SONUÇ Örnek Maddeleri

SONUÇ. Miras sözleşmesi, şeklî anlamda ölüme bağlı tasarruf olmasından dolayı, borçlar hukukunun sözleşme kavramından farklılık arz eder. Her ne kadar, taraf ve tek tara- flı dönememe açısından, şeklî olarak sözleşmelerde bulunması gereken unsurlara sahip ise de sözleşmenin içeriği ve yürürlüğü açısından bazı özellikler arz eder. Mi- ras sözleşmesinin tek taraflı irade beyanı ile sona ermesine (dönmeye), Borçlar Ka- nunu hükümlerinin uygulanmasında miras sözleşmesinin ölüme bağlı tasarruf nite- liğinin göz önünde bulundurulması gerekir. Gerçekten, miras sözleşmesinde miras- bırakan ile sözleşme lehdarı arasında edimler açısından dengesizlik vardır. Mirasbı- rakan sözleşme yapmakla edimini yerine getirmiş sayılırken, lehdarın edimini ayrıca ifa etmesi gerekmektedir. Mirasbırakanın sözleşme ile bağlılığı söz konusu ise de, sözleşme konusuyla bağdaşmayan davranışlar sergilemesi durumunda da, onu engelleyecek bir hüküm söz konusu değildir. Bu durum, özellikle ivazlı- olumlu miras sözleşmelerinde, sözleşme lehdarına zarar vermektedir. Önceki Medenî Kanunda miras sözleşmesinden dönmeye ilişkin yer alan kurallar, bazı değişikliklerle 4721 sayılı yeni Türk Medenî Kanunu ile de benimsenmiştir. Bu değişikliklerden biri, önceki Kanunun 493. maddesinde yer alan “mahrumiyet se- bebi” ifadesinin Türk Medenî Kanununun 546. maddesinde “mirasçılıktan çıkarma” şeklinde yer alması olmuştur. Mirasçılıktan çıkarma, sadece mirasbırakana değil, onun yakınlarına karşı da, belirli davranışların sergilenmesi durumunda söz konusu olur. Ancak, bu değişiklikte sadece “mirasbırakan” ifadesine yer verildiği ve “yak- ınları” ifadesi yer almadığı için, mirasbırakanın yakınlarına karşı da, Türk Medenî Kanununun 510. maddesinde düzenlenen fiillerden biri söz konusu olduğunda, mirasbırakanın miras sözleşmesinden dönüp dönemeyeceği hususunda tartışmalar son bulmamıştır. Kanaatimce, mirasbırakanın yakınlarına karşı mirasçılıktan çıkar- mayı gerektirecek bir fiilin vuku bulması durumunda da mirasbırakanın miras sözleşmesinden dönebilmesi gerekir. Sözleşme lehdarının mirasbırakanın yak- ınlarından daha fazla korunmasının haklı bir gerekçesi yoktur. Ayrıca, Türk Medenî Kanununun 527. maddesinde miras sözleşmesi lehdarı korun- muşsa da ona, mirasbırakanın kastı veya fiili davranışları karşısında mirasbırakanın sağlığında sözleşmeden dönme hakkı tanınmadığından, tam koruma sağlana- mamıştır. Sağlararası edimin yerine getirilmemesi sebebiyle miras sözleşmesinden dönülmesi durumunda Türk Medenî Kanununda aç...
SONUÇ. Rapor konusu taşınmazın değerinin belirlenmesi aşamasında; yerinde yapılan incelemesi, konumu, altyapı ve ulaşım olanakları, arsanın kullanım amacı, çevrede yapılan piyasa araştırmaları, günümüz gayrimenkul piyasası koşulları dikkate alınmıştır.
