SONUÇ. İş hukukunda sözleşme özgürlüğü kural olarak geçerlidir. Kanunlarda yer alan sınırlamalar içinde kalmak kaydıyla, işçi ve işveren istedikleri tarz ve içerikte iş sözleşmesi düzenleyebilirler. Pek çok haktan mahrum bırakan belirli süreli iş sözleşmelerinin geçerli bir şekilde yapılabilmesi konusunda İş Kanunu sınırlamalar getirmiştir. Belirli süreli iş sözleşmesi için, sözleşmenin süreye bağlanmış olması ve belirli süreli iş sözleşmesinin yapılması için objektif nedenlerin bulunması gerekir. Ancak ortada objektif neden olsa bile, sözleşmenin akdedildiği tarihte, iş ilişkisinin sona ereceği tarih belli değil veya belirlenebilir de değil ise, sözleşme belirsiz süreli iş sözleşmesidir. Tarih net bir tarih olarak belirlenebileceği gibi, ortada net bir tarih de olmayabilir. Taraflar açıkça bir vade kararlaştırmamakla birlikte işin niteliği ve işle güdülen amaç dikkate alındığında iş sözleşmesinin biteceği süre anlaşılabiliyorsa bu durumda da yine iş sözleşmesi belirli süreli yapılabilecektir[12]. Belirli süreli hizmet sözleşmesiyle çalışan işçilerin sözleşmenin kendiliğinden sona ermesi durumunda kıdem tazminatı hakları doğmayacağı gibi, belirli süreli iş sözleşmesinin haksız feshi halinde dahi ihbar tazminatı hakları doğmaz, iş sözleşmesine lehe hüküm konsa dahi ihbar tazminatı yine de ödenmez, öte taraftan ihbar tazminatına bağlı olarak kötü niyet tazminatları da, işe iade hakları da doğmaz. İşte bu sınırlamaların en önemlisi de sözleşmenin geçici olarak yapıldığını ortaya koyan sürenin varlığıdır. Belirli süreli iş sözleşmesindeki sürenin belirli ya da belirlenebilir olması gerekmektedir. İşin niteliğinden, türünden ya da amacından kaynaklı olarak sözleşmenin başlangıcında kesin bir süre belirlenememiş olsa da işçinin işin bitmesiyle iş sözleşmesinin sona ereceğini anladığı sözleşmeler de süreye tabi kılınmış sayılır. Ancak birkaç yılı kapsayacak şekilde uzun süre devam edecek bir iş nedeniyle yapılan sözleşmeleri Yargıtay, ne zaman sona ereceği konusunda belirsizlik bulunduğu için belirli süreli iş sözleşmesi olarak kabul etmemektedir. [1] Xxxxxxxx Xxxxxxx, Belirli Süreli Hizmet Sözleşmesi, Ankara 1988, s.7. [2] Xxxxxx Xxxxx, İş Kanunu Yorumu, Ankara 2009, s. 164. [3] Xxxxxx Xxxxx, İş Hukuku, İstanbul 2008, s.223. [4] Xxxxxx Xxxxx, İş Kanunu Yorumu, Ankara 2009, s. 164. [5] Xxxxxx Xxxxxxxx, “Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Tanımı, Şekil Şartı, Sözleşme Yapma Serbestisi ve Sınırları”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı:2010/1, s.206. [6] Minür Ekonomi, Legal İSG...
