SONUÇ. Yapı değişikliği sonucunda, iş sözleşmesi yeni işverene geçen işçinin (İşK. m.6), TTK. m.178 ge- reği, iş sözleşmesinin geçişine işçi itiraz hakkı bulunmaktadır. İtirazın amacı; işçinin işvereni- ni seçerken özgür olabilmesidir. İşçi kişisel nedenler veya ödeme güçsüzlüğü dolayısıyla çalışmak istemediği bir işveren ile çalışmak zorunda bırakılamayacaktır. İtiraz, yenilik doğurucu hukuki bir işlemdir. Dolayısıyla itiraz ile birlikte iş sözleşmesi fesih bildirim süresi sonunda sona ermektedir. İtiraz, yapı değişikliğinden işçi- nin haberdar edildiği tarihten iti- baren makul bir süre içinde yapıl- malıdır. İtiraz hakkı TTK. m.178’den kaynaklandığı için, ayrıca bir itiraz nedeni belirtmek gerekmemekte- dir. İtirazın muhatabı, devrolunan veya devralan şirkettir. Ancak yapı değişikliğinin gerçekleşme- sinden sonraki itirazlarda, kısmi bölünme istisnası dışında, devro- lunan şirketler tüzel kişiliklerini kaybettikleri için, itirazın muhata- bı sadece devralan şirket olacak- tır. İtiraz eden işçi, hem kıdem taz- minatına hem de işsizlik sigortası- na hak kazanmaktadır. TTK. m.178 hükmünün düzenlenme gereği de budur. Xxxxx, TTK. m.178 hükmü olmasa dahi, işçi fesih bildirim sü- resine dikkat ederek iş sözleşme- sini sona erdirebilmektedir. TTK. m.178 hükmü ile işçinin hem itiraz ederek işverenini seçme özgür- lüğü korunmakta hem de kıdem tazminatı ve işsizlik sigortası ala- bilmesi noktasında önüne sorun çıkması engellenmektedir. İtiraz etmesi sonucunda iş söz- leşmesi sona eren işçinin, rekabet yasağına uyma yükümlülüğü de- vam etmektedir. İtiraz hakkını kullanan işçi, itirazı ile iş sözleşmesinin fesih bildirim süresi sonunda sona er- mesini sağlamaktadır. Dolayısıyla işçinin işe iade davası açması, TTK. m.178’in ruhuna aykırıdır. Zira işe bizatihi kendi iradesi ile iş sözleş- mesini sonlandırmış olan işçi, iade talebinde bulunmuş olacaktır ki, bu durum genel hukuk mantığına aykırılık oluşturur. Bu durum ay- rıca, işe iade davasını düzenleyen İşK. m20/I’e de uygun değildir.
SONUÇ. Rapor konusu taşınmazın değerinin belirlenmesi aşamasında; yerinde yapılan incelemesi, konumu, mimari özelliği, inşai kalitesi, altyapı ve ulaşım olanakları, binanın ya da arsanın kullanım amacı, çevrede yapılan piyasa araştırmaları, günümüz gayrimenkul piyasası koşulları dikkate alınmıştır.