SONUÇ. Kefalet sözleşmesi ve garanti sözleşmesi, fer’ilik-bağımsızlık özel- likleriyle birbirinden önemli farklılıklar barındırmaktadır. Ayrıca kefalet sözleşmesi kanunda düzenlenmişken garanti sözleşmesinin düzenlenmemiş olması başkaca önemli bir farktır. Aralarındaki bu farklar, zaman zaman benzerlikler olsa da, sona erme hallerinde de kendisini belli etmektedir. Kefalet sözleşmesi, asıl borca bağlı fer’i nitelikte bir borç olmasın- dan dolayı asıl borcun her ne sebeple olursa olsun sona ermesi halin- de kendiliğinden sona ermektedir. Kanundaki düzenleme de bu hu- susu açıkça ortaya koymuştur. Garanti sözleşmeleri ise, asıl borçtan bağımsız olmasından dolayı, kural olarak, asıl borcun sona ermesiyle doğrudan sona ermez. Ancak garanti sözleşmesinin konusunu, asıl borçlunun borcunu ifa etmemesi riski oluşturduğu için ifa, ibra, ta- kas, yenileme, alacaklının kusuru ile imkânsızlık veya riskin ortaya çıkması hallerinde asıl borca bağlı olarak sona ermektedir. Bunun ya- nında, alacaklının kusuru olmadan asıl borcun imkânsız hale gelmesi veya asıl borcun zaman aşımına uğraması, garanti sözleşmesini sona erdirmez. Süre bakımından belirli süreli kefalet sözleşmeleri ve garanti söz- leşmeleri sürenin bitmesiyle sona ermektedir. Ancak belirsiz süreli sözleşmeler bakımından farklılık ortaya çıkmaktadır. Kefalet sözleş- meleri, sözleşmenin kurulmasından itibaren on yılın dolmasıyla ka- nunun emredici hükmü gereği sona ermektedir ancak garanti söz- leşmelerinde genel zamanaşımı kuralı uygulanacak ve riskin ortaya çıkmasından itibaren on yıllık zamanaşımına tabi olacaktır. Kefalet sözleşmelerinde kefile sözleşmeden dönme xxxxx xxxxx- mışken bu hak, kural olarak, garanti sözleşmelerinde bulunmamak- tadır. Ancak garanti verenin iş hayatında yetkin olmayan gerçek kişi olması halinde, garanti sözleşmesinden dönme hakkı bulunmaktadır. 85 Xxxxxxxxxx, s.468-472. Borcun nakli halinde kefalet sözleşmesi de garanti sözleşmesi de sona ermektedir. Ancak alacağın temlikinde kefalet sözleşmesi sona ermezken, garanti sözleşmesi sona ermektedir. Borçlu ve kefil/garanti veren sıfatlarının birleşmesiyle, hem kefalet hem de garanti sözleşmesi sona ermektedir ancak alacaklı yararına ke- falet veya garanti sözleşmesinden kaynaklanan haklar saklı kalmak- tadır. Kefalet sözleşmeleri için, garanti sözleşmesinden farklı olarak ka- nunda özel öngörülen başka sona erme sebepleri de bulunmaktadır. Bunlar, çalışanlara kefalete özgü sona erme, alacaklının kefilin öde- mesini kabul etmemesi halinde sona ...
SONUÇ. Balıkçılık, üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemiz açısından gerek ekonomiye doğrudan katkısı gerekse istihdam sağlaması açısından önemli bir sektördür. Ancak bu sektördeki işçilerin çalışma yaşamından kaynaklanan haklarını düzenleyen detaylı mevzuat hükümleri bulunmadığı gibi var olan düzenlemeler de mevzuatımızda dağınık bir biçimde yer almaktadır. Sektörün su ürünleri üreticiliği içinde yer alması, balıkçı kavramının kimleri kapsadığını xxxxxxxmede de güçlüklere yol açmaktadır. Çalışmamızda balıkçılık gerek denizde gerekse iç sularda balıkçı gemi veya tekneleriyle yapılan balık avcılığı olarak kabul edilmiştir. Çalışmamızda yapılan tespitlerden ilki, balıkçılık yapan işçi statüsünde çalışanların hangi kanun kapsamına dahil olduklarıdır. Bu konuda varılan sonuç, balıkçılık sektöründe çalışanların dahil olduğu kanun kapsamını belirlerken, öncelikle Deniz İş Kanunu kapsamında olup olmadıklarının değerlendirilmesi gerektiği, bu kapsamda değillerse ve gerçekleştirdikleri faaliyet tarım işinden de sayılmıyorsa, Türk Borçlar Kanunu'nun uygulanacağı yönündedir. Balık avcılığı İş Kanunu'nda tarım işi olarak kabul edildiğinden, ellinin üzerinde işçi çalıştırılan tarım işletmeleri de İş Kanunu kapsamında olduğundan, istisnai nitelikte olsa da İş