SONUÇ. İş Kanununun 26 ncı maddesi, gerek işverene gerekse de işçiye ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan hallere göre tanınan fesih yetkisinin nasıl kullanılacağını düzenlemiştir. Aynı düzenleme 1475 sayılı eski İş Kanununda da yer almaktaydı. Tek farkı ilave edilen “işçinin olayda maddi çıkar sağlaması halinde bir yıllık süre uygulanmaz” hükmüdür. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan hallere dayanarak işçi veya işveren ihbar tazminatı ödemeksizin öğrenme gününden başlayarak altı iş günü ve olayın vukuu bulduğu tarihten itibaren bir yıl içinde fesih yetkisini kullanmalıdır. Eğer işveren bu nedenlere dayalı olarak işçisini işten çıkarırsa kıdem tazminatı da ödemeyecek, işçi maddi bir çıkar sağlamış ise bir yıllık hak düşürücü süre de uygulanmayacaktır. İşçi ahlak ve iyiniyet kurallarına aykırılık nedeniyle iş sözleşmesini bildirimsiz olarak feshettiğinde kıdem tazminatını alacaktır. Eğer sözleşme bu sebeplerle sona ermişse, sona erdiren taraf sözleşmenin sonlanmasından kaynaklı zararlarını karşı taraftan tazminat olarak ayrıca talep edebilecektir. Yukarıda açıklanan esas ve usullere uymadan yapılacak bir fesih haksız fesih olarak değerlendirilecek ancak yapılan feshi geçersiz kılmayacaktır. Eğer şartları var ise işçi işe iade davası açarak feshi geçersiz saydırabilir. [1] Xxxxxx Xxxxx, Xxxx Xxxxx, Xxxxx Xxxxxxx, Vergi Hukuku, Ankara 1985, s.128. [2] Xxxx Xxxxx Xxxxx, İş Sözleşmesinin Feshinde Hak Düşürücü Süreler, E- Yaklaşım Dergisi, Eylül 2009, Sayı: 201. [3] Yrg. 9. HD’nin 12.03.1979 tarih ve E.1979/2732, K.1979/3884 sayılı kararı. [4] Xxxxxxx X. Oğuzman/ Xxxxxx Xx, Borçlar Hukuku Genel Hükümler , İstanbul 2000, s.448 [5] Yrg. 9. HD’nin 25.02.1982 tarih ve E.1982/588, K. 1982/2088 sayılı kararı. [6] Xxxxxxx Xxxxxxxx İş Kanunu Xxxxx, Xxxxxx 0000, s.598. [7] Yrg. 9. HD’nin 02.02.2009 tarih ve E.2008/9790, K.2009/1003 sayılı kararı. [8] Yrg. 9. HD’nin 16.03.2004 tarih ve E.2003/13538, K. 2004/5169 sayılı kararı. [9] Xxxxxxx Xxxxxxxx İş Kanunu Xxxxx, Xxxxxx 0000, s.600. [10] Yrg. 9. HD’nin 24.02.2003 tarih ve E.2003/970, K.2003/2154 sayılı kararı.
SONUÇ. TMK. md. 2’de yer alan dürüstlük, doğruluk ve güven kuralı; bütün hakların kullanılmasında ve borçların yerine getirilmesinde hukuka, bir toplumda genellikle benimsenen ahlak anlayışına, örf ve adet kurallarına ve doğruluk ilkelerine uygun davranmayı, kullanılan hakla ilgili olan başka hak sahiplerinde veya borç ilişkisinin diğer tarafında bulunanlarda varlığı olağan olan güven duygusunu zedelememeyi öngören kurallardır. Doğruluk ve güven kuralları toplumca <zorla benimsetilmiş> <kişilerin dışında oluşmuş> davranış kurallarıdır. Bunlara uygun davranılıp davranılmadığının saptanmasında, tarafların kendi anlayışına, kişisel düşünüşüne veya ruhsal davranışlarına bakılmaz. Çünkü doğruluk ve güven kuralları bir bakıma teamüllerin, ahlaki esasların, iş ilişkilerinde uyulan başka kuralların bir bileşkesinden başka bir şey değildir. Doğruluk ve güven kuralları, hukuk kuralarının önemli bir tanımlayıcısı ve açıklayıcısıdır. Doğruluk ve güven kuralları hukukun en genel ve en son değerlerine yollama yapar; hukuk kurallarının işleyişinde etik değerleri etkili kılar, bu nedenle de yasakoyucunun bir kural öngörmediği yerlerde uygulanabilir. Yargıç sözleşmedeki boşlukları tamamlarken kendisini tarafların yerine koyarak soruna onlar açısından bakacak; sözleşmenin amacını ve anlamını araştıracak; sözleşmecilerin anlaşmaya varamadıkları yan noktaları belirleyecek ve sözleşmedeki boşlukları doldurulacaktır; bunu yaparken, doğruluk ve güven kurallarını göz önünde