SONUÇ. Dündar Sır Hukuk Bürosu adına Av. Dr. Xxxx Xxxxx Xxxxxxx, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu çerçevesinde Türk Hukukuna ilişkin mütalaa verebilmekte olup, bu çerçevede işbu Rapor, Şirket’in Türkiye sınırlarında ve Türk mevzuatı kapsamında gerçekleştirdiği faaliyetleri ve hukuki durumu hakkında hazırlanmıştır. Şirket tarafından tarafımız ile paylaşılan bilgi, belge ve beyanlara dayanılarak yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalarımız çerçevesinde, Kotasyon Yönergesi’nin 7. maddesinin 5. fıkrası ile 8. maddesinin 1. fıkrasının (e) v (ç) bentleri kapsamında aşağıdaki hususlar tespit edilmiştir:
(i) Şirket’in ilgili mevzuata uygun şekilde kurulup faaliyetine devam ettiği;
(ii) Şirket’in kuruluş ve faaliyeti bakımından hukuki durumu ile paylarının hukuki durumu tabi oldukları mevzuata uygun olduğu;
(iii) Şirket’in üretimini ve faaliyetlerini etkileyecek önemli bir uyuşmazlık bulunmadığı;
(iv) Rapor’un 1.3.6 numaralı bölümünde belirtildiği üzere, tarafımıza sunulan belgeler çerçevesinde halka arz edilecek payların devir ve tedavülünü kısıtlayıcı herhangi bir husus bulunmadığı;
(v) Rapor’un 2.5 numaralı maddelerinde açıklandığı üzere, Kotasyon Yönergesi’nin 7 maddesinin 5. fıkrası çerçevesinde tarafımıza sunulan belge ve beyanlar çerçevesinde yapılan inceleme sonuncunda; Şirket yönetim kurulu üyeleri ile yönetim kontrolünü elinden bulunduran ortakların Sermaye Piyasası mevzuatında ve 19.10.2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda yer alan suçlar, TCK’nun 282. maddesinde düzenlenen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan ve ödünç para verme işleri hakkında mevzuata aykırılıktan, Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, bilişim sistemini engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme, banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması, kaçakçılık, vergi kaçakçılığı veya haksız mal edinme suçlarından hüküm giymemiş olması şartını sağladıkları, ayrıca TCK’nun 53. maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile kasten işlenen bir suçtan dolayı beş yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına çarptırılmış olmadıkları;
(vi) Şirketin, kuruluş ve faaliyetlerinin devamı için alınması gereken tüm izin, lisans, yetki belgelerinin tamamını almış olduğu kanaatine varılmıştır. Dündar Sır Hukuk Bürosu Av. Dr. Xxxx Xxxxx Xxxxxxx (Ankara Baros...
SONUÇ. Sözleşme kurulması aşamasında, iş başvurusu yapan aday ile işveren ya da işveren vekili sözleşmenin muhtevası, şartları, içerdiği hak ve yükümlülük- ler üzerinde görüşmeler yaparlar. Bu görüşmelerin başlamasıyla, taraflar ara- sında sözleşme benzeri bir güven ilişkisi doğmaktadır. TMK.m.2 gereğince, “herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda” olduğundan, bir kimse belirli bir kişiden kendisine yönelebile- cek herhangi bir zarardan koruma yükümlülüğünü güven ilkesine göre bekle- mekte haklı ise onun güveninin korunması gerekir. Birbirlerini korumalarını gerektirecek kadar yakın bir ilişkiye, sosyal temasa giren kişiler; birbirlerine karşı özen göstermek, gerekli bilgileri vermek, kişi ve mal varlıklarına ve karşı- lıklı menfaatlerine zarar vermemek üzere koruma yükümlülüklerine uymak zorundadırlar. Tarafların özen ve koruma yükümlülükleri, görüşmelerin bir sözleşme doğurmuş olup olmadığına bakılmaksızın, sözleşmeden bağımsız ola- rak sözleşme görüşmesine başlamakla doğmaktadır. İşte sözleşme görüşmecileri, bu yükümlüklere kusurlu olarak aykırı dav- ranıp, görüşmelerin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişki- sini ihlal ettikleri takdirde, bundan doğan zarardan sorumludurlar. Sözleşme- nin kurulmasından önce, sözleşme görüşmeleri sırasında kusurlu davranış nedeniyle doğan bu sorumluluk, “culpa in contrahendo” olarak adlandırılmıştır. Sözleşme görüşmeleri sırasında taraflardan her biri yerine getirmek zo- runda oldukları yükümlülükleri kusurlu davranışlarıyla ihlal ederse, diğer ta- rafın uğradığı zarar TBK.m.49 vd. haksız fiil hükümlerine göre değil, TBK.m.112 vd., borçların ifa edilmemesinin sonuçları hükümleri gereğince tazmin edilmelidir. Dolayısıyla, culpa in contrahendo’dan doğan sorumluluk, borca aykırılık esasına tabi tutulunca, Türk Borçlar Kanunu’nun 112 vd. dü- zenlenmiş olan borçların ifa edilmemesi hususundaki hükümler uygulanacak- tır. Eğer, taraflar arasında bir sözleşme kurulmuş ise; işçi İşK.m.24/II-a, işve- ren de İşK.m.25/II-a’ya göre hile nedeniyle iş sözleşmesini derhal feshedebilme 231 Süzek, 311. 233 §2, Abs 1, Nr. 3c, bak. Süzek, 311. imkânına sahiptir. Tarafların haklı nedenle iş sözleşmesini feshedebilme hakla- rının olması, sözleşme öncesinde yani sözleşmenin yapılması sırasındaki kusur nedeniyle oluşmuş olan zararın istenilebilmesine engel değildir.