Kanunu kapsamına giren balıkçılar da olacaktır. Böylece balıkçılık sektöründe çalışan Deniz İş Kanunu, İş Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu kapsamına dahil olan üç farklı çalışan grubu ortaya çıkmaktadır. Bunun olumsuz sonuçlarından kurtulmak için 2006 Deniz Çalışma ILO Sözleşmesinin kabulünün ardından güncellenmesi beklenen Deniz İş Kanunu'na balıkçılık faaliyetiyle uğraşan tüm çalışanları dahil etmek isabetli olacaktır. Çalışmamızın kapsamında 188 sayılı ILO Balıkçılık İstihdam Sözleşmesi de yer almaktadır. Bu sözleşme 2017 yılı itibariyle taraf ülkeler açısından yürürlük kazanmış olup, ülkemiz henüz bu sözleşmeye taraf olmadığından, iç hukukumuzda uygulanmamaktadır. Belirtmek gerekir ki, ülkemiz geçmiş yıllarda imzalanan balıkçılıkla ilgili diğer ILO sözleşmelerine de taraf değildir. Denizcilik sektörüyle ilgili temel ILO Sözleşmelerinden biri sayılan 2006 ILO Deniz Çalışma Sözleşmesi'ni onaylayan ülkemizin, balıkçılık sektörüyle ilgili çekingen davranma gerekçesini anlamak güçtür. Xxxxx Xxxxxma Sözleşmesi'nin balıkçılık sektörünü kapsam dışı tutma kararı karşısında, 188 sayılı Balıkçılık İstihdam Sözleşmesi'ne duyulan ihtiyaç daha da belirgin hale gelmektedir. Sözleşmenin çalışmamızda inceleyebildiğimiz hükümlerini deni...
SONUÇ. Bir taşınmazdan zamanla sınırlı yararlanma hakkı sağlayan sistemler özellikle turizm alanında tüketicilere ve girişimcilere (satıcı ve sağlayıcılara) önemli yararlar sağlamaktadır. Ancak kötüniyetli bazı girişimcilerin başvur- dukları birtakım hileli uygulamalar tüketicilerin bu sisteme olan güvenini sarsmış ve bunun sonucunda tüketiciler büyük zararlar görmüştür. Bu husus, bu kurum için kanuni bir düzenlemeyi zorunlu kılmıştır. 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un ilk hâlinde devre tatille ilgili bir hükme yer verilmiyordu. Bu husustaki boşluğu Yargıtay tüketici lehine bir çözüm getirerek; bu tür sözleşmeleri kapıdan satış kapsamında sayarak doldurmuş, tüketicilerin cayma hakkının var oldu- ğuna karar vermişti. (4077 sayılı TKHK m.9). olduğu durumlarda, aynen taşınmazın yok olması hâlinde olduğu gibi, devre tatil konusu taşınmazın kamulaştırılmasında da sözleşmenin sona ermediğinin kabul edilmesi yerinde olacaktır. Bkz. Başyiğit, s. 2118. 131 Xxxxx, X., s. 95. 4822 sayılı Kanunla Haziran 2003 tarihinde yapılan değişiklikle öngö- rülen 4077 sayılı Kanun’un 6/B maddesi çerçevesinde devre tatil sözleş- meleri hakkında sadece tanım öngören tek maddelik de olsa düzenleme ve ona uygun çıkartılan Yönetmelik olumlu bir adım olmuştu. Belirtmeliyiz ki, periyodik süreli tatil sözleşmeleri, gün geçtikçe uygu- lamasının artmasıyla önem kazanmaya başlamıştır. Buna bağlı olarak, gerek sözleşmelerin hazırlanması aşamasında gerekse de uygulanması aşamasında pek çok sorunla karşılaşılmaktadır. Bu bakımdan gerek ülkemizde gerek uluslararası alanda bu sözleşme türleri önemli bir yasal gelişim göstermiştir. Daha önceleri devre mülk kapsamında değerlendirilen bu sözleşmeler, bu anlamda kanuni bir düzen- lemeyi de gerekli kılmıştır. Böylece içtihatlarda da gelişim sağlanmıştır. Ancak bu kanuni düzenlemelerden sonra bile, bu konuda hâlâ ciddi eksik- likler var olmuştur. Zamanla bu eksiklikler AB direktifleri ve yönergeleri doğrultusunda çıkarılmış olan yönetmeliklerle giderilmeye çalışılmışsa da, bu konuda ciddi bir yasal düzenleme eksikliğini göstermiştir. 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 28.05.2014 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte ise, bu ve bu türde olan sözleşmeler için yeni bir sayfa açılmıştır. Bu kanunla bu eksiklikler bir nebze de olsa giderilmeye çalışılmış, önceki kanunun aksine sadece tanım yapmaktan ileriye gidilmiş, birçok hususta tüketici yararına olabilecek yenilikler ve değişiklikler getirilmiştir. Bu yenilik ve değişiklik...