tutacaktır. Dürüstlük kuralının önemli işlevi, yazılı hukukun eksikliklerini tamamlamak, tüm hakların sınırlarını belirlemektir. Doğruluk ve güven ilkesi uygulanırken, yasa kuralları ihmal edilmemeli, hukuka güven sarsılmamalı, keyfiliğe yol açılmamalıdır. Yargıç, dürüstlük kuralını, somut bir haksızlığı açık bir hakkaniyet ihlalini belli bir olayda önlemek için kullanacak; genel ve soyut uygulamadan kaçınacaktır. Doğruluk kuralının uygulanmasında kesin sınırlar koymaya olanak bulunmadığından, her olayın özelliği nazara alınıp durumun değerlendirilmesi gerekir144. Eser sözleşmesinde kararlaştırılan edimlerin yerine getirilmesi ve verilen sözün tutulması temel ilkedir. Sözleşmelerin yapılması sırasında göz önünde tutulamayan veya düşünülemeyen nedenlerden ötürü önceden öngörülemeyen koşullardaki değişimler tarafların edimlerini kısmen veya tamamen etkilemişse, sözleşmenin kuruluşta öngörülememiş yeni koşullara uydurulması gerekir. İşlem temelinin çökmüş olduğunu kabul etmek için, edim ile karşı edim arasında katlanılm...
SONUÇ. Yapma borçları ile tevdi ve satış yollarına başvurulamayan verme edimlerinde ala- caklının temerrüde düşmesi halinde borçluya borcundan kurtulması için tanınan tek imkan, sözleşmeden dönmedir. Kanun koyucu alacaklı temerrüdünde sözleşmeden dönmeyi düzen- leyen hükümde (TBK m.110/Art.95 OR) borçlu temerrüdü hükümlerine göndermede bu- lunmuş ve bu şekilde dönmeye ilişkin prosedürlere borçlu temerrüdü hükümlerinin uygu- lanmasını öngörmüş; fakat sözleşmeden dönen borçlunun ayrıca bir tazminat talep edip edemeyeceği hususunu cevapsız bırakmıştır. Doktrinde ise sözleşmeden dönen borçlunun tazminat talep edip edemeyeceği meselesi tartışılmıştır. Bir görüş alacaklının külfet olarak nitelendirilen ifaya katılma fiillerinin ihlali halinde tazminat istenemeyeceğini savunurken, doktrindeki hakim görüş borçlunun tazminat talebini tanıma yönündedir. Buna karşılık tazminata imkan tanıyan görüş içerisinde de istenebilecek tazminatın türü bakımından görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Karşılıklı edimli sözleşmelerde alacaklı temerrüdünde sözleşme- den dönmek suretiyle borçtan kurtulma menfaati korunan borçlunun karşı edim alacağına kavuşma menfaati mevcut hukukta, tevdi ve satış yollarına başvurmanın mümkün olduğu hallerden farklı olarak, korunamamaktadır. Borçlunun bu menfaatinin korunabilmesi ancak sözleşmeden dönme ile birlikte istenebilecek tazminatı olumsuz zarar ile sınırlandırmayan görüşlerden birinin kabulü halinde mümkündür. Bu görüşlerden karşılıklı edimli sözleşme- lerde borçlu temerrüdünde alacaklıya tanınan seçimlik hakları alacaklı temerrüdündeki borçluya da tanıyan görüşün kanuni bir dayanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla değerlendi- rilmesi gereken ihtimal, sözleşmeden dönme ile birlikte olumlu zararın tazmininin mümkün olup olamayacağıdır. Aynı tartışma doktrinde borçlu temerrüdü bakımından da yapılmış olmakla birlikte, alacaklı temerrüdünde öngörülen sözleşmeden dönme imkanının arz ettiği fonksiyon ve özel durum göz önünde bulundurulduğunda, borçlu temerrüdündeki yoğun tartışmaların bu alana taşınmaması gerektiği anlaşılmaktadır. Fakat yine de sözleşmeden dönme ile birlikte olumlu zararın tazmininin istenememesinin önündeki en önemli engel, kanun koyucunun bu imkanı öngörmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda ortaya çıkan gerçek olmayan boşluk doktrindeki baskın görüş uyarınca ancak kanun koyucu tarafından yapılacak bir düzenleme ile doldurulabileceğinden, sözleşmeden dönen borçluya olumlu zararını isteme hakkı tanımak de lege ferenda bir öneri olmak...