SONUÇ. İktisadi açıdan bir ödeme aracı olan çek, nakdi ödeme söz konusu olmaksızın yapılan ödemelerde kullanılan araçların, hala en önemlisi konumundadır. Çekin düzenlenmesi hususunda diğer kambiyo senetlerinde olduğu gibi çekte de şekle sıkı sıkıya bağlılık söz konusudur. Bu kapsamda Türk Ticaret Kanunu’nda belirtilen çekin zorunlu unsurlardan birinin dahi eksikliğinde senet geçersiz kılınmış; aynı yönde Yargıtay kararlarında da şekle bağlılık esasına vurgu yapılmıştır. Diğer yandan, kanun koyucu bu katı tutumunun yanında bazı şekil şartlarının bulunmamasına rağmen senedi geçerli saymaya devam etmiştir. Çeke ilişkin hükümleri düzenleyen temel iki kanun bulunmaktadır ve bu iki kanunda çekin şekil şartları farklı şekilde düzenlenmiştir. TTK m. 780 ve 781’de çekin zorunlu ve alternatif unsurlarına yer verilmiş olup zorunlu unsurdan birinin eksikliği geçersizlik yaptırımına tabi olmuştur. Diğer yandan, ÇK’nın 2. maddesinde çek defterlerinin bankalar tarafından bastırılacağı hüküm altına alınmış buna ek olarak çek defterlerinin her bir yaprağında yer alması gereken unsurlar tek tek sayılmıştır. Ancak Çek Kanunu’nda da belirtildiği gibi ÇK’da yer alan hususlar çekin zorunlu unsurlarını oluşturmayıp bu unsurların eksikliği çekin geçersizliğine neden olmayacaktır. Bunun yanında 6728 sayılı “Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 70. maddesi ile Türk Ticaret Kanunu’nun 780. maddesinde değişikliğe gidilmiştir. Yapılan değişiklik çerçevesinde çekin taşıması gereken şekli unsurlar arasına banka tarafından verilen seri numarası ve karekod da eklenmiştir. Karekodlu çek ile yapılan sorgulama sonucunda elde edilen bilgiler doğrultusunda çek yaprağının doğruluğu, keşidecinin geçmiş çek ödeme performansına dair bilgiler edinilebilecektir. Yine, çek alacaklıları, çek hesabı sahibine ve bu çeki düzenleyenlere ilişkin verilere karekod aracılığıyla erişim sağlayabilecektir. Böylece, Kredi Kayıt Bürosu X.X. nezdinde isteğe bağlı bir uygulama olarak başlayan karekodlu çek kullanımı zorunlu hale gelmiştir. Diğer yandan, yeni düzenleme ile lehine karekodlu çek düzenlenen lehdara, teslim aldığı çeki karekod okutma ve bilgi paylaşım sistemine kaydetme zorunluluğu getirilmiştir. Çünkü, bankalar tarafından çek hesabı sahibi veya çek hesabına verilen çek yapraklarının hangilerinin düzenlenerek tedavüle çıkarıldığının, hangilerinin halen çek hesabı sahibi veya temsilcisinin elinde bulunduğunun tespit etmesini beklemek mümkün değildir. An...
