AŞ yönetim kurulu 14.12.2017 tarihinde (Ü)’ye bir bildirimde bulunarak, bir ay içerisinde 150.000-TL tutarında teminat göstermesini talep etmiştir. (Ü) ise istenen bu teminatı gösteremeyeceğini 17.01.2018 tarihinde (S) AŞ’ye bildirmiştir.
Bu arada, (S) AŞ’nin 11.01.2018 tarihinde yapılan 2017 yılı olağan genel kurul toplantısında, diğer gündem maddelerinin yanı sıra;
(i) (P2)’ye ait olan ve mahkemece atanan bilirkişilerce 200.000-TL değer biçilen bir kamyonun şirketçe satın alınmasına yönelik sözleşmenin onaylanmasına,
(ii) finansal tabloların onaylanmasına,
(iii) yönetim kurulu üyelerinin 2017 yılı faaliyetleri dolayısıyla ibra edilmelerine
(P1) ve (P2)’nin olumlu oylarıyla karar verilmiştir. Görüşmeler sırasında (P3), (ii) ve (iii) numaralı kararlara ilişkin müzakerelerin ertelenmesini talep etmiş, ancak bu talep genel kurulda oylamaya sunularak (P1)’in ve (P2)’nin oylarıyla reddedilmiştir.
Toplantıda alınan tüm kararlara olumsuz oy kullanarak muhalefetini xxxxxxxx geçirten (P3);
(i) numaralı kararın;
⮚ şirketin (Ü)’den teminat talep etmesinin kanuna aykırı olduğu, bu nedenle paylarını devretmiş bulunan (P1)’in toplantıya katılma ve oy hakkının bulunmadığı,
⮚ genel kurulun kamyon alımına ilişkin sözleşmenin onaylanması konusunda yetkili olmadığı,
⮚ (P2)’nin söz konusu kararda oy kullanamayacağı,
(ii) ve (iii) numaralı kararların ise;
⮚ görüşmelerin ertelenmesine yönelik talebinin hukuka aykırı olarak reddedildiği gerekçeleriyle söz konusu kararların hükümsüzlüğü talepli bir dava açmıştır.
İlerleyen günlerde iki yönetim kurulu üyesinden biri olan (Y1)’in vefatı üzerine diğer üye (Y2), boşalan üyeliğe (Y3)’ün geçici olarak seçilmesine karar vermiştir. (Y2)’nin böyle bir karar alamayacağını düşünen (P3), derhâl ikinci bir dava açarak, (S) AŞ’nin organsız kalmış olduğu gerekçesiyle feshini talep etmiştir.
Sorular
1. (S) AŞ genel kurul toplantısında alınan (i) numaralı kararın geçerliliğini, (P3)’ün bu karara ilişkin iddialarını ayrı ayrı değerlendirerek inceleyiniz.
i) (P3)’ün ilk iddiası, şirketin (Ü)’den teminat talep etmesinin kanuna aykırı olduğu, bu nedenle paylarını devretmiş olan (P1)’in toplantıya katılma ve oy hakkının bulunmadığı yönündedir. Kanunda veya esas sözleşmede aksi öngörülmedikçe nama yazılı paylar herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın serbestçe devredilebilirler (TK 490/1). Olayda esas sözleşmede payların devrini kısıtlayan bir hüküm bulunmamaktadır. Tamamı nama yazılı olan (S) AŞ paylarının itibari değerlerinin dörtte biri ödenmiş durumdadır. Bedeli tamamen ödenmemiş nama yazılı paylar ise ancak şirketin onayı ile devrolunabilir (TK 491/1). Burada bir “kanuni bağlam” söz konusudur. Bu hâlde şirketin onay vermeyi reddetmesi, sadece devralanın ödeme yeterliliğinin şüpheli olması ve şirketçe istenen teminatı göstermemesi durumunda gerçekleşebilir (TK 491/2). Olayımızda (Ü) hakkında iflas yoluyla takibe başlanmış olması, ödeme yeterliliğinin şüpheli olduğunu göstermektedir. Bu hâlde şirketin (Ü)’den teminat talep etmesi hukuka uygundur. (Ü), genel kurul toplantısı yapıldığı tarihte kendisinden istenmiş olan teminatı göstermemiştir. Şirket de bu nedenle pay devrini onaylamamış durumdadır. Devir için gerekli olan onay verilmediği sürece, payların mülkiyeti ve paylara bağlı tüm haklar devredende kalır (bu açıdan bkz. TK 494/1). Ayrıca şirketle ilişkilerde sadece pay defterine kayıtlı bulunan kimse pay sahibi olarak kabul edilir (TK 499/4). Hâl böyle olunca (P1)’in toplantıya katılma ve oy hakkının mevcut olduğu sonucuna varılacaktır.