SONUÇ. Maden hakkını devir sözleşmesi ile rödövans sözleşmesi, birbirinden tamamen farklı iki sözleşmedir. Ancak, uygulamada, maden ruhsatının devri amacıyla rödövans sözleşmelerinin kullanıldığını görmek de mümkündür. Bu gibi durumlarda, eğer rödövans sözleşmesi, maden hakkını devir sözleşmesi için aranan geçerlilik şekline uygun olarak yapılmışsa, maden siciline yapı- lacak tescil için hukukî sebep olabilir. Buna karşılık, maden hakkını devir sözleşmesinin şekline uygun olarak yapılmayan veya içerisinde ruhsatın rö- dövansçıya (rödövans verene) devredilebileceği yönünde hüküm bulunmayan rödövans sözleşmeleri maden hakkının maden siciline tescili için hukukî se- bep teşkil etmez. Bu konuda ikili bir ayırım yapmak gerektiği ileri sürülmektedir. Uy- gulamada görülen bazı rödövans sözleşmelerinde, maden ruhsatını devir alan kişinin ruhsatı sahiplenme kastı bulunmamaktadır. Bu tür sözleşmelere “de- virli rödövans sözleşmesi” denilmektedir. Yargıtay, devirli rödövans sözleş- melerinden doğan uyuşmazlıkları çözmek için, ürün (hasılat) kirası sözleşme- si hükümlerini kıyasen uygulamaktadır. Uygulamada görülen diğer rödövans tilmesinin devri, fikir ve sanat eserleri işletme hakkının devri, deniz, göl, kara hayvanları- nın avlanması hakkının devri, bir maden imtiyazının devri, kamuya ait sudan faydalanma imtiyazının xxxxx xxxxxxxxxxxxxx (Xxx., Xxxxxxxx, I/2, s. 5-6; Zevkliler / Gökyayla, s. 202; Xxxxx, s. 706; Arkan Serim, s. 7). Hâl böyle olunca, ruhsat sahibinin sahip olduğu maden ve işletme haklarının da ürün (hasılat) kirasına konu olabileceğini söylemek mümkündür. Gerçekten, pozitif hukuk açısından bu görüş oldukça yerindedir. Ancak, ideal hukuk bakı- mından bir değerlendirme yapmak gerekirse, uygulamada sıklıkla görülen rödövans sözleş- melerine ürün (hasılat) kirasına ilişkin hükümlerin uygulanması yeterli görülmemelidir. Bu nedenle, rödövans sözleşmeleri kanunen düzenlenerek tipik (isimli) bir sözleşme statüsüne sokulmalı ve rödövans sözleşmesinden kaynaklanabilecek uyuşmazlıkların çözümüne dair özel hükümler sevk edilmelidir. 123 Kullanım ödüncü sözleşmesinin unsurları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Xxxxxxxx, I/2,
SONUÇ. Bu çalışmada yaptığımız tespitleri ve vardığımız sonuçları “de lege ferenda” gözlemlerimizle birlikte şu şekilde özetleyebiliriz: • Kurulun üçüncü dönem kararları, akaryakıt dağıtım sektöründeki dikey anlaşmaların analizinde bir hatayı düzeltmiştir. Hiç şüphe yok ki, dağıtım şirketi ile bayi arasındaki dikey ilişkinin değerlendirilmesinde, intifa ve bayilik sözleşmeleri bir bütün olarak dikkate alınmalı ve her ikisi de Rekabet Hukuku kapsamında analiz edilmelidir. Bu manada Kurulun bu yaklaşımı isabetlidir. Sözleşme sürelerinin kısaltılması, Rapor’da da istasyon kurulmasının maliyetinden daha fazla yatırım gerektiren istasyon yenilemeleri açısından da tarafların başvuruda bulunması muhtemeldir. 