SONUÇ. Günlük hayattaki zorlukları aşmak ve ihtiyaçları daha pratik, daha kolay yolla temin etmek bakımından toplumsal dayanışmanın çok önemli ve gerekli olduğu Roma yaşantısında, commodatum da böylesi bir gerekliliğin tezahürüdür. Şehir dışına giderken aile yadigârı yüzüğünü saklaması için kendisinden ricada bulunan komşusuna yardım xxxx xxxxxx, daha sonra hasat mevsiminde ihtiyacı olan işgücünü, komşusundan ücretsiz kullanmak üzere temin ettiği köleler ile karşılayarak yaşamını kolaylaştırmıştır. Temeli dostluğa ve iyi niyete dayanan bu tür ilişkiler, özellikle ilk dönemlerde tarım toplumunun fertleri olan Romalılar açısından kaçınılmazdı. Commodatum da dostluğun sık sık karşılıklı hizmetler gerektirdiği Roma yaşantısında arkadaşlar ve komşular arasında oldukça yaygın olarak kullanılırdı. Bu anlaşma ile tüketilemeyecek malın ücretsiz olarak kullanımını elde eden kimse, kullandıktan sonra aldığı şeyi aynen iade etmek borcu altına girerdi. Günlük hayatta yaygın olarak kullanılsa da commodatum, ortaya çıktığı ilk zamanlarda, bir pactum olarak doğmuştur. Ius civile’nin borç doğurduğunu kabul ettiği sınırlı sayıdaki tipik contractuslar arasındaki yerini ancak Klasik hukuk döneminde hukukçuların çalışmaları ve praetorun geniş ve etkili himaye sağlaması neticesinde almıştır. Bu dönem tarihsel açıdan Cumhuriyet döneminin sonları gibi geç bir tarihe tekabül etmektedir ki, bu durumun gerekçesini, yine bu anlaşmanın dostlar arasında yapılmasına ve bu sebeple ihtilafların daha nadir ortaya çıkmasına bağlamak gerekir. İlk dönemlerde ariyet verdiği malın iade edilmemesine karşı, praetorun davanın intentio kısmına eklediği factum yolu ve usulü ile korunan ariyet veren, commodatumun contractuslar arasında görülmeye başlanması ile daha etkili bir himayeye kavuşmuştur. Zira davanın formulasında praetorun hakkaniyete uygun gördüğü factumun yerini “ex fide bona (iyi niyetin gerektirdiği şey)” ibaresi almıştır. Böylece ariyet veren davaya konu olan şeyin değeri ile yetinmekten ziyade, iyi niyetin gerektirdiği biçimde, ariyet alanın vermeye borçlu olduğu şeyin iadesine yönelebilirdi. Commodatumun en ayırt edici özelliği ivazsız olmasıydı ki, aslında temeli dostluğa dayanan bir sözleşme olmasından kaynaklanırdı. Kullanımın ivazlı olması sözleşmenin hukuki niteliğini etkilerdi. Ücret karşılığında olması locatio conducti rei denilen kira sözleşmesinin, bir hizmet karşılığında olması ise isimsiz sözleşmelerden birinin ortaya çıkmasına vesile olurdu. Bunun dışında commodatumun meydana ge...
SONUÇ. Bu çalışmada yaptığımız tespitleri ve vardığımız sonuçları “de lege ferenda” gözlemlerimizle birlikte şu şekilde özetleyebiliriz: • Kurulun üçüncü dönem kararları, akaryakıt dağıtım sektöründeki dikey anlaşmaların analizinde bir hatayı düzeltmiştir. Hiç şüphe yok ki, dağıtım şirketi ile bayi arasındaki dikey ilişkinin değerlendirilmesinde, intifa ve bayilik sözleşmeleri bir bütün olarak dikkate alınmalı ve her ikisi de Rekabet Hukuku kapsamında analiz edilmelidir. Bu manada Kurulun bu yaklaşımı isabetlidir. Sözleşme sürelerinin kısaltılması, Rapor’da da istasyon kurulmasının maliyetinden daha fazla yatırım gerektiren istasyon yenilemeleri açısından da tarafların başvuruda bulunması muhtemeldir. 157 Burada şu tür bir soru akla takılabilir: acaba dağıtım şirketi sektörde yapılan ortalama yatırım ölçeğinden daha yüksek bir yatırım yapmışsa ve bu tutar fiilen bayinin ilişkiyi feshetmesini önlüyorsa Rekabet Kurulu duruma müdahale edebilir mi? Görüş bu gibi hallerde müdahale edilebileceğine dair bazı ifadeler içermektedir. Örneğin 6. nolu sorunun cevabında aynen: “Đntifa sozleşmesi karşılığında dağıtıcı şirket tarafından bayiye yapılacak yatırımın tutarı ve geri donüş süresi de; beş yılın sonunda bayinin bayilik sözleşmesini sona erdirmesini engellemeyecek şekilde belirlenmelidir. Örneğin bayiye gerekli olandan yüksek miktarda kredi ya da borç