SONUÇ. Kanun koyucu, 7392 sayılı Kanunun 7. maddesiyle, TKHK m. 48 hükmünde, yayımı tarihinden altı ay sonra (1/10/2022) yürürlüğe girmek üzere, önemli değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikler, esas olarak tüketici ile satıcı/sağlayıcı arasında mesafeli sözleşmenin kurulmasına aracılık edenlerin yükümlülükleri ve sorumluluğu hakkındadır. Yeni düzenlemede “aracılık edenler” yerine “aracı hizmet sağlayıcılar” ifadesi kullanılmış ve böylece Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun m.2-d hükmünde yer alan terminoloji ile paralellik sağlanmış, doktrinde yapılan tanımlara da kısmen kanuni dayanak oluşturulmuştur. İlgili hükümde yapılan tek değişiklik terminolojiye ilişkin değildir. TKHK m. 48(5) hükmünün önceki versiyonunda, satıcı veya sağlayıcı ile yapılan işlemlerin kaydını tutarak talep halinde bunları ilgili kurum, kuruluş ve tüketicilere vermekle yükümlü kılınan ve satıcı/sağlayıcı ile yaptıkları sözleşmeye aykırı fiillerinden sorumlu olacakları belirtilen “aracılık edenler”in tüketiciye yönelik yükümlülüklerinin kapsamı genişletilmiş ve m.48’e eklenen altıncı fıkra ile bir kısmı satıcı ve sağlayıcı ile müteselsilen olmak üzere yeni sorumluluklar detaylı biçimde düzenlenmiştir. Hükme göre aracı hizmet sağlayıcı, tüketicinin talep ve bildirimlerini iletip takip edebileceği bir sistemin kurulması ve açık tutulması ile yükümlüdür. Bu temel yükümlülüğe ek olarak tüketiciye ön bilgilendirme yapılmasından, ön bilgilendirmenin teyidi ve ispatından, ön bilgilendirmedeki eksikliklerden, kayıt tutulması ve gerektiğinde bu bilgilerin paylaşılmasından, aracılık sözleşmesine aykırı uygulamaları nedeniyle satıcı ve sağlayıcıların bu madde hükümlerine aykırı davranmasına sebep oldukları işlemlerden, satıcı veya sağlayıcı adına bedel tahsil etmesi hâlinde teslim veya ifa ile cayma hakkına ilişkin yükümlülüklerden, satıcı veya sağlayıcı onayı olmaksızın düzenlediği kampanyalı, promosyonlu veya indirimli satışlarda sözleşmenin hiç ya da gereği gibi ifa edilmemesinden de aracı hizmet sağlayıcı sorumlu tutulmuştur. Bu sorumluluğun muhatabı, satıcı/sağlayıcı ile mesafeli sözleşme akdeden tüketicidir. Aracı hizmet sağlayıcının TKHK değişik m. 48(6) hükmü gereği tüketiciye karşı sorumluluğu, tüketiciye ön bilgilendirme yapılması, teyidi ve ispatı ile teslim veya ifa ile cayma hakkına ilişkin yükümlülükler bakımından satıcı/sağlayıcı ile birlikte müteselsil sorumluluk niteliği taşır. Buna karşılık hükümde belirlenen diğer yükümlülüklerin ihlalinden, aracı hizmet sağlayıcı birin...
SONUÇ. Tüm projeler için doldurulacaktır.