157 Burada şu tür bir soru akla takılabilir: acaba dağıtım şirketi sektörde yapılan ortalama yatırım ölçeğinden daha yüksek bir yatırım yapmışsa ve bu tutar fiilen bayinin ilişkiyi feshetmesini önlüyorsa Rekabet Kurulu duruma müdahale edebilir mi? Görüş bu gibi hallerde müdahale edilebileceğine dair bazı ifadeler içermektedir. Örneğin 6. nolu sorunun cevabında aynen: “Đntifa sozleşmesi karşılığında dağıtıcı şirket tarafından bayiye yapılacak yatırımın tutarı ve geri donüş süresi de; beş yılın sonunda bayinin bayilik sözleşmesini sona erdirmesini engellemeyecek şekilde belirlenmelidir. Örneğin bayiye gerekli olandan yüksek miktarda kredi ya da borç verilmesi ve beş yılın sonunda bu bedellerin bayiden talep edilerek bayinin sözleşmesini sona erdirmesinin engellenmesi ya da zorlaştırılması, duruma gore “fiili bir engel” olarak nitelendirilebilir”. Biz bayi tarafından bu tür bir iddia ile yapılacak şikayetin hassasiyetle değerlendirilmesi gerektiğini ve prensip olarak da bu tür iddialara itibar edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Dağıtım şirketi tarafından yapılacak yatırım tutarının ne zaman “optimum” olacağını belirlemek son derece güçtür. Dolayısıyla çok bariz ve açık vakalar dışında bu iddiaların reddedilmesi gerekir. Somut olayda yapılan değerlendirmede gerekli olandan yüksek miktarda bir kredi verilmiş ve bu dönme cezasına aynen konu olmuşsa, hakim burada BK..161/3 kuralını “kıyasen” uygulayarak meblağı indirebilir. Önemle belirtelim ki bu uygulama Borçlar Kanunu değil, RKHK gereğidir. belirtildiği üzere, toptan dağıtım seviyesinde rekabet baskısı yaratarak bazı ekonomik yararlar sağlama potansiyeline sahiptir. • Hal böyle olmakla birlikte, biz 2002/2 sayılı Tebliğ’in bu ilişkiye doğrudan tatbik edilebilir olduğunda tereddüt ediyoruz. Fakat tatbik edildiğini kabul...
SONUÇ. Tüm projeler için doldurulacaktır.
SONUÇ. Finansal kiralama sözleşmesinin geçerli olarak hukuk düzeninde hüküm ve sonuçlarını doğurması için noter tarafından düzenleme şeklinde hazırlanması gerekmektedir. Aksi takdirde, noter tarafından hazırlanmaması veya imza tasdiki suretiyle onaylanma şeklinde bir finansal kiralama sözleşmesi geçersiz olacaktır. Ayrıca, sözleşmenin noter tarafından düzenlenmesinden sonra şerh veya kayıt işlemleri sözleşmenin geçerlilik unsurlarından olmayıp şerh ve kayıt ile finansal kiralama sözleşmelerinin aleniyeti sağlanmaktadır. 82 Noterler Birliği, bu genelgede söz konusu hukuki sözleşmeyi bizzat düzenleyen, içeriğine herkesten daha ziyade vakıf bulunan, 1512 sayılı Noterlik Kanununun 1. maddesi gereğince görevlerinin temel amacı hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek olduğu belirtilen noterlerin, ileride çıkması muhtemel uyuşmazlıkların önlenmesi bakımından yetkili mercilere bildirimde bulunulmasını uygun bulmuştur. C.57 Sa.4 [99-133] Finansal Kiralama Sözleşmesinin Şekli ve … 131 Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere finansal kiralama sisteminin gereği gibi çalışması için zorunlu olan tescil/kayıt/şerh ve beyan işlemleri açısından aşağıdaki şekilde bir düzenlemenin getirilmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir: Sözleşme, noterlikçe düzenleme şeklinde yapılır. Taşınmaz mallara ilişkin sözleşmeler taşınmazın bulunduğu tapu kütüğüne şerh edilir. Kendilerine mahsus özel sicilde kayıtları bulunan taşınır mallara dair sözleşmeler bu malların kayıtlı oldukları sicile şerh olunur ve kiralayan, sözleşmeyi kaydedilmesi için ayrıca Finansal Kiralama Şirketleri Birliğinde tutulacak özel sicile bildirmek zorundadır. Özel bir sicile kayıtlı olmayan taşınır mallara ilişkin sözleşmeler Finansal Kiralama Şirketleri Birliğinde tutulacak özel sicile kaydedilir. Sözleşmelerin Xxxxxxxx Kiralama Şirketleri Birliğince tutulacak özel sicile tesciline ilişkin usul ve esaslar Finansal Kiralama Şirketleri Birliğinin uygun görüşü alınmak suretiyle Kurumca belirlenir. Kayıt ve şerh hiçbir şekilde geçerlilik şartı olmayıp, kayıt ve şerhten sonra üçüncü kişilerin finansal kiralama konusu mal üzerinde aynî hak iktisapları kiralayana karşı ileri sürülemez. 