verilmesi ve beş yılın sonunda bu bedellerin bayiden talep edilerek bayinin sözleşmesini sona erdirmesinin engellenmesi ya da zorlaştırılması, duruma gore “fiili bir engel” olarak nitelendirilebilir”. Biz bayi tarafından bu tür bir iddia ile yapılacak şikayetin hassasiyetle değerlendirilmesi gerektiğini ve prensip olarak da bu tür iddialara itibar edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Dağıtım şirketi tarafından yapılacak yatırım tutarının ne zaman “optimum” olacağını belirlemek son derece güçtür. Dolayısıyla çok bariz ve açık vakalar dışında bu iddiaların reddedilmesi gerekir. Somut olayda yapılan değerlendirmede gerekli olandan yüksek miktarda bir kredi verilmiş ve bu dönme cezasına aynen konu olmuşsa, hakim burada BK..161/3 kuralını “kıyasen” uygulayarak meblağı indirebilir. Önemle belirtelim ki bu uygulama Borçlar Kanunu değil, RKHK gereğidir. belirtildiği üzere, toptan dağıtım seviyesinde rekabet baskısı yaratarak bazı ekonomik yararlar sağlama potansiyeline sahiptir. • Hal böyle olmakla birlikte, biz 2002/2 sayılı Tebliğ’in bu ilişkiye doğrudan tatbik edilebilir olduğunda tereddüt ediyoruz. Fakat tatbik edildiğini kabul...
SONUÇ. Tüm projeler için doldurulacaktır.
SONUÇ. Türev sözleşmelerden elde edilen gelirlerin Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi yönünden ver- gilendirilmesinde 193 sayılı Gelir Vergisi Kanu- nunun Geçici 67’nci maddesi hüküm sürerken, 72 “Vadeli İşlem Sözleşmelerinden Elde Edilen Gelirlerin Vergilendirilmesi Raporu”, Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsası, Ekim 2010, (xxxx://xxx.xxxxxxxxx.xxx/xxxxxxxx/xxxxxxxx/xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx.xxx). Erişim tarihi: 24 Kasım 2018. Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi ve Damga Vergisi açısından ise istisna hükümleri mevcut- tur. Türev sözleşmelerden elde edilen gelirlerin GVK’nin Geçici 67’nci maddesine tabi olmadığı durumlarda genel hükümlere göre vergilendirme yapılacaktır. İstisna hükümleri ve bazı türev söz- leşmelerin tezgahüstü piyasalarda düzenleme imkânının olması peçelemeye de zemin oluştur- maktadır. Peçeleme sözleşmelerini engellemek amacıyla Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından yasal düzenlemeler yapılmalı, tüm türev sözleşmelerin bankalar aracılığıyla yapılması şart koşulmalıdır. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından türev ürünlerin vergilendirilmesine ilişkin rehber çıka- rılması da yerinde olacaktır. İşin özüne bakıldığında vadeli işlem ve opsi- yon sözleşmelerinin vergilendirilmesi mi vergi- lendirilmemesi mi konusu tartışmaya açıktır! Tü- rev sözleşmelerde istisna vb. teşvik uygulamaları ile sıcak paranın yani dövizin ülkemizde kalması hedeflenmiştir Ayrıca Gelir Vergisi açısından tü- rev sözleşmelerden elde edilen gelirlerin beyan dışı bırakıldığı durumlar olabildiği gibi, Kurumlar Vergisi açısından ise %0 oranında vergilendirilen türev sözleşme gelirleri olabilmektedir. KDV açı- sından ise KDVK’nin 17’nci maddesinin 4’üncü fıkrasının “g” alt bendi hükümleri fiziki teslimat- la sonuçlanan türev sözleşmelerle sınırlı olmak üzere uygulanabilmektedir. Vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerinden el- de edilen gelirlerin hangi kazanç kapsamına gir- diğine dair Gelir İdaresi Başkanlığının görüşüne ihtiyaç vardır. Gelir İdaresi Başkanlığı söz konusu sözleşmelerden elde edilen kazançların hangi kazanç unsuruna girdiğine dair tartışmalara son vermelidir. Swap sözleşmeleri peçeleme işlemlerine de oldukça elverişli durumdadır. VUK’ta peçeleme ile ilgili bir hükme yer verilmemesi farklı tanım- lamalara ve yorumlara neden olmaktadır. Şu an- ki durum itibariyle peçeleme işlemleri VUK’un “Vergi Kanunlarının Uygulanması ve İspat” baş- lıklı 3’üncü madde hükümlerine göre değerlendi- rilmektedir. Ancak bu hüküm yetersiz olup Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından peçeleme il...