SONUÇ. Bu çalışmada yaptığımız tespitleri ve vardığımız sonuçları “de lege ferenda” gözlemlerimizle birlikte şu şekilde özetleyebiliriz: • Kurulun üçüncü dönem kararları, akaryakıt dağıtım sektöründeki dikey anlaşmaların analizinde bir hatayı düzeltmiştir. Hiç şüphe yok ki, dağıtım şirketi ile bayi arasındaki dikey ilişkinin değerlendirilmesinde, intifa ve bayilik sözleşmeleri bir bütün olarak dikkate alınmalı ve her ikisi de Rekabet Hukuku kapsamında analiz edilmelidir. Bu manada Kurulun bu yaklaşımı isabetlidir. Sözleşme sürelerinin kısaltılması, Rapor’da da istasyon kurulmasının maliyetinden daha fazla yatırım gerektiren istasyon yenilemeleri açısından da tarafların başvuruda bulunması muhtemeldir. 157 Burada şu tür bir soru akla takılabilir: acaba dağıtım şirketi sektörde yapılan ortalama yatırım ölçeğinden daha yüksek bir yatırım yapmışsa ve bu tutar fiilen bayinin ilişkiyi feshetmesini önlüyorsa Rekabet Kurulu duruma müdahale edebilir mi? Görüş bu gibi hallerde müdahale edilebileceğine dair bazı ifadeler içermektedir. Örneğin 6. nolu sorunun cevabında aynen: “Đntifa sozleşmesi karşılığında dağıtıcı şirket tarafından bayiye yapılacak yatırımın tutarı ve geri donüş süresi de; beş yılın sonunda bayinin bayilik sözleşmesini sona erdirmesini engellemeyecek şekilde belirlenmelidir. Örneğin bayiye gerekli olandan yüksek miktarda kredi ya da borç verilmesi ve beş yılın sonunda bu bedellerin bayiden talep edilerek bayinin sözleşmesini sona erdirmesinin engellenmesi ya da zorlaştırılması, duruma gore “fiili bir engel” olarak nitelendirilebilir”. Biz bayi tarafından bu tür bir iddia ile yapılacak şikayetin hassasiyetle değerlendirilmesi gerektiğini ve prensip olarak da bu tür iddialara itibar edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Dağıtım şirketi tarafından yapılacak yatırım tutarının ne zaman “optimum” olacağını belirlemek son derece güçtür. Dolayısıyla çok bariz ve açık vakalar dışında bu iddiaların reddedilmesi gerekir. Somut olayda yapılan değerlendirmede gerekli olandan yüksek miktarda bir kredi verilmiş ve bu dönme cezasına aynen konu olmuşsa, hakim burada BK..161/3 kuralını “kıyasen” uygulayarak meblağı indirebilir. Önemle belirtelim ki bu uygulama Borçlar Kanunu değil, RKHK gereğidir. belirtildiği üzere, toptan dağıtım seviyesinde rekabet baskısı yaratarak bazı ekonomik yararlar sağlama potansiyeline sahiptir. • Hal böyle olmakla birlikte, biz 2002/2 sayılı Tebliğ’in bu ilişkiye doğrudan tatbik edilebilir olduğunda tereddüt ediyoruz. Fakat tatbik edildiğini kabul...
SONUÇ. Ticari uyuşmazlıklarda arabuluculuk konusu, uygulamada bazı sorunlara yol açmaktadır. Arabuluculuk ücretinin devlet bütçesinden yapılması, sonrasında ise uyuşmazlığın davaya konu olması halinde yargılama gideri sayılarak haksız çıkan taraftan tahsil edilmesi hususunun ilerleyen dönemlerde daha da problem çıkartacağı kaçınılmazdır. Arabuluculuğa elverişli olmayan bir uyuşmazlığı, arabulucu fark etmeyip anlaşmama tutanağı ile sonlandırdığında devlet tarafından ödenen arabuluculuk ücretinin haksız taraftan tahsili durumunda, bu konuda gerekli özeni göstermeyen arabulucunun sorumluluğuna gidilmelidir. Ticari uyuşmazlıklarda arabulucu kendisine gelen başvuru hakkında gerekli belge ve bilgileri talep etmeli, uyuşmazlığın dava şartı arabuluculuğa elverişli olup olmadığını denetlemelidir. Arabuluculuğa elverişli olmama halinde arabulucuya ücret ödenmeyeceği hususu arabuluculuk mevzuatında açıkça düzenlemiştir. Buna rağmen ücret alabilmek için uyuşmazlığı arabuluculuğa elverişli olarak değerlendirmesi belirtilen problemi ortaya çıkaracaktır. Bu hususun denetimi için mekanizma kurulması gerekmektedir. Bir diğer husus ise ticari uyuşmazlıkların karmaşıklığı, bu sebeple uzmanlık gerektirmesidir. Özellikle fikri mülkiyet hukuku, sigorta hukuku, bankacılık hukuku kapsamında uzman arabulucular gerekmektedir. Uzman arabulucuların belirlenmesinde, verilecek eğitimin yanı sıra arabuluculuk yapacak kişinin daha önce o alanda çalışıp çalışmadığına da bakılmalıdır. Arabuluculuk denetimlerinin artırılması, arabuluculuk faaliyetinin gerçekleştirildiği yerlerin kontrol edilmesi ve denetlenmesi gerekmektedir. Ticari arabuluculukta gizlilik kapsamında kalacak ticari sırların açığa çıkmaması gerekmektedir. Bu sebeple görüşmelerin yapılacağı alanlar da bu özelliklere uygun olmalıdır. Devlet tarafından merkezi yerlerde arabuluculuk faaliyetleri için alanlar oluşturulmalı ve görüşmelerin bu alanlarda organize edilmesi sağlanmalıdır. Özellikle aile ve tüketici arabuluculuklarının da sisteme girmesi ile taraflar arasında husumeti artıran hususlar daha da artacağından güvenlik konusunda tedbirler alınmalıdır. Arabuluculuk mevzuatında denetim hususundaki eksiklik bir an önce giderilmelidir. Disiplin mevzuatı hazırlanmalı ve disiplin kurulunun ivedilikle kurulması gerekmektedir. Sisteme kazandırılacak arabulucu sayısı artırılmalı, iyi olan arabulucuların görevlerine devam etmeleri, yetersiz olanların ise denetimler sonrası sicilden silinmelerinin sağlanması gerekmektedir. Arabuluculuk faali...