ii) (P3)’ün ikinci iddiası, genel kurulun kamyon alımına ilişkin sözleşmenin onaylanması hususunda yetkili olmadığı yönünde olup bu iddia yerinde değildir. Zira olayda alınan kamyonun bedeli şirket sermayesinin
%20’sine tekabül etmekte ve bu işlem şirketin kuruluşunun üzerinden iki yıl geçmeden yapılmaktadır. TK
356 uyarınca şirketin tescilinden itibaren iki yıl içinde bir işletme veya aynın, sermayenin onda birini aşan bir bedel karşılığında devralınmasına veya kiralanmasına ilişkin sözleşmeler, genel kurulca onaylanıp ticaret siciline tescil edilmedikçe geçerli olmaz. Sözleşme, genel kurulun onay kararıyla birlikte tescil ve ilan olunur (TK 356/4). Ancak TK 356/1-4 hükümleri, şirketin işletme konusunu oluşturan veya cebri icra yoluyla iktisap edilen ayın ve işletmeler hakkında uygulanmaz (TK 356/5). Hükümde genel kurulun onayına tabi tutulan ayınlar duran malvarlığı kapsamında kabul edilenler olup, dönen malvarlığına ilişkin yapılan alımlarda genel kurulun onayı aranmamaktadır. Şirketin “işletme konusunu oluşturan” ve iktisabında genel kurul onayı aranmayan ayınlar, dönen malvarlığını işaret eder. Olayımızda ise (S) AŞ’nin kamyon alımı, duran malvarlığı kapsamındadır. Bu nedenle olaydaki sözleşme TK 356/1-4 hükümlerine tabidir ve genel kurul bu sözleşmenin onaylanması hususunda yetkilidir.
iii) (P3)’ün üçüncü iddiası ise (P2)’nin söz konusu kararda oy hakkından yoksun olduğu yönündedir. TK 436/1 uyarınca pay sahibi, kendisi, eşi, alt ve üstsoyu veya bunların ortağı oldukları şahıs şirketleri ya da hâkimiyetleri altındaki sermaye şirketleri ile şirket arasındaki kişisel nitelikte bir işe veya işleme ya da herhangi bir yargı kurumu yahut hakemdeki davaya ilişkin olan müzakerelerde oy kullanamaz. Olayda (P2) sahibi olduğu kamyonu şirkete satmakta, yapılan satış sözleşmesi bu yönüyle pay sahibi ile şirket arasında kişisel nitelikte (şirket işleri dışında) bir iş arz etmektedir. Bu nedenle TK 436/1 gereği (P2), bu işleme dair genel kurul kararının alınmasında oy hakkından yoksundur.
2. (S) AŞ genel kurul toplantısında alınan (ii) ve (iii) numaralı kararların geçerliliğini, (P3)’ün erteleme talebini dikkate alarak değerlendiriniz.
(S) AŞ genel kurulunda finansal tabloların onaylanmasına ve yönetim kurulu üyelerinin 2017 yılı faaliyetleri dolayısıyla ibra edilmelerine karar verilmiştir.
TK 420’ye göre, anonim şirketlerde finansal tabloların müzakeresi ve buna bağlı konular, sermayenin onda birine, halka açık şirketlerde yirmide birine sahip pay sahiplerinin istemi üzerine, genel kurulun bir karar almasına gerek olmaksızın, toplantı başkanının kararıyla bir ay sonraya bırakılır. Hükmün uygulanması için, talebin kanunda yer verilen azlık konumundaki pay sahibi/sahipleri tarafından yöneltilmesi gerekir ve ertelemenin kapsamına da “finansal tabloların müzakeresi ve buna bağlı konular” girer.
(P3), (S) AŞ’nin sermayesinin yüzde yirmi beşini temsil eden payların sahibidir. Dolayısıyla (P3)’ün, TK 420’de tanınan hakkı kullanabilmesi için gereken azlık konumuna sahip olduğu anlaşılmaktadır.
(P3) genel kurul gündemindeki (ii) ve (iii) numaralı maddelerin görüşülmesinin ertelenmesi talebinde bulunmuştur. (ii) numaralı gündem maddesi doğrudan “finansal tabloların onaylanması” olduğundan, bu maddenin zaten TK 420 uyarınca erteleneceği kuşkusuzdur. (iii) numaralı yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin gündem maddesi ise, TK 558 gözetildiğinde pay sahiplerinin ibraya ilişkin sağlıklı bir karar oluşturabilmek için şirketin finansal tablolarını incelemesinin gerekeceği, ibranın kapsamına giren hususların finansal tablolarda görülebileceği, ayrıca TK 424 hükmünün de ibra ile finansal tabloların onaylanması arasındaki bağlantıyı tasdik ettiği gerekçeleri ile TK 420 çerçevesinde “finansal tabloların müzakeresine bağlı konular” arasındadır ve TK 420 uyarınca erteleme kapsamına girer.
Dolayısıyla (P3)’ün azlık olarak gündemin (ii) ve (iii) numaralı maddelerinin görüşülmesinin ertelenmesini talep etmesi hukuka uygundur. Somut olayda (P3)’ün bu talebi genel kurulda yapılan oylama ile reddedilmiştir. TK 420’de açıkça ifade edildiği üzere, azlığın bu talebinin yerine getirilmesi genel kurul kararına ihtiyaç duymadığı gibi, talebin oylamaya sunulması da hukuka uygun değildir. Erteleme, genel kurulun bir karar almasına gerek olmaksızın, toplantı başkanının kararıyla gerçekleşir. Şu hâlde (P3)’ün talebine rağmen anılan gündem maddelerinin görüşülmesinin ertelenmemesi hukuka aykırı olup, alınan bu kararlar geçersizdir.
