İdari Dava Daireleri Kurulu. Mozaik tablolara ceza soruşturması kapsamında el konulduğu ve yapılan ceza yargılaması neticesinde taşınmaz kültür varlığı olmasına karşın bu tabloların korunması gerekli eski eser niteliğinde oldukları gerekçesiyle "müzeye verilmesine" karar verildiği, bu şekliyle eserlerin müzede tutulmasının Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğunun açık olduğu, Bakırköy 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararıyla eserlerin müsadere edilmesine karar verilirken herhangi bir Kanun maddesine işaret edilmediği gibi müsadere ile ilgili de herhangi bir gerekçeye dayanılmadığının görüldüğü, müsadere kararının temyizi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesinin kararıyla eserlerin "2863 sayılı Kanun kapsamında olduğu belirlenen tescil ve tasnife tabii eserler" olduğundan bahisle müzeye verilmesine karar verildiği, Başvurucunun müzede tutulan eserlerin iadesi veya ikramiye verilmesi istemiyle açtığı davada İdare Mahkemesince verilen kararda, ülkemizin de tarafı olduğu Kültür Varlıklarının Kanunsuz İthal, İhraç ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklanması İçin Alınacak Tedbirlerle İlgili Sözleşmenin 7. maddesindeki koşulların somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin değerlendirilmediği, böylece başvurucunun iyi niyetli malik konumunda olup olmadığının açıklığa kavuşturulmadığı, Yurt dışından edinilerek yurda getirilen özel mülke konu kültür varlıklarının korunmasını ve gerek duyulduğunda müzelere alınmasını sağlama hususunun kamu makamlarının takdirinde olduğu, ancak mülkiyet hakkına yapılan bu müdahale ve sınırlamanın, belirlenen meşru amaç doğrultusunda Kanuna dayalı olarak ölçülülük ilkesi ve kamu yararı ile bireyin hakları arasında olması gereken adil denge de gözetilerek yapılmasının zorunlu olduğu, bunun için de öncelikle malike, uygulanan tedbirlere karşı savunma ve itirazlarını etkin biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması, söz konusu iddia ve savunmaların makul biçimde karşılanması ve ayrıca malikin iyi niyetli olduğunun tespit edilmesi durumunda zararının tazmini gerekeceği belirtilmiş, Sonuç olarak; kamu makamlarının, kültür varlıklarının korunmasında geniş bir takdir yetkisi olduğu kabul edilmekle birlikte, başvurucunun kanuna göre yurt dışında edindiği kültür varlıklarını getirmesinin serbest olmasından dolayı iyi niyetli malik olduğu gerekçesiyle eşyaların iadesi veya zararının tazmin edilmesi gerektiği yönündeki iddiaları, idari ve yargısal süreçler boyunca yeterli ve makul bir biçimde karşılanmadığına göre başvurucuya mülkiyet hakk...
İdari Dava Daireleri Kurulu. Anayasa ve yasalar tarafından öngörülen kuralların birbiriyle çeliştiği durumlarda Anayasa kurallarının esas alınmasını gerektirir. Dolayısıyla toplum hayatına ilişkin kurallar konulurken, nüfusumuzun %99'unun Müslüman olduğu kabulünden hareket etmek laiklik ilkesinin giderek ortadan kaldırılması anlamını taşır. Böylece başörtüsü konusunda dün imam-hatip öğrencilerine tanınan bir istisna, bugün ortaöğretimdeki bütün kız öğrenciler için bir hak haline dönüşür. Eğer kuralların kaynağı toplumun çoğunluğunun dini eğilimleri olmaya başlarsa laik düzenin devamından söz etmek imkânsız hale gelir. Din ve vicdan özgürlüğünün, temel bir insan hakkı olarak Anayasamızda (md. 24), Birleşmiş Milletlerin Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nde (MSHS) (md. 18) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (AİHS) (md. 9) yer aldığı konusunda herhangi bir kuşku yoktur. Anayasamız ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerde din ve vicdan özgürlüğüne yer verilmekle birlikte, bunun sınırlanabileceği durumlar da ilgili metinlerde (Anayasa md. 13-14, MSHS md. 18/3, AİHS md. 9/2) gösterilmiştir. Genel olarak bu hakkın kullanımına getirilen sınırlamalarda amaç, hakkın kötüye kullanımını önlemek ve kamu güvenliğini, düzenini, sağlığını, ahlâkını ya da başkalarının temel hak ve özgürlüklerini korumak olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla birbiriyle çelişkili gibi gözüken, bir yandan temel bir hakkın tanınması, bir yandan da buna getirilebilecek sınırlamalara yer verilmesi hususlarında, konuya ilişkin olarak verilmiş bulunan Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları yol gösterici mahiyette olacaktır. Din ve vicdan özgürlüğü kapsamında kadınların kamusal alanda başörtüsü/türban takabilmelerine imkân sağlayan hukuki düzenlemeler Anayasa Mahkemesinin 05/06/2008 tarih ve E:2008/16, K:2008/116 sayılı kararı (Anayasa'nın 10. maddesine eklenen ve yükseköğrenimde başörtüsünü serbest kılmayı amaçlayan ibarelerin iptali); 16/01/1998 tarih ve E:1997/1 (SPK), K:1998/1 sayılı parti kapatma kararı (Dinsel nedenlere dayanılarak başörtüsü ve türbanla boyun ve saçlarının örtülmesine resmi daire ve üniversitelerde serbestlik tanınması Anayasa'daki laiklik ilkesine aykırılık oluşturur); 09/04/1991 tarih ve E:1990/36, K:1991/8 sayılı kararı (Üniversitelerde kılık-kıyafet serbestisinin dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılmasını ve dinsel nitelikteki giysileri kapsamadığı gerekçesiyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda yapılan değişikliğin iptali isteminin reddi), ...