SONUÇ. İşçinin aldığı ücret miktarının düşürülmesi, ikramiyenin ve sosyal yardımların kaldırılması, çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı bir değişiklik niteliğindedir. Bu değişikliğin geçerli olabilmesi için 4857 sayılı İş Kanunu’nun 62. ve 22. maddelerine göre işçinin açıkça ve yazılı onayının bulunması gerekmektedir. 3 T.C.Y.9.HD. T.17.05.2021,E.2021/4643,K.2021/8989 4 İş Xxxxxx Xxxxxxxx,Xxxxx,Xxxxxxxxxxx,Canbolat,Özkaraca,Beta Yayınları S.1108 5 A.g.e.S.1108 6 A.g.e.S.1109 7 “…TİS’nde yapılacak değişiklikler kural olarak geçmişe etkili olamayacaktır. TİS’nin tarafları arasında yapılan bu değişlikler yapıldıkları tarihten ileriye dönük olarak sonuçlarını doğurur …2004-2005 dönemini kapsayan TİS 01.01.2004-31.12.2005 yürürlük süreli olmak üzere 20.03.2004 tarihinde imzalanmış, aynı TİS’nin bazı maddelerinde değişlik yapılmasına dair 22.04.2004 tarihinde TİS taraflarınca imzalanan protokol hükümleri ile bir kısım haklar ile taban ücretler ve taban ücretlere seyyanen zam hükümlerinde değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikten sonra davacının ücreti protokol hükümlerine göre belirlenmiş ve toplu iş sözleşmesindeki düzenlemeler çerçevesinde belirlenen ücretlerin ödendiği anlaşılmıştır…Bu nedenle davacının uyuşmazlık dönemi için fark ücret alacağı bulunmamaktadır. ” (Y.22.HD.22.01.2020,E.2018/5738,K.2018/15042) Ücretin düşürülmesi, ikramiyenin ve sosyal yardımların kaldırılması konularında yapılacak değişikliğin kabulü işçi tarafından yazılı bir onay bildirimi ile yapılabileceği gibi taraflar arasında imzalanacak yeni bir iş sözleşmesi ile de yapılabilir. Yukarıda belirtilen şekilde, işçinin açıkça onay vermediği esaslı değişiklikler işçiyi bağlamayacaktır. TİS’nin tarafları değişen ekonomik koşulları göz önüne alarak, işçiler için henüz bir hak olarak doğmayan sözleşmenin sonraki yılına veya dönemine yahut dönemlerine ait ücret zamlarını düşürmeye yönelik bir değişiklikte bulunabilirler. Toplu iş sözleşmesi taraflarının ücret zammı dışında parasal konulara ilişkin diğer sözleşme hükümlerinde de ileriye dönük olarak değişlikler yapabilirler. İşçiler için henüz tahakkuk etmemiş durumdaki her türlü ödeme tutarında indirime gidilebilir veya bunlara ilişkin düzenlemeler kaldırılabilir. TİS’nde yapılacak değişiklikler kural olarak geçmişe etkili olamayacaktır. TİS’nin tarafları arasında yapılan bu değişiklikler yapıldıkları tarihten ileriye dönük olarak sonuçlarını doğurur. TİS’nin tarafı olan işçi sendikası ve işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren ücret...