3. a) (Y2)’nin boşalan üyeliğe (Y3)’ü seçmesi mümkün müdür?
TK 363 gereğince, yönetim kurulunda herhangi bir sebeple bir üyelik boşalırsa, yönetim kurulu, kanuni şartları haiz birini, geçici olarak yönetim kurulu üyeliğine seçip ilk genel kurulun onayına sunar. Bu durumda yönetim kuruluna, yine bir yönetim kurulu kararıyla geçici olarak üye seçilmektedir.
(Y1)’in ölümü nedeniyle (S) AŞ yönetim kurulu üyeliği boşaldığı için TK 363’e göre bu üyelik bakımından yönetim kurulunda yeni üye seçimi yapılabileceği düşünülebilir. Ancak TK 363 çerçevesinde boşalan üyeliğin doldurulabilmesi için, yönetim kurulunda boşalan üyeler dışında kalan üyeler ile karar alabilecek yeter sayının
mevcut olması gerekir. TK 390 gereğince yönetim kurulu üye tam sayısının çoğunluğu ile toplanır ve kararlarını toplantıda hazır bulunan üyelerin çoğunluğu ile alır. (S) AŞ yönetim kurulu esas sözleşme hükmü uyarınca iki üyeden oluştuğu için yönetim kurulunda ancak bu iki üyenin olumlu oyuyla karar alınabilecek, yani tek bir üyenin oyu ile karar alınması mümkün olmayacaktır. Bu nedenle (Y2)’nin tek bir oy ile (Y3)’ü yönetim kurulu üyesi olarak ataması mümkün değildir.
Ek Açıklama: Tüm bu bilgilere değinildikten sonra, doktrinde aksi görüşün de savunulduğu gerekçe gösterilerek, somut olayda tek bir üyenin dahi kooptasyon yoluyla atama yapabileceği ileri sürülebilir.
b) (P3)’ün açtığı davada mahkeme feshe karar vermeli midir?
(P3), (Y3)’ün yönetim kurulu üyeliğine seçilmesi kararının geçersizliğini iddia ederek, (S) AŞ’nin organsız kalması nedeniyle feshinin gerektiğini ileri sürmektedir. TK 530 gereğince, uzun süreden beri şirketin kanunen gerekli olan organlarından biri mevcut değilse veya genel kurul toplanamıyorsa, pay sahiplerinin istemi üzerine şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi, yönetim kurulunu da dinleyerek şirketin durumunu kanuna uygun hâle getirmesi için bir süre belirler. Bu süre içinde durum düzeltilmezse, mahkeme şirketin feshine karar verir.
Somut olayda (Y1)’in ölümü ve (Y3)’ün yönetim kurulu üyeliğine seçilmesine dair (Y2)’nin karar alması üzerine (P3)’ün “derhâl” bir dava açtığı ifade edilmiştir. (Y1)’in ölümü ile birlikte (Y2) tek başına karar alarak yeni bir üye seçimi yapamaz. Dolayısıyla (S) AŞ yönetim kurulunun üye sayısının bire düşmesi, TK 390 çerçevesinde (S) AŞ yönetim kurulunun bir üye ile karar almasının da mümkün olmaması düşünüldüğünde,
(S) AŞ yönetim kurulu bakımından organ yokluğu mevcuttur. Ancak TK 530’a göre şirketin feshinin talep edilebilmesi için organ yokluğu durumunun uzun süreden beri devam etmesi gerekmektedir. Olayda (P3)’ün yönetim kurulu üyeliğinin boşalması ve yeni üye seçiminin ardından derhâl dava açtığı belirtildiğine göre, (S) AŞ yönetim kurulu bakımından uzun süredir devam eden organ yokluğu durumu söz konusu değildir. Dolayısıyla (P3)’ün açtığı davada mahkemenin organ yokluğu gerekçesiyle şirketin feshine karar vermemesi gerekir.
Ek Açıklama: TK 530 hükmü organsızlık durumuna yönelik özel bir fesih hükmü içermekte, TK 531 ise şirketin haklı sebeple feshini düzenlemektedir. Her ne kadar TK 530’un mevcudiyeti karşısında ayrıca TK 531’e başvurulup başvurulamayacağı hususunda görüş birliği yok ise de, TK 530’un koşullarına yer verildikten sonra, uzun süreli organ yokluğunun şirketin haklı sebeple feshi için de bir neden oluşturup oluşturmayacağı gerekçeli bir şekilde tartışılabilir. Bu kapsamda TK 531’in koşulları ve somut olaydaki durumun özellikleri açıklanıp, uzun süreli olmayan organ yokluğu ve şirketin pay sahiplerinin başvurusu suretiyle genel kurulun toplanmasını sağlama olanağının hâlâ devam ettiği gözetilerek, haklı sebeple fesih şartlarının oluşmadığı savunulabilir.