İdari Dava Daireleri Kurulu. Söke Organize Sanayi Bölgesi Müdürlüğünün 09/03/2011 tarih ve 2011/030 sayılı yazısında çırçır tesisi için organize sanayi bölgesi içerisinde yer olmadığının belirtildiği, İlk derece mahkemesi tarafından yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan 22/03/2018 havale tarihli ek bilirkişi raporunda ise; dava konusu yerde yapılmak istenilen çırçır fabrikasının organize sanayi bölgesi içerisinde yer almasının uygun olacağı ifade edildikten sonra, bölgede, tesisin kurulabileceği tuzluluk, alkalilik, bozuk drenaj vb. sorunlar nedeniyle verimlilik açısından davaya konu araziden daha düşük tarımsal verime sahip arazilerin mevcut olduğu tespitine yer verilmekle birlikte, bu alternatif alanların nereler olabileceği, bu yerlerin dava konusu alandan ne gibi öncelikleri olabileceği yönünde bir tespite yer verilmediğinin anlaşıldığı, Buna karşın, dava konusu taşınmaz için hazırlanan etüt raporunda, dava konusu yerin alternatifinin bulunmadığı tespitine yer verildiği ve Söke Organize Sanayi Bölgesinde de tesise yer olmadığının ortaya konulduğunun görüldüğü, Bu nedenle, dava konusu yer dışında alternatif alan bulunmadığı yönünde idarece yapılan tespit yerinde görüldüğünden, dava konusu alana alternatif alan bulunabileceği yönündeki bilirkişi raporunun hükme esas alınabilir nitelikte olmadığı sonucuna ulaşıldığı, Uyuşmazlığın kamu yararı yönünden incelenmesine gelince; Aydın Bilim, Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğü tarafından 01/09/2014 tarihinde davaya konu tesisin de içinde bulunduğu tesisler hakkında yapılan değerlendirmede söz konusu tarımsal depo izinli tesislerin çırçır tesislerine dönüştürülmesinde, kişiler ve toplum yararı birlikte gözetilerek insan, toplum ve çevre ilişkilerinde dengenin bozulmayacağı, ekonomik, ekolojik ve toplumsal kayıplar bakımından toplum aleyhine sonuçlar doğurmayacağı, tesis büyüklüğünün %10-15'ini çırçırlama faaliyetinin oluşturduğu, geri kalan kısımda pamuk depolandığı, pamuğun hasattan sonra bekletilmeden çırçırlanması gerektiğinden çırçır tesislerinin pamuk ekim alanlarına yakın olması gerektiği belirtilerek, dava konusu alanda çırçır fabrikası kurulmasında 5403 sayılı Kanun'a göre kamu yararı bulunduğunun ifade edildiği, Uyuşmazlıkta, davalı idarelerce, dava konusu tarım arazisinin amaç dışı kullanımının, sosyal ve ekonomik açıdan daha fazla kamusal yarar sağlayacağının, yapılacak tesis ile insan, toplum ve çevre ilişkilerinde dengenin bozulmayacağının, ekonomik, ekolojik ve toplumsal kayıplar bakımından toplum aleyhine so...