132 BAŞTÜRK AÜHFD Yıl 2008 - Xxxxxx XXXXX, Özellikle Taşınır Yatırım Mallarına İlişkin Finansal Kiralama (Leasing) Sözleşmesi, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara 1990. - Xxxxxx XXXXX, Xxxxxxxx Xxxxxxxx Sözleşmesi’nin Şekline ve Tesciline – veya Şerhine- İlişkin Olarak Finansal Kiralama Kanunu’nda Öngörülmüş Düz...
SONUÇ. TTK 425 vd. da payın temsili hükümleri düzenlenmektedir. ETK döneminde payın temsili ile ilişkin ayrıntılı düzenlemeler olmadığından ilke olarak BK’ un temsil ile ilgili hükümleri uygulama alanı bulmaktaydı. Yeni TTK da temsil ile ilgili olarak değişiklikler ve yenilikler getirilmiştir. Bir anlamda BK’ nu anlamında temsil hükümleri devam ederken, BK’ undan ayrılan yenilikler göze çarpmaktadır77. YTK’ nu düzenlemeleri ETK 360 kuralları değiştirmektedir. Bunlardan ilki pay sahiplerince temsilcinin pay sahibi olmasını şart koşan ana sözleşme hükümlerinin YTK sisteminde geçersiz olmasıdır78. Bu sayede hakkın kullanılması engellenmemiş ve pay sahiplerinin eşitliği daha sağlıklı hale getirilmiştir. Zira herhangi bir nedenle toplantıya 75Pulaşlı, s. 830, Bahtiyar / Xxxxxxxxxxx, s. 60 , Yiğit , s. 73, Çeker, s. 269 76Pulaşlı, s. 831 77 Bilgili/ Demirkapı, s. 320 katılmayacak kişinin böyle bir hüküm nedeni ile kendini genel kurulda temsil edememesi söz konusu olabilmekteydi. Kanun koyucunun yeniliklerinden bir tanesi pay sahibinin talimat hakkını TTK içerisine almasıdır. BK anlamındaki temsilciden ayrı olarak TTK da ki temsilcinin talimatına aykırı hareket etmesi söz konusu genel kurul kararını iptalini sağlamayacaktır. TTK’ da temsilciler temsil yetkilerini ve içeriklerinin aleniyetini sağlamaktadırlar. Başka bir deyişle temsilcinin işlem yapacağı üçüncü kişi sıfatında ki şirket genel kurulu temsilcinin temsil yetkisini içeriğini bilmektedir. BK 41/2 ye göre temsil belgesinin içeriği üçüncü kişilere bildirilmiş ise, temsil yetkisinin içeriği ve derecesi bu bildirime göre belirlenir demektedir. Adi temsilde her ne kadar kanuna aykırı da olsa noter onayı ile kurumsal temsilcilerde ise temsilcinin genel kurula yapacağı bildirim ile temsil yetkisinin içeriği üçüncü kişiye bildirilmektedir. Kanunun adi temsil ile alakalı olarak yaptığı düzenlemeye göre talimata aykırılık oyu geçersiz kılmayacaktır. Hâlbuki borçlar kanunu 41/2 ve 42/3 e göre 3 kişilerin temsilin sınırlarını bilmesi durumunda bu sınırı ihlali MK 2 anlamında hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olması gerekir ve temsil olunan pay sahibinin bu işlemle bağlı olmaması ve alınan genel kurul kararının iptal edilebilmesi gerekir79. Kanaatimce talimata aykırılığın iptal nedeni olabilmesi için alınan karada kullanılan oyun etkisi olması aranmalıdır. Kurumsal temsilciler deki düzenlemede aynı şekilde olmakla beraber kanun koyucu gerekçesinde iptal kapısını aralamıştır. Kanun koyucunun TTK da yaptığı bir diğer ye...