SONUÇ. TBK m. 512’ye göre, vekâlet veren ve vekilin her zaman tek taraflı olarak sözleşmeyi feshedebilmeleri mümkündür. TBK m. 512’de tanınmış olan tek taraflı sona erdirme hakkı, fesih ve dönme haklarına benzemekle beraber, bazı yönlerden de farklı özellikler taşımaktadır. Vekâlet sözleşmesinde taraflara tanınan sona erdirme hakkı, kendine özgü bir sona erme sebebidir. TBK m. 000’xx xxxxxxxxxx xona erdirme hakkı, güven ilişkisinin önem taşıdığı vekâlet sözleşmeleri bakımından emredici nitelikte iken, güven ilişkisinin bu derece önem taşımadığı atipik vekâlet sözleşmelerinde tarafların sona erdirme hakkı bakımından düzenleme yapmaları mümkündür. Vekâlet sözleşmesi, tarafların sona erdirme beyanında bulunmasıyla ileriye etkili olarak sona ermektedir. Sözleşmenin sona erdirilmesi, 270 Kayıhan/Ünlütepe, s. 177. tarafların ifa edilmiş edimlerini etkilememekte, ifa edilmemiş edimler ise ortadan kalkmaktadır. Sona erdirme tazminat borcu doğurmamakla birlikte, sözleşmeyi uygun olmayan zamanda sona erdiren taraf diğerinin bundan doğan zararını tazmin etmekle yükümlüdür (TBK m. 512/c. son). Uygun olmayan zamanda uğranılan zararın tazmini, kanundan doğan bir borçtur. İfaya olan menfaatin değil, menfi zararın tazmin edilmesi söz konusudur. Uygun olmayan zamanda sona erdirme halinde, fesih beyanına muhatap olan özel bir zarara uğramış olması koşulu aranmamaktadır. Tipik vekâlet sözleşmelerinde uygun olmayan zamanda uğranılan zararın tazminine ilişkin TBK m. 512/c. son hükmü emredici nitelikte iken, atipik vekâlet sözleşmelerinde tazminata ilişkin taraflarca aksine düzenleme yapılması mümkündür. Atipik vekâlet sözleşmelerinde ise uygun olmayan zamanda sona erdirme halinde olumlu zararın tazmini talep edilebilir. Kendine özgü iş görme sözleşmelerinde TBK m. 512 hükmünün uygulanması olanağı yoktur. Bu sözleşmelerde sona erme bakımından bir ihtilaf çıkması durumunda öncelikle tarafların iradeleri göz önünde bulundurulacak şekilde Türk Borçlar Kanunu’nun genel nitelikteki hükümleri uygulama alanı bulacak, bu hükümlerin ihtilafın çözülmesinde yeterli olmadığı hallerde bir kanun boşluğunun varlığını kabul etmek ve bu boşluğu TMK m. 1/f. II’de öngörülen esaslar çerçevesinde doldurmak gerekecektir. Avukatlık sözleşmesinde sona erdirmeye ilişkin olarak, haklı sebep kavramı ön plana çıkmaktadır. Sözleşmenin sona erdirilebilmesi için haklı bir sebebin bulunmasına gerek bulunmamakla birlikte, haklı bir sebebin bulunduğu hallerde, azil ve istifa, sözleşmeyi sona erdiren tarafı tazminat öd...