İdari Dava Daireleri Kurulu. T.C. D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
İdari Dava Daireleri Kurulu. İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU KARARLARI T.C. D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Xxxxxxx Xxxxxxxxx : -Teminatın İrat Kaydı,
İdari Dava Daireleri Kurulu. Özelleştirme Yüksek Kurulunun 01/06/2010 tarih ve 2010/31 sayılı kararıyla özelleştirme kapsam ve programına alınan Adana ili, Seyhan ilçesi, Kanalüstü Mahallesi, … ada, … nolu parsel üzerinde bulunan 7.210,55 m² yüzölçümlü Hazine adına kayıtlı taşınmazın satış yöntemiyle özelleştirilmesini teminen 21/12/2012 tarihinde gerçekleştirilen ihalenin, Kurulun 07/03/2013 tarih ve 2013/52 sayılı kararıyla davacı şirket üzerinde bırakılmasına karar verildiği; Davalı idarece, davacı şirket satış sözleşmesinin imzalanması için davet edilmiş ise de, gelinen aşamada davalı idare tarafından 30/05/2013 tarih ve 4752 sayılı işlem ile 10/06/2013 tarihinde varlık sözleşmesinin imzalanmaması hâlinde geçici teminatın idareleri lehine irat kaydedileceğine yönelik karar alındığı, davacı şirketin belirtilen tarihte sözleşme imzalamaya gelmemesi üzerine de 12/06/2013 tarih ve 5223 sayılı işlem ile davacı şirketin geçici teminatının irat kaydedildiği; Teminatın irat kaydına yönelik işlemlerin yargı kararlarıyla iptal edilmesi üzerine, davacı şirketin 06/08/2015 tarihli dilekçeleriyle, teminat mektubu bedelinin irat kaydedildiği tarih olan 12/06/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte, kararlarda hükmedilen toplam 6.000,00-TL vekâlet ücretinin de karar tarihi olan 16/06/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesinin davalı idareden istenildiği, davalı idare tarafından vekâlet ücreti ile teminat mektubu tutarının 02/09/2015 tarihinde davacı şirkete faizsiz olarak ödendiği;
İdari Dava Daireleri Kurulu. Dairelerinin 16/06/2015 tarih ve E:2014/3030, K:2015/2209 sayılı kararı ve 16/06/2015 tarih ve E:2014/5182, K:2015/2208 sayılı kararıyla teminatın irat kaydına yönelik işlemlerin iptaline ve vekâlet ücretine ilişkin olarak da her bir davada 3.000,00-TL vekâlet ücretinin davalı idareden alınarak davacı şirkete verilmesine karar verilmesi üzerine, davacı şirket tarafından 06/08/2015 tarihli dilekçelerle, toplam 6.000,00-TL vekâlet ücretinin ödenmesinin davalı idareden istenildiği, bu kapsamda davalı idarece 02/09/2015 tarihinde 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinde belirlenen 30 günlük süre içinde ödeme yapıldığının anlaşıldığı; Bu itibarla, taraflar arasında belirtilen süre içinde toplam 6.000,00-TL olan vekâlet ücretine ilişkin ödemenin yapılmadığına ilişkin bir uyuşmazlık bulunmadığı da dikkate alındığında, 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin 2. fıkrası uyarınca davalı idarece vekâlet ücretinin belirtilen süre içinde ödendiği, maddede vekâlet ücretine ilişkin ödemenin belirtilen süre içinde ödeme yapılması hâlinde ayrıca bir faiz ödenmesi gerektiğine ilişkin bir kurala da yer verilmediği; nitekim aynı maddenin 6. fıkrasında yer alan davalı idareler tarafından faiz ödenmesi gerektiğine ilişkin kuralın ise sadece tazminat ve vergi davalarına yönelik olduğu anlaşıldığından, 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinde belirtilen süre içinde ödenen vekâlet ücretine ilişkin faiz istemi yönünden davanın reddi gerektiği gerekçesiyle, 59.176,00-TL'nin 18/09/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemi yönünden davanın kabulüne, 112,48-TL yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
İdari Dava Daireleri Kurulu. TÜRK MİLLETİ ADINA HUKUKİ DEŠERLENDİRME:
İdari Dava Daireleri Kurulu. DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ XXXXXX XXXXXXX'UN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile ısrar kararının temyize konu kısmının onanması gerektiği düşünülmektedir.
İdari Dava Daireleri Kurulu. DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ XXXXX XXXXXXX'ÜN DÜŞÜNCESİ: Temyiz istemlerinin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.