SONUÇ. Maliye Bakanlığı verdiği idari görüşler (özelgeler) ile XXX 0/0-(x) ve KDV 17/4-(r) bentlerindeki istisnalarının uygulanmasını oldukça kısıtlamaya başlamıştır. İlgili mevzuatta açık ve net bir şekilde; “fiilen” söz konusu kıymetlerin ticareti ile uğraşan ve “bu amaçla” edinilen taşınmaz ya da menkul kıymetlerin satışında istisna uygulanamayacağı açıklandığı halde, İdari görüşler ile, satışa konu kıymetin ticarete konu edilen bir kıymet olup olmadığına bakılmaksızın, mükellefin ana sözleşmesinde (fiilen icra edilmese dahi) menkul kıymet ya da taşınmaz ticaretine yönelik bir madde olması halinde ya da ilgili yıl içinde “çok sayıda” (?) menkul kıymet ya da taşınmaz ticareti yapılmışsa, mükellefin iki tam yıldan uzun süre aktifinde kayıtlı tuttuğu ve herhangi bir şekilde taşınmaz ya da menkul kıymet ticaretine konu olmayan kıymetlerini satışında söz konusu istisnalardan yararlanılmayacağı yönünde görüşler verilmeye başlanmıştır. Bizce İdari yorum ile ilgili mevzuata aykırı şekilde mükelleflerin istisna hakları kısıtlanmaktadır diyebiliriz. Genel tebliğ metinlerinde istisna uygulamaları kanunun lafzına ve ruhuna uygun şekilde düzenlendiği halde, özelge bazında bizce yasaya ve İdari düzenlemelere aykırı görüşler verilmektedir kanaatindeyiz. Bilhassa, ana sözleşme metninde (fiilen yapılmasa dahi) istisnaya konu kıymetlerin ticaretinin yapılabileceğine dair bir madde olması halinde istisna uygulanamayacağına dair İdari görüşler (ki, bizce bu görüşler de yanlıştır ama) bir şekilde kabul edilse dahi, ana sözleşme metninde bu yönde bir madde yer almayan, satışa konu kıymetleri ticari faaliyetine de konu etmeyen bir mükellef, sadece ilgili yılda ya da son iki yılda “çok sayıda” iştirak hissesi ya da taşınmaz alım satımı yapmış olmasının istisna hakkını kısıtlayacağı hatta ortadan kaldıracağı yönündeki görüşe katılamıyoruz. Eğer bu görüş veriliyorsa “çok sayıda” ifadesinin rakamsal sınırları da verilmelidir. Çok sayıda nedir? Aynı yılda 2 ya da 3 kıymet satışı ya da son iki yılda 3 ya da 4 kıymet satışı “çok” mudur “az” mıdır? 1 Seri Xx.xx KVK Genel Tebliğinde de açıklandığı üzere, bu istisnanın amacı kurumların sermaye yapılarının güçlendirilmesi, finansman sıkıntılarının giderilmesi ve bağlı değerlerinin ekonomik faaliyetlerinde daha etkin bir şekilde kullanılmasına imkân sağlamak ve işletmelerin finansal bünyelerini güçlendirmektir. Bu amaçla hareket eden bir inşaat şirketi, finansal darboğazdan çıkmak için ticari amaçla elinde tutmadığı, işletme faaliyetleri ve yön...